Umutlu
Pelteleşmiş mavi gökyüzüne uzanan yaşlı
kiraz ağacı, baharla birlik olmuş doğada ki hayranlarına öpücük
saçıyordu.
Önce heyecanla uyandı kış uykusundan,
gerindi şöyle bir, kocaman esnedi, her yanı tomurcuk oluverdi.
Silkelendi her dilde; yeşilce, mavice,
beyazca... Kendi dilince, özgürce... Dansa kaldırdı tüm çiçeklerini,
çiçekleri; her notadan farklı türkülerden kokular saçtı aydınlığa.
Yapraklarının ardından kırmızının en ama en kıskandığı kırmızılarını
takındı yaşlı ağaç.
Yemyeşil yapraklarının arasında farklı bir
yaprak vardı, hayata hep umutla baktığından arkadaşları ona
“Umutlu” Adını vermişlerdi..
Bir gün, Umutlu; rüzgârla
sohbet ediyordu:
"Rüzgâr çok merak ediyorum; anlattığın
yerleri bir gün ben de görebilir miyim, gidebilir miyim
oralara?"
"Tabii, gidersin umutlu... Ama tüm
arkadaşlarını, kardeşlerini kısaca aileni geride bırakabilir misin? Belki
de hiç geri dönmemek üzere gidebilecek misin?
Umutlu’yu derin bir sessizlik kapladı,
başını öne eğdi, düşündü... Rüzgâr uzaklara doğru çoktan yol almıştı bile.
Etrafına baktı Umutlu; annesinin sıcak
kucağını özleyecekti. Baktı kardeşlerine, arkadaşlarına... O gece sabaha
kadar uyumadı.
Sabah olduğunda kararını anca verebilmişti;
hepsini de çok seviyordu ama dışarılarda bir yerlerde görmesi gereken,
kendisini kendi yapacak bir şeyler vardı! Orada olmalıydı, görmeliydi, hem
niye geri dönemeyecekti ki? Ama o buraya aitti!
Hayır, sadece buraya ait olmak istemiyordu
işte!
Umutlu, büyük bir heyecanla kardeşleri
yapraklara açtı konuyu; yalnız gitmek istemiyordu. Özgürlüğü paylaşacak
birileri daha olsun istiyordu yanında fakat hiç biri bunu kabul
etmediler.
Kardeşleri:
"Kardeşim dışarıda nasıl bir yer var
bilmiyoruz. Hem biz buraya aitiz, her şeyimiz var , biz burada mutluyuz."
Dediler.
Belki de doğru söylüyorlardı; sonuçta mutlu
olduğun yer değil midir hayat?
Umutlu;
"Hep burada kalıp, yok olup gitmek size acı
vermiyor mu yani?" Dedi.
"Biz böyle bir hata asla yapamayız, kim
bilir başına neler gelecek. Niye bizi de götürmek istiyorsun?" Diye cevap
verdi kardeşleri.
"Peki..." Dedi Umutlu. Anlamıştı herkes
halinden memnundu. Kardeşleri, kiraz arkadaşları, karıncalar hepsi
mutluydular ama o kararını vermişti, gidecekti, hepsiyle vedalaştı.
Umutlunun annesi, duygularını kalın ve yaşlı
gövdesine gizlemişti, Umutluya bir öpücük kondurarak:
"Hadi git meleğim, mademki istiyorsun seni
kim durdurabilir ki?" Dedi. Umutlu biraz buruk biraz da heyecanla rüzgâra
elini uzattı ve rüzgâr onu annesinin gövdesinden şefkatle koparıp aldı,
özgürdü artık; uçuyor, zıplıyor, kâh ağaçlara konuyor kâh kuşlarla oradan
oraya sürükleniyordu.
Aylar geçmişti, Umutlunun dostu rüzgârla çok güzel bir
arkadaşlığı olmuştu, artık hiç ayrılmıyorlardı, öyle delicesine
uçuşmuşlardı ki öyle sevgiliydiler ki; görenler baba oğul sanabilirlerdi.
Bir gölün üzerine uzandılar; sudan hafif
olduklarından batmaları söz konusu değildi, sadece
süzülüyorlardı.
Gece yıldızların yarısı üzerlerini örterken,
yarısı da altlarına çarşaf gibi yayılmıştı. Uzunca sohbet ettiler ardından
rüzgar güzel bir şarkı tutturuverdi.
Melodisi çok hoştu, o kadar hafif, o kadar hisli. Yalnız
yaşamaya alışmış Ay da
katıldı fısıltılarına, çok mutluydu Umutlu.
Sabah güneşle de samimi olmuşlardı... Çeşit
çeşit hayvanlarla, bitkilerle tanışmıştı; âlem sanki onun etrafında gül
tohumları ekiyordu.
Rüzgâr, Umutluyu okyanusa götürdü, okyanus
onu avucuna aldı, köpürdü, bir dev oldu ve birlikte kıyıya doğru sortiye
geçtiler.
