kısa öykü denemeleri
zaman geçtikçe şaşırmıyor insan. meraklanmıyor da. öylece bakıyor, sanki 1000 yıl yaşamış da her şeyi görmüş sonra geçmişe dönmüş o yaşadıklarıyla, sanki her şeyin farkındaydı her zaman, biliyor, şaşırmıyor artık; yine de üzülüyor bazen... masumiyetin kaybolduğuna, dünyadaki en güzel duyguları hakkıyla hissedemediğine, belki de dünyaya olan güvensizliği ve/veya inançsızlığı sebebiyle yani suç onda olmasa da (ki aslında suçlu da yok ortada ya neyse) inanamıyor ve o an’ı kaçırıyor. şaşırmamak kötü. şaşırmamak, bedeni 24 yaşında olan bir insanın aslında 80 yaşında olması gibi. zaman böyle bir kavram sanırım, göreceli; bağımsız değil aksine bağlı... her şeye bağlı; insana, insan iletişimine, insanların iyi sandıkları iletişime, kötü iletişime, iletişimsizliğe, sabah içilen ilk kahvenin ilk yudumuna, insanın köpeğiyle oynamasına, ağlamasına, ağlayamamasına... senin düşündüklerinden çok daha fazlasına bağlı, bu yüzden zamanla her şey değişiyor, bir tek sen kalıyorsun. bu yüzden aslında herkes aynı; sen, ben, meyhanedeki adam, evinde şarabını içen kadın, sokaktaki deli... herkes aynı, herkes bir şekilde günün birinde seninle veya benimle veya onunla aynı duyguları yaşamış ya da aynı olayları yaşamış. bu yüzden oğuz atay’ı veya diğer bazı yazarları sevmiyor mu insanlar? "evet benim hissettiklerimi ama kendime bile itiraf edemediklerimi, yüksek sesle söylemekten çekindiklerimi söylemiş." bir cümle de olsa bu paralel yaşamlar veya 600 sayfalık bir kitap da olsa, insan olduğunu; iyi veya kötü her türlü tecrübeyi herkesin edindiğini anlatmıyor mu? sonunda üzüleceğini veya mutlu sonla bitmeyeceğini bile bile hayatında yeni bir pencere açmak gibi... ölüm gibi işte aslında veya yaşam gibi: ölmek için yaşıyorsun işte, ne tuhaf... ve sonunda ölüm varken, çeşitli sebeplerle kendini veya insanları üzüyorsun, bu daha da tuhaf.
bu tuhaflık içinde, "niye?" sorusunun en anlamlı olması gerektiği yerlerde, sırf artık yorulduğu ve şaşırmadığı için soramamaksa insanlığın en büyük lanetlerinden biri sanırım; aynı zamanda da bilgeliklerinden biri. lanet ve bilgelik her zaman aynı pakette gelir zaten değil mi? evet, bunu biliyorum artık. bu yüzden "niye?" sorusunun yerini "neyse" alıyor zamanla, her insanda olmuştur veya olacaktır bu geçiş, hem böylesi daha samimi, sakin.
yola çıkarken sorduğun "niye?" sorusu, yolun sonuna geldiğinde "neyse" olduğunda sakinleşmiş oluyorsun işte. katedilen her kilometrede, dönen her tekerlekte, yoldan geçerken yolun aslında senden geçtiğini, geçerken de seni ağırlaştığını, derinleştirdiğini, sakinleştirdiğini anlıyorsun, bazen bunu gerçekten anlıyorsun ve o laneti yakalıyorsun.
lanetlenin, dünyaya gerekli olan tek şey bu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.