- 653 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Genç Yazar
Açık kahverengi renkte, karın üzerinde küçük pati izleriyle beraber yürüyen köpek, titreyen vücudunu biraz ısıtmak için yer arıyordu. Her taraf bembeyazdı. Sokağın asfaltı, kaldırım yüksekliğinde kar yağdığı için, gözükmüyordu. On dakikadır çevrede dolaşan köpek, sonunda uzanmak için bir yer bulabilmişti. Oylum apartmanının üç basamaklı merdivenlerinin ilk basamağında uzanmıştı. Sokaktaki bütün apartmanların dış kapısı kapalı olduğu için, merdivenlerde uzanmak bile zekiceydi. Kar yağmaya devam ediyordu. Hava soğuktu ve köpeğin uzandığı basamaklarda bu soğuk hava az da olsa azalıyordu.
Köpek bir ses duymuştu. Kulaklarının sesi aldıkları yere doğru irkilmeleriyle beraber siyah beyaz film başlamak üzereydi. Sokağın ucundan bir genç girmişti. Üzerinde mavi bir ceket, altında da sarı bir pantolon vardı. Gencin kıyafeti bile, köpeğin dikkatini çekmişti. Köpek, ön ayaklarının üzerine yasladığı çenesiyle beraber, gülüşünü saklıyor gibiydi. Genç köpeğin uzandığı basamakların önünde doğru yürümeye başlayınca, köpek huzursuzlaşmıştı. Köpeğin az önce yüzünde beliren gülücük ifadesi, şimdi hüzün haline dönüşmüştü. En azından böyle bir basamak bulmuştu ama ona bile izin vermiyorlardı. ’’Vay be abicim, dilsiz buldunuz ya benim gibi iti, hep başka yerlere atın, hırpalayın’’ der gibi bakışları genç de fark etmişti. Apartman kapısında, gideceği dairenin kapı ziline bastıktan sonra, kapının açılmasını beklerken, köpeğe bakınıyordu. Genç, köpeğinde dikkatini çekmişti. Karşısındaki insan onu azarlamamıştı, hatta uzandığı yerden de kovmamıştı. Gencin basıverdiği dairenin megafonundan gelen ses, köpeğe tanıdık gelmişti. İlgiyle gencin verdiği cevabı da dinledikten sonra, gencin yapmaya çalıştığı şeyi anlamaya çalışıyordu. Dış kapıyı tutan genç, onu içeriye çağırıyordu. Köpek meraklanmıştı. Adımını atıp atmamak arasında kalmıştı. Genç ona öyle masum bir şekilde gülümsüyordu ki, sonunda bütün korkularına rağmen siyah beyaz filminin güzel sonla bitmesi için apartmanın içerisine girince, apartman girişinde bulunan peteği fark etti. Köpek gençle gurur duymuştu. Dışarısının soğuğu yanında, burası Belediye çöplüğü kadar sıcaktı. Ayrıca kapıcının sıktığı güzel kavun kokusu da kendini iyicene belli ediyordu. Köpek peteğin altında uzanırken, genç asansörün gelmesini bekliyordu.
Kapıyı açan kadın, genci görünce ’’Nihayet geldin be, neredesin yahu?’’ derken, genç de botlarının bağcıklarını çözüyordu. İçeri beraber girdikten sonra, kadın söylenmeye başladı.
’’Hani portakal ile elma alacaktın?’’
’’Aboo, unuttum ya, gidip alayım hemen istersen!’’
’’Sen var ya, oğlum ben sana demedim mi gelirken al diye! Neyse ya, çay içeriz daha iyi.’’
’’Çare de buluyorsun hemen değil mi?’’
’’Yanında kek yaparız olmazsa! Süt de var, kakaoda var. Her bir halt var be!’’
’’Hani çocukların nerede?’’
’’Nerede olacaklar, üçü de geçmiş bilgisayarda film izliyorlar.’’
’’Alıştırma bunlara be daha küçükten film filan ya!’’
’’Amcalarına çekmişler, ne yapsınlar!’’
’’Az değilsin ha? Hemen de beni konunun içine löp diye oturt!’’
’’Löp mü? Lan, bu akşam abin gelmeden balık alıp, balık mı yapsak?’’
’’Löp ile ne alaka kurdun vallahi şaştım ha! Yok benim işim var, gideceğim o gelmeden.’’
