28
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3303
Okunma


Ahmet Büke’nin kalemiyle ilk kez sitemizin Kültür Sanat Haberleri bölümündeki bir duyuruyla tanışmıştım. Bu kadar ödül alan yazarı merak ettim ve internette bir öyküsünü buldum. O öyküyü kaç kez okudum hatırlamıyorum. Fakat tarzıyla, hiçbir kurala uymayışıyla, bildiğimiz dilden, abartısız bir şekilde, her birimizin içinden mutlaka geçmiş duyguları anlatışıyla farklı bir yazarla karşı karşıya olduğumu anladım. Ertesi gün bütün kitaplarını aldım.
Okumayı çok severim. Ama hiçbir kitabı bir günde bitirebilecek kadar sabırlı olamadım hiç ne yazık ki. Ta ki Ahmet Büke’nin öyküleriyle tanışana kadar.
Öykücülüğün bittiğinin düşünüldüğü bir ortamda, öykünün romandan arta kalan zamanlarda hobi olarak ele alındığı şu zamanda. ısrarla "Tamam anladık: bu dünyaya ve size sadece öykü yazarak tahammül edebilir insan” diyen sayın Ahmet Büke’ye sizin için birkaç soru sorduk. Gerisini yazarımızdan dinlemeye ne dersiniz?
A.ENGİNDENİZ: Sayın Ahmet BÜKE, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
AHMET BÜKE: 1970 yılında Manisa’nın Gördes ilçesinde doğdum ve büyüdüm. İzmir, Ankara ve yeniden İzmir’de süren uzun bir öğrencilik hayatım oldu. Değişik işlerde çalıştım. Sonra öykü yazmaya başladım. Ama öykü yazarken de başka işlerde çalıştım hep.
A.ENGİNDENİZ: Size ilk sormak istediğim; Ahmet BÜKE kim için yazıyor? Neden?
AHMET BÜKE: Yazınca kendimi iyi hissediyorum. Bir işe yaradım sonunda, diyorum. O yüzden galiba önce kendim için yazıyorum. Babam sağken, yazdıklarımı okutmak hoşuma giderdi. Alamadığım eksik aferinleri aldım diye düşünürdüm.
A.ENGİNDENİZ: Çeşitli internet dergilerinde ve sitelerinde yazdığınızı biliyoruz. Bunun şu anki kariyerinize katkısı olduğunu söyleyebilir misiniz?
AHMET BÜKE: Öykücünün bir kariyeri olmaz sanırım. Olsa da başarısız bir kariyer sayılır. Giderek daha az okunan bir tür çünkü. Ama oralarda yazmak öykü serüvenim için iyi oldu mu? Evet, oldu. İnternet, yazıdan sonra insanlığın en büyük icadı bence.
A.ENGİNDENİZ: Kitaplarınız çeşitli ödüller aldı. Öyküye merhabanız da bir yarışma dolayısıyla olmuş. Ülke genelinde yapılan edebi yarışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu yarışmalar edebiyat ve yeni kalemler için şans mıdır?
AHMET BÜKE: Yarışmaları bir çırpıda değerlendirmek zor. Ama bence daha çok genç yeteneklere fırsat verilirse edebiyat için daha iyi olur, diye düşünüyorum.
A.ENGİNDENİZ : Öykülerinizin başlıkları bile son derece özgün ve dikkat çekici. Daha ilk etapta okuru avucunun içine almayı başarıyor eser. “Ruhi Bey, Biz Hepimiz Nasılız?” “Alo Burada Bir Sorunumuz Var” “ Tok Uyku: Utanır Gibi Oldum Senden” “Kemik Suyuna Köpek ve Hayalden Yaşadı Onlar” gibi öykü başlıklarınız ilk aklıma gelenler.
Biliyoruz ki, başlık bir eserin anahtarıdır. Aynı zamanda özetidir bir yerde. Sizin eserlerinizde başlıktan mı öykü doğar, yoksa öyküyü başlık mı doğurur?
AHMET BÜKE: Ne yazacağımı pek bilmeden yazmaya başlıyorum genelde. Dolayısıyla başlık da çoğu zaman öykünün ortasında ya da bittiğinde aklıma düşüyor.
A.ENGİNDENİZ: Yazmak çoğu zaman sancılı bir eylemdir. Bazen aşk ile öyle ani bir giriş yaparız ki, zincirlerimiz canımızı acıtır; bazen durağan suskunluğumuzla söyleyemediklerimizin ateşi içinde yanarız.
