- 819 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM KÖYDEN MEKTUPLAR - 2
Sevgili Oğlum Mehmet Ali, 2.
Senden bir mektup gelecek diye ümit edip, yollara baktık. Nihayet postacı mektubunu dün getirince ananla birlikte sevince gark olduk.
Sana, bu mektupta, köyümüzdeki son zamanlarda cereyan eden televizyon ve radyo meraklıları üzerine bazı şeyler yazacağım. Kahveci Kör Ali, geçen güz şehirden acaip bir alet alıp geldi. Sen görsen sanki kalkan sanırsın. Koca bulgur kazanlarının kapağı gibi bir şey. Kasabadan gelen iki kişi ile kahvenin damına diktiler. Daha sonra cümbür cemaat kahvenin içine girdik. Biz, daha önce bir kaç televizyon kanalını seyredebilirken, izleme imkßnını bulduğumuz kanal sayısı birden arttı.
Kanal sayısı artınca da programların kalitesi ve farklılığı da çeşitlendi. Köylüler, kendi aralarında grup grup oldular. Kimi haber hastası, kimi spor tutkunu, kimi de film müptelası oldu. Kendime bu hasta grupların içinde en yakın olarak, haber tutkunlarını buluyorum. Gerçi, haber tutkunluğum Taşkafa Dayı ile Urkiye Nine kadar olmasa bile; durumu idare ediyorum.
Genellikle gençler, futbol, müzik, eğlence ve gülmece dizilerinin hayranları. Bir kanalda haberler veriliyorsa; o anda başka bir kanalda da spor veya eğlence programı yayınlanıyorsa; artık ortalık karışıyordu. Neyse, biz yaşlılar ağır basıp, şimdilik idare ediyoruz. Zamanla yeni yetmeler büyüyünce gençlerin sayısı artıyor. Yaşı gelmiş bazı ihtiyarlar ölünce; durumumuz günden güne kötüleşiyor.
Aslına bakarsan; yayınlanan haberleri de pek anlıyamıyoruz. Bereket ki, aklı evvel, şehir görmüşlerden olan Taşkafa, Aydınlı Selman ve Kara Bedir gibileri duydukları haberleri bize yorumluyorlar. Bizler de onların sayesinde aydınlanmış oluyoruz. Bu üç aklı evvel de ayrı ayrı grubun adamı. Birisi yoğurda „Ak“ dediyse; diğeri de ona inat olsun diye mutlaka „Kara“ diyor. Ikisi inatlaşınca, onların arasında kalan üçüncüsü de ne yoğurdun ak olduğunu, ne de kara olduğunu kabul ediyor. „Efendim, şeffafça işe bakarsak; demokratik ve laik olarak“ diye başlayıp bazen işi liberalizme kadar götürüyor.
Bundan birkaç ay önce olan bir hadiseyi sana anlatayım. Bir akşam üstü haber izliyorduk. Televizyonun konduğu eski oyun masasının sağ yanına Taşkafa, sol tarafınada Aydınlı Selman oturmuştu. Ellerinde bulunan tavşan kanı çaylarının şekerlerini karıştırıyorlardı. Arada sırada da birbirlerini süzüyorlardı. Onların taraftarları da kendilerine uygun yerlere yerleşmişlerdi. Televizyonun tam karşısına da Kara Bedir, sandalyeye ters biçimde oturup, elindeki tesbiğini şakırdatıyordu. Onun çevresinde de kendi avanesi bulunuyordu.
Yayınlanan reklamları izleyen pek yoktu. Koka Kola, temizlik tozu, hamam otu, banker, banka, faiz, reklamları derken haberlerin anonsu vurdu. Kahvenin içi süt liman oldu. Haberleri okuyan;
„Dağılan Sovyetler Birliği’nin yerinde kurulan Türk cumhuriyetlerinden Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Azerbaycan Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istiyorlar“ deyince: Kahvenin içi birden çalkalandı. Taşkafa;
„Allah’a çok şükür, Türkler büyüyor. Artık gelecek yüz yılın ağası biz olacağız“ dedi.
Aydınlı Selman, kalın parmaklarıyla yağlı saçlarını karıştırdı. Kendi taraftarlarına bakıp, güya onlardan güç, kuvvet alarak;
„Vallahi, ben aynı görüşte değilim“ deyince, cılız vucütlu Taşkafa,
„Görünen köy kılavuz istemez. Bakınız kaç tane Türk devleti oldu“ diye kasım kasım kasıldı.