Kadın ayağa kalkıp çaydanlığın altına su koyup, ocağın üstüne koydu. Ocak çakmaklıydı ama fişi prize takılı olmadığı için, çakmakları çalışmıyordu. Fişi çıkarttığını unuttuğu için, birkaç defa çakmağın kıvılcım çıkarma meselesi başarısız olunca, kadının canı sıkılmıştı. Genç ayağa kalkıp, fişi prize taktı. Kadın bunu görünce, kendine kendine söyleniyordu.
’’Ah salak kafam! Ne salağım ben ya değil mi?’’
’’Yok yengecim, sadece biraz dalgınsın.’’
’’Oğlum bu dalgınlığım otuz bir senedir var. Doğduğumdan beri aynı…’
’’Bir de böyle kot pantolon, saçlar örgülü, ağzı da çekirdek...’’
’’Delirtme be beni, ne alaka hem. Sen kendine bak yavru, bu ne hal böyle? Yine aynı ceket, pantolon. Oğlum utanmıyor musun sen?’’
’’Neden utanacakmışım, anlamadım!’’
’’Bu ne la! Bok sarısı bu! Ne ilginç adamsın ya! Yazarlık dalgasına hayatını mahvediyorsun.’’
’’O değil de, ceket çok güzel değil mi?’’
’’Heee... bayıldım resmen. Bu ne oğlum Allah aşkına? Recep İvedik bile senden daha karizma duruyordu.’’
’’Böğğğ...’’
’’Eee, anlat bakalım. Var mı hayatında kimse?’’
Genç, kadının sardığı bir sigarayı parmakları arasında gezdiriyordu. Tam olarak orantılı dağılmamış tütünü eliyle orantılarken, gözlerini balkon kapısındaydı.
’’Yaz gelse de balkonda çay keyfi yapsak! ’’
’’Oğlum, âlem adamsın ha! Dur yakayım sigarayı da, öyle anlat bakayım. Boş ver balkonu filan.’’
Genç sigarayı dudakları arasında sallandırırken, kadın çakmağıyla sigarayı yakmıştı.
’’Ne kimsesi ya? Hâlâ tekim tabi ki!’’
’’Meziyet gibi anlatmasan olmayacak değil mi? ’Tekmiş’, peh! Ulan aramızda kaç yaş var bizim, bul bir kız da evlen be! Ben artık Kaan’ın çocuğunu bekleyeceğim neredeyse!
’’Uçma, uçma be! Çocuk daha dokuz yaşında.’’
’’Bu zamanda çocuklar erken büyüyor be, ooo! Sen geçen Ferda ile konuşmalarını duysaydın, ooo...’’
’’Ne?’’
’’Ne ne?’’
’’Yahu ne konuşuyorlarmış?’’
’’Aaa, su kaynıyor. Çayı demleyeyim dur.’’
’’Bergamot da at bari, çayı bir türlü öğrenemedin gitti demlemeyi.’’
’’Yürü git be! Ben ha, ben! Benim gibi ev işi yapan var mıdır be?’’
’’Çay diyorum canım. Çay demlemek farklı, diğerleri farklı!’
’’Sen geçen abinin yanında bir laf etmiştin, neydi o?’’
’’Namuslu çay demiştim, o mu?’’
’’Hah, o! O ne be öyle? Çayın namussuz olanı nasıl oluyor. Düşünüyordum da, tecavüzcü Coşkun gibi bir tip bardağın içinde, ağzına doğru geliyor. Ulan ne komik be!’’
’’Abartma, abartma da, şey; ben sana geçen e-mail atmıştım. Mail içinde bir öykü vardı Okudun mu o öyküyü?’’
’’Gözünün yağını yediğimin, o nasıl bir şeydi öyle? Dur, dur sana iki çift sözüm var. Unutturma da bunu.’’
’’Nereden çıktı?’’
’’Öykünden tabi ki!’’
Kadın sigarasını yaktıktan sonra, tekrar kanepeye otururken, genç kadının ne diyeceğini merakla bekliyordu. İkinci sigarasını yakmayı beklerken, içinden ’az daha’ diyordu.
’’Oğlum, bırak şu yazarlık işlerini. Hatta yayınevine gönderdiğin o fotokopilerden de medet umma!’’
’’Niye ya, ne oldu birden? Daha düne kadar en çok sen beni destekliyordun.’’
