- 3409 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER(5): NEF’Î
İşte öldürülen şairlerden birisi daha : Nef’î...
Nef’î, 17.yüzyıl Osmanlı şairlerinden. Divan Edebiyatı şiir türlerinden olan Kaside’ nin piri sayılır. Kendi zamanında ve kendinden sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki etmiştir. Divan Edebiyatımızın Fuzulî, Bâkî, Nedim, Şeyh Galip diye devam eden altın zincirinin, önemli bir halkasıdır.
Ölümüne kadar Osmanlı Sarayına ve bilhassa Padişahlık makamına da yakın yaşamış olan şair, 4 ayrı padişah döneminde hayatını sürdürmüş ki bunlar Bahtî mahlaslı 1.Ahmet, Farisî mahlaslı 2. Osman ve Muradî mahlaslı 4. Murat’tı ve şair padişahlardı… Bu üç şair padişah döneminden başka, hakkında ve dönemine ait hiçbir şiir kaleme almadığı 1. Mustafa dönemi’de O’nun yaşadığı dönemleri kapsar.
Övgülere ve hediyelere gark edildiği, edebî şöhretinin en yüksek derecesine ulaştığı devir 4. Murad dönemidir. Fakat taşlamacı dili sebebiyle, sürgün yediği, kıyıma uğradığı, azledildiği, musibete ve eziyete uğradığı devir de gene 4.Murad dönemidir. Padişahtan övgü üstüne övgü aldığı bir zaman diliminde, günlerden bir gün aynı Padişah’a bundan böyle kimseye hicviye yazmayacağına söz vermek durumunda kalmıştır.
Evet, Osmanlı padişahı 4.Murad, kendisi de’ şiir’le uğraştığı için şairleri, bilginleri ve sanatkârları koruyan zeki bir padişahtır. Nef’i’nin kasidelerini ve Sihamı Kazasındaki hicviyelerini beğeniyordu. Edebiyat tarihinde şair bir padişahtan şiirle övgüler alan yegâne şairdir diyebiliriz. Padişah’ın övgüsü şöyle :
“Gelin insaf idelüm, fark idelüm mikdârı
Şairüz biz de diyü laf ü güzâfı koyalum.
İdelüm bî-meze söz söylemeden istiğfâr
Dâmen-i Nef’î-i pâkize edayı tutalum.
Biz kelâm nâkiliyüz nerde o sahib-i güftâr?
Ona teslim idelüm emrine münkâd olalum.”
*
1572 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Asıl adı Ömer... Erzurum, aşıklar ve ozanlar diyarı olan bir Anadolu şehridir. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef’i’den “Erzenü’r-Rumî” diye söz ederler. Dedesi Mirzâ Ali Paşa’dır. Babası Kars-Micingird sancak beylerinden Sipahi Mehmed Bey’dir.
Küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gören şair, ilk öğrenimini Hasankale’de yapmış, sonra Erzurum’a gelerek öğrenimini devam ettirmiştir. Arapça ve Farsça öğrendi. Erzurum’da öğrenimine devam ederken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası, zararlı anlamına gelen ( “Zararî “)”Darrî”. O tarihlerde Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şairin şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire, zararlı-Zararî mahlasının aksine Nef’i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir.
Padişah 1. Ahmet zamanında İstanbul’a geldi ve orada tam 30 yıl, öldürüldüğü ana kadar yaşadı. Saraya yakınlığı şaire devlet kapısında iş bulmasını sağlamış ve farklı memurluklarda görev yapmıştır. Saray ve Padişah tarafından çok beğenilen şair, o dönemde yaşayan şairler Kaf-zâde, Fâizî, Nev’i-zâde, Hâtâyî, Gâni-zâde, Nadirî, Veysî ve Riyâzî gibi çoğu yüksek mevkilerde bulunan devrinin şairleri tarafından hiç sevilmiyordu. Çünkü, şiirlerinin fahriyelerinde kendisini zirvede, ulaşılmaz, rakipsiz, tek olarak övüyor ve kendisini ulaşılmaz bir dehası olan söz sultanı olarak görüyor, rakiplerini de aşağılıyordu. Sadece şairler değil, dönemin diğer idarecileri, âlimleri bile Nef’î nin kırbaç gibi şaklayan korkusuz dilinden çekinmişler ve o yüzden de onu hiçbir şekilde sevmemişlerdir. Hayatta iken, şairlik yönü, şiirleri takdir edilmiş, şöhrete ulaşmış, ancak sivri dili ve hicviyeci kalemi sebebiyle etrafında kendisine düşman bir çember yerleştirmiştir.
Hicviye öyle bir taş yığınıdır ki, kendisini kaleme alan şairinin bile kafasında patlar. Hiciv şairi olmak ayrı bir maharet ve ayrı bir yürek sahibi olmayı gerektirir. Dili ve edebî sanatları muhteşem bir şekilde kullanmasını bilmeyen hicviyeci kendi attığı taş altında kendisi kalabilir. Öldürülen şairler ve ozanların geneline bakacak olursanız, hepsinin de dil ve edebî sanatlarda çok ileri derecede usta olduklarını göreceksiniz.
