- 2082 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
USAT VE YOZGAT İSYANI ÜZERİNE KISA BİR DENEME
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Her
insan
içinde
bir
eşkıya
barındırır..
“Usat”, “asi” kelimesinin çoğulu olup Siyami YOZGAT’ın yazdığı ve Yozgat isyanını anlatan romanın ismidir. Kün yayıncılık tarafından basılmış kitap 590 sayfadır. Kapağına resmedilmiş tırısa kalkmış atlar üzerindeki silahlı süvarilerin belli belirsiz hafif yana yatmış bedenleri ve yüzlerinin kapalı durumları insanda heyecan uyandırıyor kitabı okumaya başlamadan önce.
Arka yüzde yazar, küçüklüğünde nenesinin anlattığı hikayelerden bahsederken aslında romanın içeriği hakkında da ipuçları verir okuyucuya. Çocukluğunda dinlediği eşkıya öykülerinden aldığı hazdan bahseder önsözde ve nihayetinde romanın çıkış öyküsünü kazır zihinlerimize Haceli’nin odada. Türk Edebiyatındaki hiç de alışık olmağımız bir biçimde ayrıntılı bir önsöz karşılar okuyucuyu kapıda, sıcak ve içten bir çabayla.
Önsözün ardından “Usat”ın çıkışına kaynaklık eden Kara Mehmet’in –Kara Mehmet namı değer Celeboğlu yazarın dedesidir- el yazması defterinden bahsedilir ve “isyan sadır oldu ise…” sözü ile başlayan roman yine bu sözle biter.
Roman Birinci Kitap, İkinci Kitap diye iki bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde ‘Çapanoğlu İsyanı’ özellikle Edip Bey ön planda tutularak anlatılmış, ikinci bölümde isyanın Çerkez Ethem kuvvetleri tarafından bastırılması sonucu dağlarda evvelce varlığını sürdüren ve isyandan sonra da Deveci Dağı’nı mesken tutan dağlar padişahı Aynacıoğlu ve diğer eşkıyaların yaşantısı anlatılır.
Kırk altı bölümden oluşan Birinci Kitap Çapanoğlu Edip Bey’in ve seyrettiği Çamlık’ın kısa tasviri ile başlar. Bu bölümde Edip Bey dışında öne çıkan iki isim daha vardır: Celal Bey ve kardeşi Halit Bey. Aslında birinci kısım bu üç kardeşin dramatik öyküsüdür.
Bütün Anadolu topraklarında olduğu gibi Yozgat topraklarında da vatanın milletin bölünmez bütünlüğünün tehlikede olduğuyla ilgili haberler verilmiş ve bu bağlamda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulması çalışmalarına başlanmıştır. Bu çalışmalar çerçevesindeki ilk toplantıya Çapanoğlu ailesinin önde gelenleri de davet edilir. Toplantı sonunda vatanın kurtuluşu için birlik-beraberliğin korunacağı vurgulanmış ve oy birliğiyle bazı kararlar alınmıştır. Alınan kararlar için görev paylaşımı yapılmış ve bu kararlar şevkle uygulanmaya başlanmıştır. Buraya kadar olağan dışılık yoktur.
Heyet-i Temsiliye adında bir oluşum için Yozgat’tan da milletin seçeceği kişilerin tez zamanda milleti temsilen Ankara’ya gönderilmesi gerektiğiyle ilgili telgrafın gündeme gelmesinden sonra Yozgat Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetinde farklı sesler çıkmaya başlar. Özellikle Çapanoğlu Celal Bey ile Müftü Mehmet Hulusi Bey’in kişisel husumetleri sonucu üstesinden gelinebilecek bu farklılıklar fitnecilerin de körüklemesiyle derin ayrılıkların ortaya çıkmasına neden olur. Nihayetinde Çapanoğlu ailesi bir şekilde bu ittifakın dışında kalır.
Bizzat Mustafa Kemal tarafından iletilen birlik beraberlik tekliflerine de kayıtsız kalan Çapanoğlu ailesinin tutuklanıp Ankara’ya gönderilmesi gündeme gelir ve bu bardağı taşıran son damla olur. Bir gece vakti Edip Bey, Celal Bey ve Halit Bey gizlice şehri terk ederler. Yedi düvele ‘hilafet ordusu’ kurulacağına dair haber salarlar gizlendikleri yerden. Dağlar Padişahı Aynacıoğlu ve diğer namlı eşkıyanın da desteğiyle güçlenen usat, savaş için yeteri kadar malzeme ve donanıma sahip olunca da Kılıç Ali Bey’e bırakılan Yozgat’ı kongrecilerden almak; daha sonra Mustafa Kemal’in başına Ankara’yı yıkmak kararlığıyla yola çıkar. Yozgat kısa zamanda Çapanoğlu ailesinin eline geçer. Bu olay şehirde büyük bir sevinçle karşılanırken Ankara’nın olup bitenleri korkuyla seyretmekten başka çaresi yoktur. Çünkü Ankara’ya bağlı bütün kuvvetler batıda Yunan’a karşı mücadele vermektedir. Mustafa Kemal, kolay olmasa da, Yozgat ve çevresindeki isyanı bastırmak için Çerkez Ethem’i ikna etmeyi başarır. Bu sırada Mustafa Kemal’in Çerkez Ethem rahatsızlığı ilk defa gün yüzüne çıkar.