Okyanus dalgalanıyor, coşuyor,
hırçınlaşıyor, Umutlu hem çırpınıyor hem gülüyordu. Muhteşem bir
salsa yapıyorlardı birlikte ve okyanus umutluyu sakince kumlara
bıraktı.
Esmer ve tuzlu su güneşe direnircesine göğe yükseldi ve
heybetini bulutlara serercesine şaha kalkarak Umutluya "hoşça kal..." Dedi.
Rüzgâr yeniden kollarına almıştı Umutluyu;
uzaklara büyük bir şehre götürdü.
Adeta şehrin hışırtısına baş kaldırmış bir
gökdelenin üzerinde insanları seyre koyuldular...
Umutlu:
"Ne kadar çok insan var
burada!"
"Burası onların yaşadığı
yer."
"Söylesene arkadaşım, bu taşları neden
biriktirmişler?"
Rüzgâr gürültüyle gülerek cevap
verdi:
"Evleri, yuvaları onlar, insanlar
içinde güvende olurlar."
"Aaa, neden korkuyorlar?
"Hımm... Hava şartlarından mesela; onlar
senin gibi şartlara uyum sağlayamadıklarından, şartları kendilerine
uydururlar... Tabii bir de diğer insanlardan korunurlar!"
"Nasıl insanlardan
anlamadım?!"
"İnsanoğlu öyle güzel bir canlıdır ki;
her şey onlar için vardır, biz bile! Ve onlar o kadar acımasızlardır ki
bizlere ve kendilerine zarar verebilirler.
Umutlu:
"Hem tatlı hem acı! Diye
mırıldandı."
Umutlu rüzgârın son sözlerini pek
anlamamıştı ama aşağıda koşuşturan insanlara dalıvermişti, onları o kadar
muhteşem buluyordu ki; insan olmanın nasıl bir şey olduğunu merak eder
olmuştu... Hepsi bir amaca hizmet ediyorlardı sanki. Bir çocuk kuşlara yem
atıyor biri de önündeki tezgâhtan ona atması için yem veriyordu ve çocuğun
yanında ki kadında yemciye kâğıt parçaları uzatıyordu. Bir kalabalık
diğerine kafa tutuyor fakat her biri ayrı yol buluyordu kendine. Bir nehir
vardı aşağıda; koca koca taşları önce taşımış sonra onları olduğu yerde
şekle sokmuştu bu nehir!
Umutlu, birden tepesinde oturduğu on
katlı binadan kendini boşluğa bıraktı, özgürce uçuyordu... Nasıl olsa
rüzgârı onu tutardı ve öylede oldu. İnsanların arasından geçiyorlardı.
Umutlu insanların üzerine konuyor onların kokusunu hissetmek istiyordu!
İnsan kokusu nasıl bir şeydi acaba? Rüzgâr her seferinde onu korurcasına
alıp götürüyor Umutlu tekrar yapıyordu...
Aniden Umutlu derin bir yorgunluk hissetti,
yere yığılıp kalmıştı, üşüyordu; yaz geçmiş sonbahar o bronz buğusunu
üflemişti. Her yanda onun gibi sararmış solmuş yapraklar
yatıyordu!
Rüzgârı onu yavaşça tuttuğu
sırada;
Umutlu:
"Götür beni rüzgârım, götür ne olur..."
Dedi.
Maceranın sonu gelmişti; rüzgâr her şeyin
farkındaydı.
Bu defa sendeleyerek taşıdı annesinin yanına
rüzgâr Umutluyu. Ama çok geçti; annesi çoktan uykuya
dalmıştı.
Yaprak kardeşlerinin bir kaçı öylece yerde
kıpırdamadan yatıyorlardı artık onlar için de çok geçti.
Rüzgâr, yavaşça Umutluyu annesinin yanına
yere bıraktı, umutlu yorgun ama ışıl ışıl gözleriyle, derin derin rüzgâra
baktı. Rüzgâr doyamadığı arkadaşına ani bir refleksle sıkıca sarılıverdi...
İşte tam bu sırada güneş umutluya bakıyordu; sararmış
solmuş o kadar çok yaprağın arasında kendisi gibi parlayan Umutluyu fark
etmesi hiçte güç olmamıştı; bir tek o ışıl ışıldı, bir tek o farklıydı.
Rüzgâr son bir öpücük kondurdu arkadaşının
yanağına ve Umutlu rüzgârın hüznünü görerek:
"Üzülme rüzgârım; çok ama çok mutluyum o
kadar ki; biraz daha yaşasaydım bu kadar mutlu hissedemezdim herhalde..."
O artık Umutlu değil MUTLUYDU!
Rüzgâr, ayrılırken bir damla gözyaşı
düşürdü, ardından gökyüzüne uzandı ve damlalar çoğaldı; yağmur
yağıyordu!
YORUMLAR
çok beğenerek okudum..
tebrik ederim..
verdiğiniz ruh ile hareket eden varlıklar kalemin ucunda capcanlı duruyor..
sevgilerimle..
işgal
değerli yorumun için teşekkürler
işgal
herşeye rağmen yaşıyorsak, herşeye rağmen mutlu da olabiliriz...
saygılar benden
hayırlı cumalalrla...