’’Öyle, hâlâ desteklerim, ama artık bir iş bulman lazım. Böyle olmuyor.’’
’’Abimden aydan aya para aldığım için mi böyle söylüyorsun sen bana?’’
Genç sinirlenmişti, parmaklarında dolaşan ikinci sigarasını yakmak için masada duran çakmağı kalkıp kendisi aldı.
’’Benim işim bu yengecim, sen daha anlamadın mı?’’
’’Oğlum insan işinden para kazanır. Sen abine sırtını yaslanmışsın, bir de yazma sevdasına tutulmuşsun. Ayıp değil mi?
’’Bilmiyorum...’’
’’Gelip her ay abinden para alıyorsun. Hadi beni geçtim diyelim, ben fazla kendime masraf eden bir kadın değilim...’’
’’Hatta hiç diyelim...’’
’’Yani, sen beni daha iyi biliyorsun. Peki, bu çocukların hakkına ne demeli? Onların rızkına, büyümesine gidecek parayı belki sen yiyorsun. Bu hak mı?’’
’’Yenge, bu ağır bir itham değil mi Allah aşkına?’’
’’Bak canım, bilirsin seni severim, senin iyi yerlerde olmanı da isterim. Ama abininde eti belli, kemiği belli! Adam memur maaşına senle beraber beş kişiye bakıyor. Bir sürü taksidi var, kredisi var. Düşünmüyor musun bunları peki hiç?’’
’’Ne yapayım? Elimde avucumda olsa, ister miyim abimden hiç?’’
’’Çalış diyorum sana. Üniversite mezunu adamsın. Hiç mi iş kalmadı koca âlemde?’’
’’Ben yazarım yenge. İşim bu! Çevreyi gözlemleyip, yazıyorum.’’
’’Oğlum sen salak mısın, yoksa bana mı öyle göstertiyorsun kendini? Akıllı, zeki biri olduğunu biliyorum ama bak, herkes nasıl da tek tek bu hayattan gidiyor. Daha geçen ay Nezaket halamla oturup, dertleşiyorduk. Kadın şeker komasından gitti. Kimse kimsenin umurunda değil. Abin senin çok saf, iyi yürekli! Ben onun yerinde olsam, sana zındık koklatmazdım!’’
Kadın çaydanlığın içinden suyun kaynama sesini duyunca ayağa kalktı. Söylediklerinden dolayı üzülmüştü ama gencin kendisin gelmesini istiyordu. Daha fazla üstüne gidip de, kalbini kırmak istemiyordu. Geçen gün okuduğu öyküden bahis açıp, konuyu değiştirdi.
‘’Yahu mübarek, iyi hoş yazıyorsun da, siz erkekler neden hep kadınları kullanıyorsunuz?’’
‘’Nasıl kullanıyoruz yenge?’’
‘’Nasıl olacak, ikide bir kadının orası burası, yok memesi, kalçası, kukusu, yok özel durumu; ne kadar da basit geliyor insanlara anlatmak böyle.’’
‘’Neden ki, ne oldu?’’
‘’Sen de bu tuzağa düştün ya, aferin yani! Nedeni mi var canım! Kadınları kullanarak, işte ben cesur kalemim, yok bak ben böyle de yazarım, vay be nasıl da yazıyorum gibilerinden erkek yazarlar övünüyorlar. Bu hak mı, adalet mi? Yiyorlarsa bir de erkekleri yazsınlar da göreyim. Vallahi öyle öykülerin, şiirlerin olduğu kitaplar toplatılır hemen.’’
‘’Niye böyle düşünüyorsun ki? Hem sen modern bir insansın, böyle şeylerde rahatsız olmaman lazım!’’
‘’Manyak mısın oğlum sen? Kadınım ben, nasıl rahat olayım okurken. Yiyorsa bir de erkekleri yazsana.’’
‘’Olur mu öyle şey ya! Saçmalama yenge sen de!’’
‘’Ne oğlum, sen de yazmışsın işte; yok kadının birinin memesi ufak da, diğeri büyük de; erkeksen yaz bakayım erkeğin birinin penisi küçük de, diğeri büyük.’’
‘’Sus be, sus!’’
‘’Modern insandım ya canım, söylüyorum işte!’’
‘’Ya tamam akıllısın, boş ver böyle şeyleri.
‘’Boş ver değil mi? İşine gelmeyince, tabi böyle oluyor. Of, neyse; hadi kek yapalım çocuklara seninle.’’