Aydınlı Selman ise ensesini kaşıdı ve;
„Ben onların Türklüğünden dahi şüpheliyim. Azeriler, bizden değil, aslında onlar, daha çok Acemlere benziyorlar“ diye zırvalayınca; söze bir genç karıştı;
„Aydınlı Selman, Aydınlı Selman! Sen kendinden şüphe et! Lakin Azerilerin Türklüğünden şüphe etme!“ diye bağırdı.
Herkes, o gence baktı. O genç, köyün kitap okuyan gençlerindendi. Koca Aydınlı Selman eski yazının dördü gibi büküldü. Oturduğu sandalyenin üzerinde küçüldü gitti. Bundan sonraki haberleri pek anlayamadık. Nerede ise taraftarlar birbirine girecekti. Bereket ki, o gencin babası Kara Bedir’in yandaşıydı. Taşkafa’nın grubunu desteklemek zorunda kalınca, tabii ki, Aydınlı Selman’nın efradı kuyruğunu kıstı ve hiç seslerini çıkaramadılar.
Bir gün yine haber dinliyorduk. Televizyonda, Cumhurbaşkanımızın Amerika’dan yolladığı mesaj yayınlanıyordu.
„Amerika’da şu dillerde televizyon yayınları mevcut. Biz de bir nevi küçük Amerika sayılırız. Bizde de sadece Türkçe televizyon değil, başka dillerde de yayın yapılmalıdır“ deyince Kara Bedir elini bir acaip yaparak;
„Nah yapılır!“ diye bağırınca, bu sefer ona Taşkafa karşı çıktı. Aydınlı Selman ikisine de taraftar olmayınca kendi aralarında tartıştılar. Aydınlı Selman’ın grubu;
„Sessiz olun!“ dedi. Sustular.
Yine böyle bir akşam haber dinliyorduk. Başbakan yardımcısına bir gazeteci;
„Efendim, Izmir Belediyesi’nin işten çıkardığı işçiler, Ankara’ya yürüyorlar“ deyince çaylağa benzeyen uzun boylu pörsümüş patlıcan burunlu Erdal Inönü;
„Bilm... iyor... lar mı..,bu işç... iler ikt... idar... da old... uğum... uzu... biz... im?“ deyince bizler gülüştük.
Taşkafa da;
„Demek ki işçileri anarşiye sevkeden herhalde bunlarmış“ der demez Aydınlı Selman;
„Sen, nasıl olur da benim Milli Şef’imin biricik profesör oğluna bok atarsın? Seni, savcılığa, cumhuriyete karşı çıktı diye şikayet edeceğim!“ diye patladı. Kahveyi kıçına çakal yapışmış gibi bağıra bağıra terk etti. Onbeş gün her iki taraftarlarda birbirleriyle konuşmadılar. Kara Bedir’in araya girmesiyle durum sakinleşti.
Iktidar partisinin rüşvet aldığına dair haberleri işitince, köyde bir dedi kodu başını alıp gitti. Rüşvet alan kişinin veya bakanın partisini tutan taraftarlar kendilerini aklamak için dokuz dereden su getiriyorlardı. Hatta bazı taraftarlar eski defterleri açarak; kendileri muhalif iken, eski iktidarların nasıl rüşvet aldıklarını anlatıp, karşılık veriyorlardı. Halbuki suçlu olanın sucunun cezasını görmesi gerekiyordu. Suçlunun, şu taraftan, bu yandan olması onun sucunu hafifletip örtbas edemezdi. Eğer, bu suçlular ceza görmezse memlekette halkın görevlilere itimatı sarsılır. Itimatın sarsıldığı ülkede de; birlik olmaz. Birliğin olmadığı yerdede dirlik olmaz. Bu rüşvet haberlerinden dolayı köyümüzün birliği, dirliği bozuldu.
Muhalifler, köy muhtarını sıkıştırıp;
„Yoksa sen de mi rüşvet alıyorsun? Geçenlerde bekçi anlattı. Kardeşinin oğlunu yasak bölgede koyun otlatırken yakalamış... Sen de onu affetmişsin. Muhtar, doğru mu bu?“ dedikleri zaman; muhtar küplere bindi. Hemen bekçiyi çağırıp, halkın önünde azarladı. Zavallı bekçi renkten renge girdi. Böyle bir şeyi söylemediğini iddia etti. Hatta muhtarı inandırmak için;
„Eğer böyle bir halt işledimse, karım boş olsun!“ diye yemin etti. Bu yemin üzerine herkes sustu. Muhtarda ağlayacak duruma gelen bekçinin üzerine gitmedi.
Zavallı bekçi ağlamsı bir halde evine giderken, yolunu kesen Kör Sultan Nine’nin;
„Ne o, bekçi, yüzünden düşen bin parça oluyor? Yoksa karınla mı kavga ettin?“ sorusuna muhatap oldu.
