- 1487 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CAN ÇEKİŞEN ŞİİRLER...
Uzun zamandı kendinde değildi
Aklı hep başka yerlerde hep bir şeyleri düşünürdü,
Tütün sigarasını sarmasını hiç sevmezdi, ama
Hiçte sigarasını eksiltmezdi cebinde…
Hiç fiyakalı sigara içmezdi, ama nikotin derecesi yüksek olan sigara hangisiyse onu alırdı
Gece olur kapıyı kapatıp o boğula cam arkasında can havliyle
İçine çekerdi,
Sanki birisi gelip sigarasını elinden çalacakmış gibi…
Arada bir ağzı bozulur, küfür eder günaha işlerdi,
Bunun farkındaydı aslında, ama ruhuna kızmıştı…
Ona söyleyen her söz, verilen nasihatler, öneriler tavsiyeler,
Hiç biri bir işe yaramıyordu,
Beyni bir karış havadaydı…
Dokunuyordu ona yalnızlık, gece başını yastığına koyduğunda;
Bir başın yanı başında nefes almaması acıtıyordu canını…
Gökyüzüne takılıp giderdi gözleri, sabahın ezan sesiyle ayıklardı…
Solcu bir yapısı vardı, devrimciydi
Ne kadar âşık olsa bile, kendini devrim türkülerinde buluverirdi
Hiç bıkmadan usanmadan dinlediği bir şarkısı vardı
Boğula camın arkasında gökyüzüne bakarken,
Kırık dökük teybinden İlkay AKKAYA “AH SENSİZ” türküsü çalınırdı
Ağzı fısıldar, türküye eşlik ederdi…
Kimi zaman sigarasını içerken kalemin eteğinde dökülüverirdi
“Can çekişen şiirler…”
En çok sevdiği yapısı da buydu zaten omuzlarına “derin yalnızlık” çökünce,
Kendini “can çekişen şiirlerde" bulmasıydı,
En çokta o ferahlatırdı onu…
Dudakları hep yaraydı hiçte yarasız dudakları olmazdı
Sebebini sorunca “boş ver” der geçerdi
Bir keresinde şiir yazarken görmüştüm onu
Orda anlayabilmiştim “dudakların yarasını”
Meğer şiir yazarken dişiyle dudağını kanatırdı
Bu da yüreğinde gelen “yürek sancısı” olsa gerek!
Pekte haksız sayılmazdı aslında
Çünkü yazdığı her bir cümlesi insanın bir can parça alışı kadar yakıcıydı
Anlam vermiş değildim bu deli haline,
Ne kadar sorsam anlatmak için yalvarsam yıpransam
Hep kaçıp gidiyordu. Konuşmak istemezdi hiçbir zaman…
O dirilerden çok ölülerle konuşan biriydi,
Ne zaman aklına o yar gelse, dünyanın kötü gidişatı gelse,
Kendine en yakın bulduğu mezarlığa gider,
Hiç tanımadığı bir mezarın başına oturur ağlardı
Haşa! İsyan etmiyordu ama çokta kızıyordu ölülere…
Öyle bir haykırırdı ki, mezarlığın içinde,
Mezar da yatan ölü bile çektiği cehennem azabını unuturdu
Çığlıklarıyla, haykırışlarıyla sağır olurdu koca şehir…
Hiçbir zaman gündüzde gitmezdi mezarlığa
Hep gecenin karanlık deminde tutardı o yolu…
Gündüzlerden nedense nefret ederdi, kendisiyle ne kadar gündüzleri buluşmak istesem de ret ederdi hep…
İnsanların gündüz bile bazen girmekten korktuğu ve girmeye cesaret etmediği şehrin en büyük mezarlığa gecenin en koyu deminde sessiz sedasız bir vakitte giderdi hep…
Hep sormuşumdur “ölülerden korkmuyorsun?” diye
Cevabı can yakıcıydı “onlar diri olanlar kadar korkutmazlar beni” derdi hep…
Bu acı nakış, nakış işlenmiş olsa gerek yüreğine
Ki, ilk fırsatta konuşmasında anlayabiliyordu insanlar yahut yüzündeki acı tebessümden
İçinde bitmek bilmeyen bir alevin var olduğunu…
Şimdi biliyorum kendisi diriyken ölülerle konuşan bu zatı merak ediyorsunuz?
Ve ya bu hayatı yaşayan kişiyi çok merak ediyorsunuzdur…
O zaman burada durun ve düşünün
“sizi sizden başka iyi anlatan biri var mı?”
Evet, deseniz bile biliyorum ki HAYIR yoktur…
Çünkü “seni anlıyorum” derler hiç bir şey bilmeden, acıyı yaşamadan, içinizdeki fırtınaları kopuşları izlemeden, susuş çığlıklarınızı duymadan, sizin konuştuklarınızdan çok sustuklarınızdan saklı olduğunu anlamadan…
İşte bu yüzden “sizi sizden kimse daha çok iyi tarif edemez”
O zaman başa dönün ve yazıyı yazan zata bakın…
Belki sıradan bir makale, belki beğendiğiniz belki de hiç beğenmediniz bir yazı okudunuz;Ama
Unutmayın,
“Siz burada bir hayatın fragmanı okudunuz"
Sevgilerimle…
Salih DURMUŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.