Organizeli Çerkez Ethem kuvvetleri sayı ve donanımca üstünlüğünü de avantaja dönüştürerek çok kanlı çarpışmaların ardından Yozgat’ı isyancılardan geri alır. Çok büyük zulümler ve yağmalar yapılır Çerkez kuvvetleri tarafından. Yozgat şehrinin öz sermayesi Çerkez Ethem’in kağnılarıyla Yozgat dışına çıkarılır. Çapanoğlu ailesi ise çaresizlik içinde bilinmezin ve fukaralığın korkunçluğuna terk edilir. Kimisi çok uzak köylere sığınır, kimi sürgüne gönderilir, kimi yakalanıp idam edilir.
İkinci Kitap ise yirmi bölümden oluşur. İsyancıların tasfiye edilmesinden sonra dağları mesken tutan eşkıyanın öyküsüdür İkinci Kitap. Yapılan tasvirler etkileyicidir gerçekten. Dağ ve insanın bütünleşmesiyle başlar, dağ ve insanın makus ayrılığıyla biter bu kısım.
Deveci dağını mesken tutmuş eşkıya başı Aynacıoğlu Mehmet ile Katil İlyas, Küçük Ağa, Deli Hacı gibi namlı onlarca eşkıyanın başkaldırı ve çaresizliklerinin öyküsüdür İkinci Kitap.
Yazar dilden dile anlatıla gelen eşkıya öykülerini bu bölümde akıcı ve otantik bir anlatımla gözler önüne serer.
Eşkıya, Deveci’de toparlanmaya başlamıştır. Kendilerine tabi olan yüzlerce kişiyle hâlâ taşları yerinden oynatabilecek güçtedir usat. Bu kalabalığa baş olabilecek Çapanoğlu Halit Bey’in de yakalanması morallerini bozsa da umutla diğer Çapanoğlu beylerinin dönmesini bekler eşkıya. Zaman bu umudun en büyük düşmanı olmuştur. Batıdaki Kuva-i Milliye birliklerinin başarası ve bu hareketin güçlenmesi halkın gözünde isyancıların değersizleşmesine neden olmuştur. Mustafa Kemal’in gönderdiği “gelin birlikte Yunan’a karşı savaşalım” teklifinin Aynacıoğlu ile diğer eşkıya elebaşlarına iyi anlatılamaması gelen bütün tekliflerin reddedilmesine neden olmuş ve bu, ihtişamın sonu olmuştur.
Halkın saygı duyduğu ve sevdiği eşkıya taifesi zamanla güçsüzleşmiş, itibarını kaybetmiş ve açlıkla, bitle, soğukla, umutsuzlukla mücadele eder hale gelmiştir mağaralarda, inlerde.
Roman, yüzlerce hatta binlerce adama hükmeden dağlar padişahı Aynacıoğlu ve kalan on sekiz adamının devlete teslim olmasıyla hazin bir şekilde nihayetlenir:
“Beni sen yenmedin kumandan, beni yokluk, yoksulluk, kimsesizlik yendi! Beni Deveci Dağı’nın soğuğu, biti teslim aldı. Hiç boşuna sevinme!”
Yazılı ve canlı kaynaklardan yararlanılarak yazılmış romanın kurgusu gerçekle bire bir örtüşür. Bu tür tarihi romanların yazılmasında sanıldığının aksine güçlüklerle karşılaşılır. Çünkü tarihi bir meselenin roman olarak kurgulanması ve üstelik gerçeklere sadık kalınması; hem aradan hayli zamanın geçmesinden kaynaklı alet, eşya, yiyecek, içecek vb. tüm yaşam unsurlarıyla romanın yazıldığı dönemin yaşam unsurları arasında bir çatışmaya ve anlatımda zorlanmaya neden olur ki bu okuyucuda yabancılaşmadan kaynaklı kopukluklara sebeptir hem de roman kişilerinin diyaloglarının ve çevre unsurlarının o günün şartlarına uygun olması gerekir ki bu da öz verili bilimsel bir araştırmayla olur. Bu anlamda yazar kesinlikle zoru başarmıştır diyebiliriz. Roman iki kitap halinde ayrı ayrı yayınlanmış olsaydı daha isabetli olurdu kanısındayım. Çünkü kitapta her ne kadar birbirinin devamı niteliğinde olaylar anlatılsa da öne çıkan kişiler ile yer ve olaylara bakış açısı değiştiği için ikinci kitabın birinci kitaptan ayrı düşünülmesi gerekirdi. Buna rağmen kurguda çok büyük problemlere sebebiyet vermeden işin üstesinde layıkıyla gelmesini bilmiştir yazar.
