- 909 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
bitirdi beni gözleri- edebi değeri olmayan bir karalama-
Beynimin kıvrımlarında çalan çanların kuzguni seslerinde kaybolmuştu çocukluğum, her aşık akrebin maşuğu yelkovanla buluşması ömrümden gençliğimi de saat saat çalıyordu… Korkudan kaleler örmüştüm kalbimin etrafına ve aşk tuzakları kurmuştum çeşitli çeşitli. Duygularıma girmek isteyen herkesin düşmek mecburiyetinde kaldığı bu tuzaklardı aslında kalbimin bu derce taş kesmiş olmasının sebebi… Geçmişimin gagası saçlarımın arasında durup saç diplerimi çekiştirirken güvenin renkleri ulaşmıyordu maalesef gözlerimin önüne. Haklıları haksız çıkarıyordu ellerim kuyulardan… Aklımın kaybolduğu labirentleri de ben kurmuştum yoluma. Takılıp kalayım da dış âlemin katı gerçekliğiyle yüz yüze kaldığım zamanları bir daha yaşamayım diye… Ne işime yaradı ki dolambaçlı yollar? Aslında yanlışı onlar yaptılar bana , ilk dolambaçlı yolları bellettiler yarım aklıma, buradan gideceksin yol burasıdır dediler… Enginliği ve zorlukları gözümü damla damla korkuttu bu yolların… Sonra düz yolu gösterdiler , hani kestirme olanı… Korkunun siyah damlaları öylesine gözümü doldurmuştu ki bakmak dahi istemedim ne kadar düz olursa olsun yoldu bu ve yollar korkunç olurdu… öyle sandırmışlardı…
Karanfil kokulu odamda soluklardım ben her sabahı, yavaşça süzülürdü bedenim çetrefilli yollara ben karanfilin içinde kaybolurdum… Yıllarım geçmiş meğer karanfil yapraklarında. Ağlama karanfil dedikçe kanlar akmış kalbimden… Rakamlar durmadan tekerrür etmiş takvim sayfalarında, insanlar durmadan aynı şeyleri söylemiş, dünya dönmüş birkaç defa fark etmemişim… Değirmen öğütmüş insanları, yok olmuş değirmenlerde insanlıkları… Çoğunun çocuk ruhu toz zerrelerine karışmış yitik bir rüzgârla beraber ve çoğu… Çoğu… Çoğu onun gözlerinde takılmış… Hale hale akmış yanaklarımdan gözleri, süzülüp kalbine damlamış meğerse ruhsuzluğum… Hiçliğimi anlamadan yaşarken hiç olmadığımı haykırmış defalarca yüzüme, kulaklarımı çevreleyen toz bulutunu silip geçememiş ki sesi duyayım…
Yokluğumun boşluklarında kurduğum düzenimde otururken anladım nedense gözlerini… Gözlerinin ölüm olduğunu, ölümüm olduğunu… (senin şiirden hatice=] ..)
Amaçsız yaşamımın allak bullak yollarında kıvrım kıvrım ilerlerken neden amaçsız olmak zorunda diye sordum kendi kendime olduğum yerde durup. İnsanların iki dudağı arasından anlamsızca çıkıp kulaklarda mana yüklenerek sayısız kural halini alan kelimelere uymak istemediğim için amaçsızlığıma çare aramadığım neden? Savrulup gittiğim git gide gözlerine neden? Bırak her şeyi gözlerinde yok olmam neden?
Kalbimin iki atışı arasında atmayan o şey yüzünden ölüyordum ben ay bağlandığı demir zincirlerle gökyüzüne her çekilişinde… Etrafımı çevreleyen yoğun siyah sis her soluğunda kalbimi dağlayan sigara kokusu gibi çevrelemişken etrafımı yaşadığım her dakika için daha çok ölüyordum… (Varken yoktum zaten… Ya yok olsam? O zaman var olur muydum zehir gibi gözlerinin içinde. Var olduğumu söylediği yerde var mıydım ?)
Acının sakin sakin vücuduma yayılıp her azamı yavaş yavaş eritmesinden yakındığım yoktu geceleri… Ben karanfil kokulu yaseminlerin içinde , maskelerin ardından bakan insanların yüzünde peyda olmaya alışkındım zaten. Alışkın olmadığım mutlu hayallerdi… Geleceğe dair umutlardı… Hiç bitmeyen ve hiç gerçek olmayan umutlardı…umutlarımın yükünü omzumdan atıp rahatlamıştım ben yıllardır… Gençliğimi dakikalara harcatıyordum ki aslı olmayan hayat aslını bulsun elbet. Kalbim delinsin de aşklarım altına akıp yavaş yavaş terk etsin beni… kavgalarım başlasın gündüzlerle.
Gözleri… Gözleri… Gözleri…