‘’Sen karışımı hazırla, ben gelirim.’’
‘’Oğlum zaten kek de ne var başka? Hazırlayıp çırpacağız işte.’’
‘’Tamam işte ya! Sen hazırla malzemeleri, ben bir çocuklarla görüşeyim.’’
Genç içeri çocukların yanına geçtikten sonra, kadın kendisine de, gence de bardaklara çay koydu. Genç çocukların yanaklarından öperken, kadın kulplu bardak içinde çayı gence vermek için çocuklarının yanına geldi.
‘’Çayı kek ile mi içseydik?’’
‘’Ya manyak mısın oğlum, niye demledik o zaman?’’
‘’İçelim ya, olmaz öyle içmemek! Ver bakayım bardağı.’’
‘’Dur be, sıcak. Bilgisayara dökülmesin. Ben de içeri geçeceğim, biraz işim var. Sonra keki yaparken seni çağırırım.
‘’Tamam, oy ne tatlu şu ikizlerin ya senin! Oy oy, fıstıklarım.’’
‘’Amca, abimiz bize pis şey söylüyor.’’
Kadının üç çocuğu vardı. Biri dokuz yaşında büyük oğlu Kaan’dı, diğer iki çocuk da ikizlerdi. Erkek olanın adı Ferda, kız olanın ismi de Ceylandı. Ferda, amcası gence abisini şikâyet ediyordu.
‘’Ne söylüyor canım, ne oldu?’’
‘’Bir tün tizle bokumda temek tiyeceğiz tiyor.’’
‘’Bokum mu?’’
Küçük oğlunun böyle söylediğini gören kadın kahkaha atarak işini görmek için yan odaya geçmişti. Abi amcasına gerçekleri anlatma derdindeydi.
‘’Ya amca, bu salak ya! Bizim sınıfta bir çocuk var, Almanya’da Bochum’da kalmışlar. O çocuk da diyor ki, bir gün sizi Bochum’da yemek yedireceğim. Evde bir söyledim, bu saflar yanlış anladı.
‘’Hişşt, salak deme kardeşlerine. Onlar daha küçük Kaan.’’
‘’Boş ver amca bunları ya! Ben de gıcıklığına söylüyorum işte. Bokumda yemek yiyeceğiz. Hah hah!
‘’Tövecem seni, tövecem. Pis bu amca ta! Abiye bak, tağzı tozuk.
‘’Neyse canım, siz abi kardeşsiniz, küsmeyin bakalım birbirinizden.’’
Kadının biraz ev işi vardı. O, bu işleri yaparken, genç de Kaan’ın defterleri arasında çizgili, 120 yaprak bir defter bulmuştu. Defterin tam orta bölmesini açıp, bir şeyler yazmak için düşünmeye başlamıştı. Aklına yengesinin dediği şeyler gelmişti. Gerçektende onun dediği gibiydi aslında erkekler. Kadınlar hakkında çok rahat yazabiliyor, bir de maharet gibi; cesur olduklarını dile getiriyorlardı. Canı sıkılmıştı. Eline aldığı tükenmez kalemle ile deftere bir şeyler karalamak istedi, kalem yazmadı. Mürekkebi kurumuştur diye, kaleme ağzının içinde hohhohlamaya başladı. Tekrar yazmak istediğinde, mürekkep yavaş yavaş kalemin ucundan akıyordu. İstenilen harfler, heceler ve kelimeler doğmaya başlıyordu. Çayını tazelemek için yengesi yanına geldiğinde, farkında dahi varmamıştı. Çocuklar hâlâ yanında film izliyorlardı.
‘’Şişt, bebe çayını tazeleyeceğim. İçiyorsun değil mi?’’
Genç duymamıştı. Kadın bir daha tekrarladı.
‘’Hey sana diyorum çocuk! Çay içmiyor musun? Oturmuş bir şeyler yazıyor yine ya; salaksın oğlum inan sen, salak!’’
‘’Ha, çay mı? Olur canım, alayım yine.’’
‘’Hay Allahım ya, bizim Veli’nin bu çocukla işi var! Abisine hiç mi çekmez insan ya?’’
Kadın gence söylene söylene mutfağa geçerken, genç hiç rahatını bozmadan yazmaya devam ediyordu. İki sayfa yazdıktan sonra, kadın mutfağa kek için onu da çağırıyordu.