Ahmet Büke öykülemede sınır tanır mı? “Bunu yazamam” dediği durumlar var mıdır?
AHMET BÜKE: Yazmak sancılı gelmiyor bana. Aksine, dünyanın en kolay ve güzel işlerinden biri gibi geliyor. İnsanların inançlarını, cinsel yönelimlerini ve etnik kimliklerini rencide eden şeyleri yazmam, derim hep. Tabii bu konular bazen çok genişliyor. Ama her zaman tetikte olmanın faydası var.
A. ENGİNDENİZ: İlk dört kitabınızda arada sıkışmış insanları, küçük, ekmek kokulu hayatları, kandırılmış bir tevekkülle hayata tutunmuş delileri kaleme aldınız. Öyküleriniz nükteli bir üslupla yazılmış olmasına rağmen, finallerinde ince hüzünler var. İki duygunun hayat içindeki sarmal akışı okura şiirsel bir dille sunulmuş. Unuttuğumuz taş sokakları, unuttuğumuz kadınları ve erkekleri, unuttuğumuz sokak esnaflarını ve unuttuğumuz mavi denizi hemen bütün öykülerinizin orta yerine oturtmuşsunuz. Zaman içinde geri dönüşler ise, sizin öykülerinizin en duygulu bölümleri.
“Annem de görmüş babamı. Ağlayıp gözlerini perdeye silmiş. O leke kaldı orada. Ortası koyu, kenarlara gittikçe duman gibi açılıyor. Bilmiyorlar bunu. Acıdan leke çıkmaz. Acı zaten yerinden kalkmaz. Taş ve dağdır. Taşları üst üste dizip üzerine toprak, toprağa da ağaç ve zeytin, ot, böcek koyarsan dağ olur. Perdeden yayıldı bütün eve leke. Duvarlara kirli damar attı. Çatallarının ucu parçalanıp dağıldı. Tavan doldu, damlayıp halıların üzerine birikti. Katı kuleler oldu odalarda. Divan örtüsüne bulaştı. İçi saman dolu kalıp gibi sert duran yastıklarımız kirlendi. Koştum, gördüm. /Kumrunun Gördüğü ”
Bu geri dönüşler mi Ahmet Büke’yi zamanın metalik ve paslı kalıplarından dışarı çıkaran. Ahmet Büke’nin de geçmişi anınca sızlayan bir yanı var mı ve bu öykülere yansıyor mu?
AHMET BÜKE: Öykücünün hamuru hayat ve öykücü de hayatın tam içinde. Dolayısıyla kendinizden bir parçanın olmaması mümkün değil. Ama bunun da bir ayarı olmalı. Çok fazla kendinizi ve geçmişinizi anlatmaya başlayınca başka bir şey oluyor. Yazar metnin her yerinde olmamalı. Ben metni, genlere benzetiyorum. Genler de bizi kendilerini geleceğe devretmek için bir bakıma bir “araç” gibi kullanırlar. Edebiyat, yazarlardan daha kıymetli.
A. ENGİNDENİZ: Herkesin olduğu gibi sizin de bir dünya görüşünüz var. Zaman zaman öykülerinizde siyasetin getirdiği toplumsal travmaların fotoğrafını görüyoruz. Hayat görüşünüzü ,ya da siyaseti diyelim; öyküye gömmeyi öyle ustalıklı bir şekilde başarmışsınız ki, hiçbir okurunuz kollarınızın dışında kalmıyor ve ötekileşmiyor.
Bu bağlamda sormak istiyorum; Ahmet BÜKE’nin “kitabında” siyaset var mıdır?
AHMET BÜKE: Politikanın olmadığı bir boşluk yok hayatta. Edebiyat da bundan azade değil. Öykücü Cemal Şakar’ın lafıyla yanıt vereyim: “Edebiyat bir ideoloji değildir, ama sonuna kadar ideolojiktir.”
A. ENGİDENİZ: Son kitabınız Ekmek ve Zeytin diğer kitaplarınızdan daha farklı. Yine arada kalmış, önemsenmemiş, ya da çok sıradan bulundukları için izlemeye gerek duyulmamış insanları kaleme almışsınız. Fakat bu öykülerinizde bariz bir ironi hakim. Diğer kitaplarınızdaki çocuk ve delikanlılar büyümüş, anneler nineye dönmüş. Evler sokaklar silinip, yenileri çizilmiş. Böylece kahramanlar “ötelendiklerinin” farkına varmışlar sanki. “Ötekilerin” kıstırılmış ama delici çığlıkları ince imgelere sarılmış, fakat hep yüzde tutulmuş.