Bir çok yerde karşımıza çıkan kısa şiirsel tasvirlerden etkilenmemek mümkün değil. Özellikle Eşkıyaların anlatıldığı İkinci Kitap’taki bazı tasvirler ve kahramanların hal-i pür melallerinin şiirsel anlatımları takdire şayandır. Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’da gördüğüm kahramanlarının yaşamları, kültürleri ve özellikle dillerini anlatımına yansıtma başarısını Siyami Yozgat’ta da görmek mümkündür. Yazar, Yozgatlı olmanın bütün avantajlarını kullanarak yerel dilde kullanılan ne kadar kelime varsa tümünü eserine yansıtmaya çalışmış hatta kahramanlarını konuştururken de natüralist bir tavır takınmıştır. Böylece okuyucuyu, özellikle Yozgat civarının konuşma tarzını ve kelime hazinesini bilmeyenleri, araştırmaya teşvik etmiştir. Halkın ağzındaki mani ve türkülerden yararlanan yazar 1920’li yıllarının Yozgat, Sorgun (Köhne), diğer ilçe ve köylerin anlatımında da gerçeğe bağlı kalmaya çalışmıştır. Ufak tefek imla ve matbaa hatalarını saymazsak ifadedeki görsellikten ötürü yazarı tebrik etmemiz yerinde olacaktır.
Bazen olay kesilerek Dedefakılı köylüsünün Yozgat gündemiyle ilgili aralarındaki muhabbete yer verilmiştir. Roman tekniği açısından son dönemde yazılan romanların paralelinde bir handikap olarak görülse de mevzunun toparlanması ve halkın gözünde olayların nasıl tezahür ettiğinin anlaşılması açısından bu bölümlerin özellikle tercih edildiği kanaatindeyim.
Belgesel bir nitelik de taşıyan romanın kaynakça kısmıyla da güçlendirilmiş olması romanın inandırıcılığını artırmıştır. Romandaki gerçeklikten yola çıkacak olursak Yozgatlılar da dahil tüm Türkiye “Çapanoğlu İsyanının” niteliği ve amacıyla ilgili bilgi kirliliğine maruz kalmıştır. Çünkü halkın bildiği ve bilinçaltında yeşertilmiş isyanla romandaki isyanın çıkış noktasının ne kadar farklılık arz ettiğini görüyoruz. Halkın içinde yaşayan isyanın ilk çıkış noktasının Mustafa Kemal’in bizzat Yozgat’a gelip Çapanoğlu beyi ile muhatap olmasıyla başladığını bilmeyen yoktur. Oysa belgelere dayanarak kurgulanan olaylar zincirinde böyle bir karşılaşmanın olmadığını görüyoruz. Yozgat isyanının aydınlatılması açısından da romanda anlatılanları önemli buluyorum.
Ahmet Kaya’nın şarkısında geçen,
“Ölüm her aklına geldiğinde
Ah edip vah edip inleme
Bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın
Ecel kapını çaldığı zaman
Evi telaşa verme
O geldiği zaman
Sen gitmiş olacaksın...”
Düşüncesinden çok uzak olduğunu görürüz eşkıyanın. Çünkü eşkıyaya karşı da soğuktu ölümün yüzü. Eşkıya da korkardı ölümden ve hatta en çok korkanı Katil İlyas’tı.
Keyif alarak okuduğum; bazen hüzne saplanıp kaldığım, bazen yüzümün tebessümlere meylettiği, bazen ruhumun eşkıyalarıyla yarenlik yaptığım “Usat” okunası bir kitaptı.
“Yağlı ilmikler, darağaçları görüyorlardı düşlerinde. İçlerinde besledikleri büyük eşkıyaları çoktan öldürmüş, kendi canlarını kurtarmanın derdine düşmüşlerdi.”