Nef’î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti. Dönemin müftüsü Nef’i yi öven ancak içerisinde Nef’i ye kâfir diyen bir beyit söylemiştir.
“Şimdi hayli sühanveran içre,
Nef’i mâ’nendi var mı bir şair,
Sözleri Seb’a-i Muallakadır,
İmre-ül Kays kendidür kâfir.”
Nef’i de buna karşılık olarak;
“Müftü efendi bize kâfir demiş
Tutalım ben O’na diyem müselman
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orda yalan” diyerek seslenmiştir.
Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi’ye karşılık verir;
Der ki :
“Tahir Efendi bana kelp demiş
İltifadı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp tahirdir”
Yine de uzunca bir süre Padişah IV. Murat tarafından korundu, daha sonraları Padişah kendisinden hiciv yazmamasını istedi. Padişah’a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Çarşıda, pazarda halk arasında bu hicviye dilden dile dolaşmaya başlayınca Vezir Bayram Paşa, itibarının zedelendiğini Padişah’a ileterek şairin katli için yalvararak izin istemiştir. Padişah, hiciv yazmayacağına dair söz vermesine rağmen sözünde duramayan şairin katli için Vezirine izin vermiştir.
Nef’î, 1635 yılında, Çavuşbaşı Boynu Eğri tarafından 26 Ocak 1635 tarihinde, hicivci dili sebebiyle, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Cesedi İstanbul Boğazı’ndan denize atıldı. Kimi tarihçiler O’nun ölümüne sebep olan hicviyesini vezir Bayram Paşa’ya değil de adeta dostu olan Padişah’a yazdığını ve o yüzden öldürüldüğünü not düşerler.
*
Edebiyat araştırmacılarının tespitine göre Türkçe divanında :
2 adet naat, 1 adet Mevlâna’yı öven Kaside, 60 adet ayrı devlet büyüğü için kaleme alınmış kaside, terkib-i bend tarzı bir sâkinâme, 2 adet müseddes, 4. Murad’ı öven kısa bir mesnevi, 4. Murad’ın ok atışı, Kandilli’de yaptırılan kasır, ve Padişah’ın yaptırdığı bir çeşme için düşürülen tarih kıtaları, Canıbek Girây, Tabibâz, Esat Efendi, Yahya Efendi, İsmail Ağa, Musa Çelebi ve kendini anlatan fahriye kıtalar, 143 gazel, 2 Genç Osman kıtası, 1 adet Halil Paşa’ya rübai, 13 matla, 5 rübai bulunmaktadır.
Nef’î, Siham-ı Kaza isimli eserinde:
Kıt’a ve terkibi bend ile önce babasından başlayarak Gürcü Mehmet Paşa, kemankeş Ali Paşa, ekmekçizâde Ahmet Paşa, Veysî, Nev-i zâde Atâyî, Kafzâde, Faizî’, Urus-zâde, Baki Paşa, Fırsatî;
Bahşî, Mantıkî, Gani-zâde. Nadirî, Riyazî, Azmi-zâde Haletî, Halil paşa gibi pek çok kişiyi hicvetmiştir.
Naima’nın tarihinden :
Bir gün padişah Nef’i’nin “Sihamı Kaza” adlı hiciv mecmuasını okurken fırtına çıkmış ve sarayın civarına bir yıldırım düşmüş. Bunu uğursuz sayan Sultan, mecmuayı yırtıp attıktan sonra Nef’i’ye bundan sonra hiciv söylememesi için emretmiş. Nef’i güya bu yıldırım hadisesinden sonra padişahın gözünden düşmüştü. Hattâ onu çekemeyen meslektaşlarından bir şair bu münasebetle:
“Gökten nazire indi Sihamı Kazasına
Nef’i dilile uğradı Hakk’ın belâsına” beytini söylemiştir.
*
Kendine güven ve cesaret…
İşte bu ikisi arasından yola çıkar katledilen şairler ve ozanlar.
Nef’î de aynı noktadan yola çıkmıştır. Padişah’a yakınlığı dahi, padişah fermanı ve özel ricası bile onun kalemini susturmaya yetmemiştir. Vezin ve kafiyeye hakim olan şair, Farsça’dan kullanılmamış yeni kelimelerle, temiz ve sağlam bir Türkçe ile lirik bir şiir dokusu ortaya koymaya çalışmıştır. Şiirde anlam ve anlaşılır olmak şairin değişmez ilkesi olmuş, teşbih, telmih, istihare ve mübalâğa’dan azami derecede istifade etmiştir. Kasidelerde medhiyeye giriş kısımlarında aliterasyonlardan faydalanmıştır. Kasidelerin nesib kısımlarında da baharın güzelliğini, bayram sabahlarının sevincini, at sevgisini, aşk ve şarap zevkini, savaş tasvirlerini, Boğaz’daki kasırların güzelliklerini dile getirmiştir. Kasidelerinde anlatılarını tek beyitte tamamlamamış, anlatısını diğer beyitlere de taşımıştır. Överken dövme taktiğini en iyi kullanan şairlerimizdendir. Söylemlerinde günceli yakalamış, günlük olayları ustalıkla işlemiştir.