Sizin gözünüzde Ekmek ve Zeytin’in diğer kitaplarınızdan farkı nedir?
AHMET BÜKE: Olgunluk dönemine giriş eseri gibi geliyor bana. Nitelik olarak değil yaş olarak. Kırkımı devirdim bu kitapla. Umarım bundan sonra yazdıklarım da daha olgun olur.
A.ENGİNDENİZ: Bir öykü nasıl doğar? Nelerden sonra somut hale dönüşür?
AHMET BÜKE : Daha çok bir hisle başlıyor. Gelip konuyor içime. Biraz onunla oynuyorum. Sonra oturup yazıyorum. Hızlı oluyor her şey.
A. ENGİNDENİZ: Sizce edebiyatın eğitmek ya da öğretmek gibi bir misyonu olmalı mıdır?
AHMET BÜKE: “Eğitmek”, “öğretmek”, “bilinçlendirmek” gibi kavramları duyunca hızla oradan kaçmak istiyorum. Edebiyat dünyayı ve insanı anlamaya bizi yaklaştırır. Okuyan insanların önemli bir kısmı yazanlardan daha çok vakıftır birçok şeye. Kimse kimseye bilinç taşımasın. Bu ayıp zira. Birbirimizi anlayalım, yeter.
A.ENGİNDENİZ: Öyküleriniz genel olarak bir şekilde “kırılmış ocaklar” etrafında dönüyor. Olmayan, ya da sert mizaçlı babalar, daima hüzünlü anneler, dede ve nineler görüyoruz. Özellikle dede ve anne karakterleri şiir gibi bir dille anlatılıyor. Bu karakterlerin okura geçirdiği duygu genelde hep hüzün. Fakat mayhoş ve tatlı bir hüzün bu. “Hiç” adlı öykünüzde bir oğlun babasının ölümüne tepkisini görüyoruz. Onda da hüzün var ama abacı…Herkesin kendinden bir tutam bulabileceği acılar yaşanmışlıklar ve hüzünler…
“….
Tam da o anda dedesi geçti yanından.
“Lawo, cay berbena?”
“ Ağlamıyorum ki,” dedi.
Kokuyu yataktan alıp babanın üzerine serpti.
Gidemesinler diye topuklarını soydu. Hem annenin, hem babanın.
…
Ama şimdi de büyük hala geldi işte.
“Tû germ wazena?”
Yok içmem ben çorba. Anne geldi, biliyor musun hala? Dedi ki sen neden ağlıyorsun, dedi ki sen neden içmedin çorbanı, baba gelecek kızacak sana. Baba gelecek işte. Onu götürdükleri gibi getirecekler.”
…
Hala dokununca dala açmayan çiçek açtı.
Sonra çocuğun kulağına eğildi. “ Bu çocuk büyüyecek. Bu çiçek açacak. Bu kuş uçacak. O karıncayı yiyecek. Yuvaya haber gidecek. Başka karınca gelecek. Bu çocuk büyüyecek. Bebeleri olacak. Bu çiçek açacak…
…./Ekmek ve Zeytin/Bu Karınca Gelecek
Neden öykülerinizde aile ve hüzün bu kadar iç içe?
AHMET BÜKE: Aile ile zamanın bir benzerliği var bence. İkisi de geriye dönmüyor, ikisi de tükeniyor ve yitiriyorsunuz.
A. ENGİNDENİZ: “Hepsi hikaye” mi?
AHMET BÜKE: Geriye kalan da hikâye …
A. ENGİNDENİZ: Son olarak; öykü yazmak hevesinde olan arkadaşlarımıza neler söylemek istersiniz?
AHMET BÜKE: Heves, en iyi tavsiyeden bile daha iyidir. Bence kimseyi dinlememek, burnunun dikine gitmek en iyisi.
A.ENGİNDENİZ : Öykünün ve öykücülüğün sihirli dünyasında, kısa bir an da olsa bizimle olduğunuz için teşekkür ediyorum sayın Ahmet BÜKE.
AHMET BÜKE: Ben teşekkür ediyorum.
ESERLERİ:
İzmir Postasının Adamları
Çiğdem Külahı
Kumrunun Gördüğü
Alnı Mavide
Ekmek ve Zeytin
Hepinize iyi okumalar ve yazmalar sevgili arkadaşlar.
...ENGİNDENİZ...