- 644 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İliryalı / V
Gökyüzü giderek kararmaya başladı. Sert bir rüzgâr pencere aralığından süzülüp perdeyi Terzi’nin yüzüne doğru savurdu. Dışarısı korkunç ayazdı. Dakikalarca göğe baktı. Kollarıyla sımsıkı sardı kendini. Duygulanmıştı. Sessizce pencereyi kapattı. Ne ay, ne yıldızlar, ne de kırdaki ağaçlar görünmüyordu artık..
‘İşle Lipoendra, sağlam kasnağa tutunan ellerin var’’
Kırdaki küçük tepeciklerin ardında kurtlar ulumaya başladı. Bir an yüreğinin kanadığını hissetti. Küçük el aynasını alıp yüzüne baktı. Gözlerinden kalın bir toz bulutu geçti. Bir küfür savurdu ve alnına düşen bir parça saçı arkaya doğru düzelterek mırıldandı.
‘Bunların önüne İliryalı’nın dağ gibi yığdığı kemikleri atmak lazım ki ulumaları dursun’
Odanın içinde aranmaya başladı. Ters çevirdiği kasnağı bıraktığı yerden alıp uzun uzun baktı. Gecenin gölgesi üzerine düşmüştü. Aniden kasnağı düz çevirip işlemeye başladı.
“İlirya’lı bana lazım’ dedi ‘’Onda cehennem tutkusu var. Tanrıların sert rüzgârını sırtında taşıyan acımasız bir adam ve bana baktığı zaman çırpınan bir balığın gözleri. Onu istediğini hissetti.
Soğuk iliklerine kadar işledi. Titriyordu. Eli büyümüş karnına gitti. Parmaklarını açarak karnının üstünü ısıtmaya çalıştı. Tenini geren bebeğinin ayak topuklarını derisinin üstünden sevdi, okşadı. ‘ Bir kız ‘ dedi .’Kaşları annesine benzemeli’
Bir süre daha işlemeye devam etti. Her şeyin İlirya’lı için yolunda gittiğine emin olduktan sonra kasnağı yan tarafa bıraktı.Korkuyordu. Bebeği için. Herkesin kaderini işleyen tanrıça gözlerindeki yaşı yanaklarına bıraktı.
“İliryalı gözyaşlarımı görse nasıl davranırdı acaba.’’
‘ Ağlama kadın, sen ağladığın zaman kılıcımın eridiğini görüyorum. Ne kadar lanet olası bulut varsa önüme çıkıyor. Sinirden yüzüm kasılıyor, yorgunluğumu unutamıyorum. İste ayaklarına sereyim her şeyi, güneşi kırpayım saçlarına, dayanamıyorum bu aptal ağlamana ‘’
Gülümsedi .Kendini toparlamaya karar verdi. Yatağın içine girip yorganı göğsüne çekerek başını yastığa düşürdü.
Verçenik ve Kavrun dağlarının tepesinde güneş parlıyordu. Gölün kenarına biriken kırmızı, mor mavi balıklar büyük yeşil bir yaprağın üstündeki bebeği ahenkli dalgaların arasında sallıyordu. Bebek durmadan ağlıyordu. Bulut dağının tepesindeki sisler gölü yutmak üzereydi.
Lipoendra gözlerinde yoğunlaşan bulanığı elleriyle yok etti. Kalkıp oturmak istedi ama bunu başaramadı. Karnına irice bir yastık koyup yatağın içinde büzülmeye başladı. Kıvrandıkça bebeği için korkuyordu. Yastığı derisinin altına yerleştirdi. Belinde ve kasıklarında kesik aralıklarla patlamalar oluyordu.
Gecenin sessizliğinde ve İliryalı’nın olmadığı bir anda doğum sancıları başlamıştı. Bir çığlık arkadan peşi sıra gelen çığlıklar odanın duvarlarına çarparak kendisine döndü. Rüzgâr kısık lambayı söndürdü. Sadece bebeğinin kalp atışlarını duyuyordu. Hızlı bir hareketle üstündekileri çıkarıp odanın içine fırlattı. . Acıları, sancıları, kasılmaları, çığlığı korku ve yalnızlığı dışardaki kurt ulumalarına karıştı.
“Bu gece kendi kaderini belirle Terzi, ayağa kalk ve işlemeye başla...”
Belinde ve bacaklarında uyuşmalar başladı. Kasnağı buldu ve bacaklarını açarak işlemeye başladı. Her iğne atışında bedeni yay gibi gerildi. İpliğin her gerilişinde karnındaki bebeğin aşağıya doğru kaydığını hissetti. İpliğin her kıvrılışında kesik kesik nefes alıp vermeye başladı.
“Acı Lipoendra ,acıt kendini, bu iğne kanamaları ikinizin kurtuluşu olacak.”
Lipoendra son bir hamleyle elindeki ipi işaret parmağının ucuna dolayıp kopardı. Bebeğinin göbek bağını dişleriyle kesip fırlattı. Onu karnının üstüne aldı.
Pencereden yansıyan ay ışığına baktı. Eğilip küçük kızın kulağına fısıldadı…
‘Leylifer, leylifer , leylifer ’...
lacivertiğnedenlik/ chaotica