‘’Gelsene be, hadi yapalım şu keki de, akşam yemeğine başlayacağım sonra.’’
Genç yazdığı şeye göz atınca, istediğini tam olarak yazamamanın üzüntüsüyle, yüzünü ekşitiyordu. ‘Eve giderken kopartırım bu sayfayı, dur şunu dolabın üstüne koyayım’ diye düşünüp, defteri dolabın üstüne koymuştu.
Kadınla beraber genç kek yaparken, alakasız şeylerden konuşuyorlardı. İkisinin bu kadar samimi olması, küçüklükten geliyordu. Hala-amca çocukları olduklarından dolayı, birbirlerini çok iyi tanıyorlardı ve konuşacak pek çok konuları vardı.
Kek piştikten sonra, çocuklarla beraber oturup kek yemeye başlamışlardı. Kadın garip garip gence bakıyordu.
‘’Ne oldu be, kola içmiyorsun sen?’’
‘’Bıraktım!’’
‘’Bıraktın mı? İçki gibi söyledin ha!’’
‘’Aman…’’
‘’Ne oldu, hayırdır oğlum, sen kolasız durabilir miydin? Günde 3 litre kola içmeden rahat edemezdin.’’
‘’Çok kötü ediyor, mahvediyor beni. Daha çok maden suyu, kahve içiyorum artık!’’
‘’Eyi bakalım.’’
‘’Özlemiyor değilim tadını…’’
‘’Dur dur, evde vişne nektarı vardı.’’
‘’Maşallah, ne tezcansın sen ya?’’
‘’Eee, oğlum senin gibi tembel olsak bu evi nasıl idare ederdim ben?’’
‘’Haklısın, tembelin tekiyim ben. İşe yaramaz pisliğim biriyim.’’
‘’Ya öyle deme be! Saçmalama!’’
‘’Öyle öyle, sen beni gerçekten düşünüyorsun. Senin sözlerine itimat ediyorum.’’
Genç, abisi eve gelmeden dışarı çıkmıştı. Dışarıda kar hâlâ yağıyordu. Yengesinin söyledikleri aklının odalarında dolaşıp duruyordu. Canı sıkılmıştı. Her ne kadar yengesine karşı belli etmese de, söylenen sözlere gerçeklik payı veriyordu. Apartmanın içerisine aldığı köpek ortalarda gözükmüyordu. Belli ki kapıcı onu dışarı atmıştı.
Yolda yürürken düşünceler içinde yorulmaya başlamıştı. Düşüncelerini paylaşan bir yazarın söyledikleri aklına takılmıştı. Yengesi haklıydı. Boşu boşuna aynı daire etrafında dönüp duruyordu. Ama bu her hayat için geçerli bir şey değil miydi? İnsanın ne olduğu değil, nasıl olduğu daha önemli değil miydi?
Aklı karışmıştı. Goethe’nin Werther’i gibi mavi ceketi üzerinde, sarı pantolonu ile karın üzerine siyah botlarıyla basa basa yürüyordu. Şimdiye kadar yazılmış ve daha sonra yazılacak her şey bir ‘hiç’ olma yolunda insanı kendisine cezp ettiriyordu. Hiçbir manası yoktu aslında hayatın, aslında o kadar yazılanların; düşünülen şeylerin. Başarısız milyonlarca eser vardı; binlerce ziyan olmuş duygu, birikim ve aşk! Nasıl bir hayattı bu, nasıl insan yaşamak adına bu kadar kendine gaddar olabiliyordu? Milyonlarca harfin bekâretini bozmuyor muydu kadınlar, erkekler ve hatta çocuklar! Bozulan düzeni düzeltemeyen her yeni kelime, daha fazla ağırlık oluşturmuyor muydu insanların omuzlarında? Şiir miydi insanlığı mutlu kılacak, ya da ciddi ciddi adamların, kadınların yazdıkları makaleler mi? Denemeler, hiç denenmeyen de bahsedebilecek miydi? Saçma-sapan ifadelerin bollaştığı, duyguların refüze edildiği romanlar, öyküler daha fazla yük olmaktan başka ne işe yarayacaktı ki? Hiçbiri, hiçbir kimseyi mutlak gerçeğe yaklaştıramamışken dahi, nasıl bir gerçekliğe sahip olacaktık ki insanlık? Bütün yazarlar betimledikleri hayatlarda barışı ve mutluluğu, dünya huzurunu sağlayabildi mi şimdiye kadar? Kelime kelime hızlıca kendini tüketen ve kendini bir şey zanneden, çağında bir kült oluşumuna sahip olduğunu belirten yazanların, dünya barışına, huzuruna ve mutluğuna ne faydası olabilirdi ki?