Her insanın içinde bir eşkıya vardır. Okuyunuz…
araftanseslerkorosu.blogspot.com/2012/02/usat-ve-yozgat-isyani-uzerine-kisa-bir.html
YORUMLAR
Bir roman bu kadar mı güzel analiz edilir. Oğuzhan Bey, yazınızı okurken romanı okuyormuş gibi soluksuz okudum. Gerçekten emek verilip yazılmış güzel bir tanıtım yazısıydı. Ben de merak ettim şimdi bu romanı. İnşallah en kısa zamanda bir tane edinip okumak nasip olur.
Kemal Bey'in yorumu sayesinde kitabın yazarını da tanımış oldum.
Tebrik ederim, saygılar.
Oğuzhan Yavuz
incelik ilen..
Biran önce bulup okumam gereken bir kitap...
İlginçti...
Ki anlatımındaki kalite bir kez daha iyi ki bizimlesin dedirtti bilesin dost kalem...
Tebrikler...
Oğuzhan Yavuz
siyamiyozgat
oğuzhan bey kitabı gerçekten çok iyi tanıtmış
çok keyifle okunan bir yazı.
bu arada kitabın türkiye genelinde dağıtımı pek yapılamadı.
elimdeki kitaplardan bir şekilde sizlere ulaştırmak isterim
selamlar saygılar
Mehtap ALTAN
Kitabı okumak daha büyük keyif verecek elbette...
.TARİHİ roman, uzun çalışmalar, ciddi bir araştırma incelemelerle yazılr. O birikime sahip olunması şarttır. Hele hele, Yozgatlı bir yazar kardeşimizin ninesinden dinlediği masallardan yola çıkarak yazmaya başladığı romanın bahsettiği çetelerin çoğunluğu kuruluş dönemi tarihinde geçmektedir, fakat haklarında detaylı bilgi veren kaynakça yoktur (Çerkez Ethem dahil). Bu durumda yazarımızın romanını halk söyleşilerine/anlatılarına dayandırmış olması ihtimali güçlüdür... İKİNCİ BİR MEVZUU, "USAT" KELİMESİDİR. Türkçede bulunmayan bu sözcüğün hangi ağıza ait olduğu da meçhuldür. SAYGILAR...
siyamiyozgat
"tarihi roman, uzun çalışmalar, ciddi bir araştırma incelemelerle yazılr. O birikime sahip olunması şarttır. Hele hele, Yozgatlı bir yazar kardeşimizin ninesinden dinlediği masallardan yola çıkarak yazmaya başladığı roman" diye başladığınız eleştirinize şaşırmadım desem yalan olur.
bu ifadelerde sanki nenemden dinleyip yazdıklarımın roman kurgusu içinde önemi olmayacağı, hele hele yozgatlı bir yazarın tarihi roman yazmak için gerekli birikime sahip olamayacağı gibi bir izlenim çıkıyor. Kaldı ki Oğuzhan Yavuz'n dediği gibi roman tamamen tarihi gerçekler ve karakterler üstüne kurulu. Buna romanda hayat hikayeleri verilen eşkıyalar da dahil. Bu hikayeleri yazarken halk söyleşilerine dayandığım doğrudur ama sadece değildir. Romanda adı geçen eşkıyaların bir kısmnın torunları hatta oğulları (Aynacıoğlu) hayattadır. Bu hikayeler o eşkıyaların köylerine gidilerek birebir yakınlarının ağzından dinlenilerek romana alınmıştır.
Usat kelimesine gelince... Usat asi kelimesini çoğuludur ve milli mücadele döneminde isyan edenlere verilen addır. Tüm resmi kayıtlarda ve belgelerde asiler bu kelimeyle anlatılmaktadır.
Bütün bu söylediklerime rağmen eleştirinizin yapıcı olduğunua inanıyor, saygılar sunuyorum. Siyami Yozgat
Oğuzhan Yavuz
tarihimizdeki bütün isyanların özellikle karanlık bırakılmak istendiği veya sisteme yontulacak taraflarının aydınlatılıp diğer taraflarırın karanlıkta bırakıldığından yola çıkacak olursak bu konuyla ilgili de yeterince kaynak olmamasını sürecin bir sonucu olarak düşünesilirz.. buna rağmen yazar romanın son sayfasında canlı ve yazılı kaynaklar diye kaynakçayı ikiye ayırmış kurgusuna bir bilimsellek de katmaya çalışmıştır... yazılı kaynakça kısmı bu konuyla ilgili bütün bilimsel çalışmalardan oluşuyor..
Kemnur
usat sözcüğüne hiç bir yerde rast gelmedim, bir kaynakça var ise memnun olurum...
SAYGILAR
Kemnur
Bir Tarih öğretmeni olarak oldukça ilginç geldi anlattğınız kitap. Sanırım mutlaka bulup okumalıyım.
Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler.
Selam ve saygılarımla.