Gazellerinde ise, mübalâğa yerine, aşikâne ve tasavvufî derinlikli ince ve zarif bir söylem tercih etmiştir. Sebk-i Hindi tesiriyle zincirleme Farsça terkipler kullanmasına rağmen söylemlerinde açık ve anlaşılır bir ifade kullanmıştır.
Baki gibi ilmiye sınıfından değil, kâtipler zümresindendi. Memuriyette yüksek makamlar görmemişti. Hicivleri yüzünden ara sıra azledilmiş, sonra tekrar göreve dönmüştü. Bir seferinde Edirne ye sürülmüş, tekrar İstanbul’a vergi memuru (Cizre) olarak dönmüştür.
*
Şiir böyledir işte.
Ne makam dinler, ne zaman…
Girdiğinde insan yüreğinde, çeldiğinde akıl denen ışığın yönünü gönül dehlizlerine, mantığı bile yok eder. Sarar, sarmalar ruhuna şairini ve paramparça eder, duman eder, yedi kat göğe çıkarır veya yedi kat yerin dibine sokar. Kelâm marka silahıyla atomdan ağır kurşunlar sıkar, sıktırır şiir. Yakar, yıkar; ya yüreğe şekil verir ya yüreğin şeklini alır.
Hele ki hicviyeci – taşlamacı bir şairin tuttuğunda iki yakasından, şairin vah ki haline…
Pervasız, hırçın, atak, mağrur, cesur ve mücadeleci bir çizgide yürütür şairi…
İdam sehpasına, kılıca, ölüme kadar sürükler… Zalim- acımasız ve despot idarelerin vezirleri var oldukça, şiirin Nef’îleri de hep var olacaklardır.
*
Tevfik Fikret Nef’i için;
Öyle bir nehr-i muazzam gibi cuş etmişsin,
Fakat, eyvah! Çorak yerde akıp gitmişsin.
Sana bir başka zemin, başka zaman lâzımdı,
Sana bir alem-i lâhut, nişan lâzımdı.
Demiştir.
*
Nef’i bugün Türk Sanat müziği olarak okunan bir şiirinde diyor ki :
Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil.
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil.
Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım
Rüzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil.
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma’ânî elime
Âleme bezl-i güher eylesem itlâf değil.
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef’î
Tâb’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.
Ve Nef’î’ den bir gazel okuyalım :
Gazel
Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım
Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi
Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım
Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım
Ma’mûr idügin bilmez idim böyle harâbât
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım
Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef’î
Yoksa sözünü hep senin i’câz sanırdım.
*
Ey NEF’Î
Yerle yeksan hak, hukuk ve adalet
Emrindeymiş bölücünün her alet
Ne kadar ararsan ara, nihayet
Bulamazdın haysiyeti, şerefi
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î !
Çözülürdü hile, üç beş arşında
Kelam, kurşundan ağırdı çarşında
Korkusundan titrer idi karşında
Duramazdı yolsuzluğun son şefi.
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î
Nice Bayram Paşa var ki mühür var ellerinde
Gemicikler geçiyor boğazın seherinde
Dağlarım kor ateş, şehirlerimde yangın..
Açılım diye diye tümden açıldık
Kırk parçaya bölündük de saçıldık,
Korkusuzlar şairi sen, nerdesin?
Yankılansın bize doğru sesin
İstanbul Boğazı’ mı nere?
De bilelim son adresin ?
Eğri, doğru birbiriyle karışık
Sermayeyle esrarkeşler barışık
Zindan rahat, caddeler hep sıkışık
Görür idin Silivri’de gergefi
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î
Nice Bayram paşa var ki, ellerinde mühürler
Bu millete dudak büker, eser, yağar, gürler
Çık gel göğsünden Divan Edebiyatının
Acılaştı şarkı, zehroldu türküler…
Korkusuzlar şairi sen, nerdesin?
Yankılansın bize doğru sesin
Halâ Dördüncü Murat’ mıdır,
De bilelim son adresin ?
Planları işliyor inceden ince
Saplanır sırtıma kanlı bir pençe
Bölünürken aziz vatan haince
Şerefsizler çalardı yorgun tefi
Yaşasaydın bu devirde ey Nef’î !
Mustafa CEYLAN
YORUMLAR
divan şiirinin en usta kalemlerinden biri nef'i.divan şiirini hicviyeleriyle gazel ve kasideleriyle
varsıllaştıran şair..
emeğinize bereket.selam ile..