Ağzı sütten yanan bekçi;
„Keşke karı ile kavga etseydim. Kaşının üstüne bir yumruk atınca; hiç olmazsa öfkem geçerdi!“ der demez Kör Sultan Nine;
„Sen üzülme oğlum. Halkın ağzı çuval değil ki, büzesin. Boş ver! Sana kimse iftira atamaz“ dedi. Yanan yüreğine soğuk su serpilmiş olan bekçi;
„Kimse bana iftira atamaz! Lakin, leke sürüyorlar. Allah’a şükür benim alnım açık!“ dedi ve Mareşal Fevzi Çakmak gibi göğsünü şişirip, başını dikip, söylene söylene evinin yolunu tuttu.
Her üç grubu da üzen bazı haberler olmadı değil... Bunların başında ise Bosna ve Karabağ’da müslümanların katledilmesi geliyordu. Bosna’da ırzlarına geçilen altı, yedi yaşındaki müslüman Boşnak kız çocuklarının akibetleri ile Karabağ’da Ermeni canilerce, binlerce Azerinin, özellikle de üç yaşındaki Narinç’in vahşi bir şekilde öldürülmesi dikkati çekiyordu. Bu sahneleri televizyondan izleyince moralimiz iyiden iyiye bozuldu. Köyün en yaşlı kötürümü Mehmet Çavuş bile Ermeniye karşı neredeyse savaşmaya gidecekti.
Bir onbeş gün de böyle geçti. Fakat, bu olayların etkisi ile köyde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Köyde bu arada bir radyosyon dalgası yayıldı. Kimse çay içmek istemiyordu. Kendisini hafif rahatsız hissedenler;
„Acaba, radyasyondan kanser mi oldum?“ deyip kara kara düşünüyorlardı. Ortalık iyice soğumuştu. Kızlar Sivrisi ile Ayı Boğazı’nı kar kapladı. Kasabaya bile gitmek oldukça zorlaştı. Kara kışta içimiz donuyordu ama yine de pek seyrek çay içiyorduk. Bütün köylü oralet, ıhlamur, tarçın, adaçayı, papatya çayı içiyordu.
Bir gün Kuyruksuz Ibrahim ile kahvenin orta yerinde bulunan sobaya yakın oturduk. Uzaktan haberleri izliyorduk. Ermenilerin bütün enerji hatlarının bozulup, soğuktan donmakta olduklarını işittik. Onların da atom reaktörleri varmış. Taşkafa’nın söylediğine göre sekiz yıl önce depremde bir hayli hasar görmüş. Hiç tamir edilmemiş. Yakıtsız kalınca da bu bozuk reaktörü „çalıştırağım!“ demiş. Bizimkilerden daha önce buğday ve elektrik istemiş. Azeri kardeşlerimize ayıp olur diye önce kabul etmemişler. Fakat, bizimkilerin ağabeyi olan Amerika bastırınca, kalın enseli başbakanımız;
„Komşum eğer ‘Açım’ diyorsa ben de ona öl diyemem“ deyince köy yine üçe beşe bölündü. Bir yanda insanlık, barış şarkıları mırıldanan ve destekleyenler türedi. Bunun karşısında ise muhalifler ve ılımlılar vardı.
Dün akşam haberleri izledik ve Ermeni’nin saldırıp bir kaç Azeri kasabasını ve köyünü işgal ettiğini öğrendik. Kara Bedir dayanamadı;
„Ulan Çoban Sülü! Hani bu caniler açtı? Elektrikleri yoktu. Hani soğuktan donuyordu? Kimi kandırıyorsun? Aç adam, donan adam nasıl savaşır?“ deyince daha önceleri Aydınlı Selman’a bağıran genç ayağa kalktı ve;
„Işte böyle emmiler, dayılar! Üç yaşındaki Azeri kızı Narinç’i hunharca öldürürlerken „insanlık“ diyen bulunmadı. Bosna’da kız çocuklarına tecavüz edilirken insanlık diyen yoktu. Ermeni aç kaldı diye insanlıktan bahsedenler nedense çoğaldı. Insanlık için Ermeni’ye buğday ve elektrik verenler acaba bu durumu göremeyecek kadar aptal mı? Yoksa, başları Amerika’ya mı bağlı?“ dedi ve kahvenin kapısını çarparak çıktı gitti.
Kimsede „Çıt!“ çıkmadı. Başımızdakiler bir daha bizi enayi yerine koymuştular. Bize, öz kardeşlerimizi kimler darıltmak istiyordu. Buna kimler maşa oluyordu. Ruhum sıkıldı. Bu duruma neden olanlara beddua ederek kahveden çıkıp, eve yollandım. Sevgi ve selamlarımızla.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.