- 1029 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KİRACI
İnsan her zaman hayatta zorluklarla karşılaşır. Bunları aşması; kişinin hayatla ve dünyayla ilgili düşünce yapısına bağlıdır. Bu yazıda sizlere, hayatımın büyük bir bölümünü işgal eden kiracılıktan bahsedeceğim.
Boşuna dememişler; “ Dünyada mekan, ahirette iman” diye. Dünya hayatı her ne kadar da geçici olsa da, insan oğlunun bu yaratılışında var. En iyiye sahip olmak, en güzelini istemek arzusudur bu. Tabi bunları insan, kendi kuvveti dahilinde başarabilmektedir. Bunlar arasında, barınma ihtiyacı en başta gelen, ihtiyaçlarındandır. Sade insan oğlu mu? Bütün canlılar da var, barınma ihtiyacı.
Kendimi bildim, bileli, küçüklükten beri hiç kendimize ait doğru dürüst bir evimiz olmadı. Sadece hatırladığım; Adana’da, eski cezaevinin yanında bir evimiz olduğuydu. Büyükçe bir havlusu vardı. İçinde bir muz ağacının olduğu, bir köpeğimizin olduğu kocaman bir havluydu. Akşamları yemeğimizi, bu havluda yerdik. Bunlar o zamanlara ait hayal meyal hatırladığım şeylerdi. Ben beş yaşındayken, bizimkiler bu evi sattılar, ve böylece yaklaşık yedi yıl süren bir Diyarbakır maceramız da böylelikle başlamış, oldu. Bu zamandan sonra da bir daha da kendimize ait hiç evimiz olmadı.
Bir çok ev değiştirdik. Bu konuda işin aslı; çok da rezillik çektik. Annemle ev aradığımız zamanlar oldu. Hiç unutmam, yine ev aradığımız bir zaman, annem elimi tutmuş, bana “ Dünyada en zor şey kiracılıktır .” diyordu. İnsanın sıkıntısı kendi için her zaman büyüktür ya, annem de öyle düşünüyordu, işte garibim.
Yıllar geçti, biz de memur olduk. İlk olarak İstanbul’a atandım. Beş yılım geçti, koca İstanbul’da. Ama kiracılık denen illet orada da yakamı bırakmamıştı. Yine ev aramalar, yine cadde cadde, sokak sokak gezmelerim başlamış, oldu. Her gittiğim yerde, sorun bekarlığımdı. O ev senin, bu ev benim gez babam gez. Hele hiç unutmam, o ilk İstanbul’a gittiğim zamanlarda ev ararken, camında kiralık yazan bir ev görüp, yanaşıp sormuştum. Çıkan yaşlıca teyze bana “ İyi de evladım, ben seni tanımıyorum ki ” demişti. Ben de sinirlenip, “ O zaman teyze, şu cama astığınız kağıdın üzerine; sadece tanıdığa verilir diye, yazın da biz de sormayalım ” demiştim. Kendi kendime “ Ulan! Günün birinde bir evim olursa, sadece bekarlara vereceğim. Onlara da alın iyice tepinin diyeceğim ” diyordum. İstanbul’da, öyle ya da böyle beş yılım geçti. Bu süre zarfında; kimi zaman yalnız, kimi zaman çeşitli memur arkadaşlarla ev paylaştığımız oldu. O beş yılın sonunda, tayinim çıktı ve kendimi Ağrı-Doğubayazıt’ta buldum.
Burada da, yine malum konu aynı. Bekar olduğum için ev sorunu var, bendeniz için. Gittikten bir ay sonra, zor da olsa sobalı bir ev buldum. Tabi oraların kış mevsiminin zorluğunu hesaba katmadığım için, ileriki zamanların benim için ne kadar zor olacağını, tahmin etmemiştim. Kış ayı gelip de evin suları donmaz mı? Eve yakındaki petrol istasyonundan su taşımalarım da böylece başlamış, oldu. Geceleri çalıştığım zamanlar ise, sağolsun şoför arkadaşın zırhlı aracıyla petrole gidip, eve su getirdiğimiz anlar da oldu. Neyse ki o evden yaza doğru çıktım ve kendime kaloriferli bir ev buldum. Fakat bu pasajdan bozma olan binadaki evler çok büyüktü. Benim ev en üst kattaydı ve evin içinde tamı tamına yaklaşık uzunluğu bir buçuk metre olan, dokuz tane kalorifer peteği bulunmaktaydı. Bunu mukabil ise; ev iyi bir şekilde ısınmıyordu. Bu evde yine sorunluydu, benim için. Doğubayazıt’ta da üç yılım geçti. Sonrası ver elini, İzmir-Seferihisar.
Doğubayazıt’tan sonra, Seferihisar bana iyi gelmişti. Burada, bekarlığım hiç sorun olmamıştı. Ev ararken insanlar bana; “ Evli misin ?” yerine, “ Ne iş yapıyorsun ?” diyorlardı. Ben de “ Memurum ” deyince, evlerini bana kiralamak istiyorlardı. Hatta fiyat konusunda bile bana kolaylık gösteriyorlardı. Bu beni oldukça şaşırtmıştı, doğrusu. Ne bileyim? Diğer yerler de hep öyle görünce, insan gerçekten de şaşırıyor. Bu diğer yandan, buraların diğer yerlere göre, düşünce olarak, muhafazakar olmadığını da gösteriyordu. Burada da bir yıl sobalı bir evde oturdum. Ondan sonra, araya iki aylık bir Siirt görevi sıkıştırdım. Oradan geldikten sonra da kaloriferli bir eve geçtim ve memuriyet hayatımda, ilk kez sıcak bir evle karşılaşmış oldum.
En büyük şansımsa; her ne kadar ev aramakta zorluk çeksem de gittiğim yerlerde, ev sahiplerimin hepsi birbirinden iyiydiler. Öyle de olsa, yine de insanın kendi evi gibisi yok derim, ben.
Saygılarımla.
YORUMLAR
Ahh onmaz yarama parmak bastınız. Çok gerekli gibi tüm aile akraba Sivasta olduğu halde, tutup savrulup kaybolup gittiğimiz İzmire taşındık.Zengin akraba taallukatın içinde babamdan başka devlet demir yolunda usta başı yoktu soyunda. Bizde onun çocukları, 4 oğlan bir kız. Ev vermezlerdi kiralık bize. 5 çocuklu adama kim ev verir. Sonunda acele emekli olup ev aldı. Tabiki oğullarını ceketini satıp okuttuğu için onlarında evi hatta yedek evleri bile var. Ben koleje kazandığım halde kız diye verilmedim. Şu bu, hala evim yok. Kiracılığın zilleti uhde oldu yüreğime oturdu. Ellibir yaşına girdim, saydım bu 29 uncu ev. Yazsam o da roman olur. Neler, neler, gördüm. Şizofren ihtiyar komşular, dul çılgın sendromlu kadınlar. Herkesi masum melek sanardım yıllar önce, insan sarrafı oldum. Sizi bizi tüm kardeşlerimi Allah kurtarsın kiracılıktan saygılarımla..