Akşam Veli eve geldiğinde, eşinin ona anlatmak için biriktirdiği şeyleri dinlemeye başlamıştı. Kadın eşine kardeşinden bahsediyordu.
‘’Nasıl bir çocuk bu Veli? Allah için, çok seviyorum kendisini ama yeter böyle durduğu. Kendisini harap edip duruyor.’’
‘’Ne oldu yine?’’
‘’Ne olsun, aynı işte! İş bulup çalışsa, ne güzel olur! Sana bağlı yaşaması ne kadar mantıklı sence?’’
‘’Ne yapayım sen söyle? Kardeşim o; atsam atılmaz, satsam satılmaz.’’
‘’Sen bilirsin ama yine de sen ona akıl ver, iş bulup çalışsın!’’
‘’Bakarız.’’
Kadın yemek masası üzerine yemekleri hazırlarken, gençle beraber yaptıkları kekten parça parça ağzına alıyordu. Çocuklarının odasından gelen sesle, elinde masaya bırakmak için dolaptan çıkardığı porselen tabağı yere düşürdü. Veli bağırıp, çağırıyor; bilgisayar masasına yumruklarıyla vuruyordu.
‘’Allah kahretsin, lanet olsun böyle kardeşe. Bu ne böyle! Ben de seni adam zannediyordum.’’
‘’Ne oldu Veli, niye bağırıyorsun?’’
‘’Ne olsun, baksana yazdıklarına. Kaan geldi yanıma, ‘baba şu yukarıdan defterimi verir misin?’ dedi. Ben de defteri alıp, Kaan’a verdim. Sonra bir baktım, beş dakika sonra Ferda’nın elinde defterden kopartılmış bir kağıt parçası, dolaşıyor içeride.’’
‘’Eee, ne olmuş? Kardeşinle ne alakası var?’’
‘’Lanet olsun, benim kardeşim gaymiş, gay. Adam zannettiğimiz çocuk, travesti çıktı. Baksana, okusana yazdıklarını!’’
Kadın, gencin yazdıklarını okurken gülümsüyordu. Genç, yengesinin dediklerine içerlenmiş ve erkeklerle alakalı da değişik bir öykü yazmıştı. Fakat bir hata yapmıştı ki, geri dönülmez bir hataydı. Öyküde birinci tekil anlatım vardı. Kadın gülümserken, Veli hâlâ bağırıp, çağırıyordu.
‘’Haram olsun sana verdiğim paralar. Biz de gariptir, yardım edelim diyorduk. Lanet olsun senin gibi kardeşe. Artık nah alırsın benden para mara, nah! Lanet olsun, şerefsiz, namussuz herif…’’
-Son-
YORUMLAR
Güzeldi.. Vaktiyle blogda yazarken, birinci tekil cumlelerimin kahramanları erkekti.
Bir sürü kadın okuyucum vardı. Hele bir de mahlas kullanıyorsan , öyle tuhaf şeyler oluyor ki. Bir kadın aylarca beni eski sevgilisi sanıp resmen taciz etmişti..
Bence yazabilmek gerek .. Cinsiyetinden sıyrılmayi başaramayınca kısır bir döngüde saplanıp kalıyorsun zira..
Hürmetle..
harikaydı... öykü yazarken 1.tekil şahısı kullandığımızda, buradaki dostlar da, öyküdeki abi gibi davranıyorlar hemen...aksi gibi, ben de öyle yazmayı seviyorum, ama inanın ki, sırf bu kaygıdan dolayı 3.tekil şahsa geçiyorum. "ÖPÜCÜK TUTKUSU" diye bir öykü yazmıştım 1.tekil şahısla, sonra öyküyü elden geçirip 3.tekil şahısla yazdım, neden biliyor musunuz, ismi lazım değil, biri tarafından sapıklıkla itham edildiğim için...gene size yakışır, anlaqşılır kurgu ve cümleler ile yazılmış bir öyküydü, sıkılmadan okuduk...SAYGILAR ÜSTADIM