- 913 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAVRAMLARIN SINIRLARINDAKİ HAYAT
“Allah kullarına kelamı ile tecelli eder, fakat onlar bunu idrak edemezler.”
Cafer-i Sadık
Alemdeki tüm varlıklar,kendilerine mahsus şekillerde birbirleriyle anlaşırlar...Onların nasıl bir anlaşma yöntemi kullandıklarını şu an için net ve kesin bir şekilde bilmemekle beraber elimizde bazı ipuçları bulunmaktadır.
Alemdeki tüm varlıklar dil dediğimiz işaretler sistemiyle “anlaşmaktadır”. Bu anlamda dilin başlıca amaçlarından birisi ve belki de en önemlisi anlaşmaktır. Fakat dil deyince aklımıza sadece insanların kullandığı dil gelmesin bununla birlikte sessiz işaretler,imalar,kokular ve daha bizim bilemediğimiz bir çok anlaşma yolu dilin içine girmektedir.
İnsanlar, birbirleriyle anlaşabilmek için dile ve dil içindeki kavramlara başvururlar. Ve insanların kullandıkları kavramlar aklımızın bir yansımasıdır. Kavramların bu yansıması,insanların kendileri ve başkaları arasındaki buğulu yansımalardır. ve insanoğlu,varlığı dille yani kavramların ışığında incelemeye tabi tutar...Artık kavramların çerçevesi içinde kendimizi ve diğerlerini değerlendirir,anlamaya çalışırız. Acaba kavramlar bizi yani insanı ve anlatmak istediklerini ne kadar ifade edebilmekte ne kadar açabilmektedir...
Dil aklımızın hem tercümanı hem de organıdır. Çünkü dil,aklımızın oluşumunda mühim bir yere sahiptir. Bununla birlikte aklımızda dil içindeki kavramları oluştururlar. İnsanoğlu dille ve dil içindeki kavramlarla duygu,düşünce ve davranışlarını ifade ederken acaba kullanılan kavramlar tüm bunlara karşılık gelmekte midir? Kavramlar içimize birebir uygun mudur? Yoksa bizim sadece açıklanması,ifade edilmesi gerekenin bir kısmını mı açıklar ?
Kavramlarla bakılan dünya kendi gerçekliğini olduğu gibi ifşa edebilir mi? Yoksa kavramların sınırları içinde müşahade ettiğimiz bir dünya mı var.? Yani biz ve bizim dışımızdakiler arasına kavramlar girdiğinde bir eksik anlayış ve anlatış ortaya çıkmakta mıdır?
Dil kendine has öyle birtakım özelliklere sahiptir ki Dilden ve dil içindeki unsurlardan bahsederken bile aslında dilin sınırları dışına çıkamıyoruz. Adeta dil ile çepeçevre kuşatılmışız... Dil ve dil içerisindeki kavramlar insan ve varlık gerçeğini bir yönüyle açıklarken bir yönüyle tahrif ediyorlar...
Dil ve dil içerisindeki kavramlarla;insan arasındaki perde acaba nasıl çözülebilir? Acaba biz insanlar sadece kavramların gözüyle kurduğumuz bir dünyayı mı anlamaya çalışıyoruz.? Tolstoy “Anna Karenina” adlı eserinde Levine’yi kardeşine karşı şöyle konuşturuyor; “Levin, doğanın güzelliklerinin bağrılarak anlatılmasından hoşlanmazdı. Kelimeler gözlerinin üzerinde uzanan manzaranın güzelliğini bozuyordu. Sözlerin en güzel varlıkları mahvettiklerini öne sürüyordu”.
İnsan bazı zamanlar öyle haller yaşar ki bunları dille ifade edemez...Bunları açmaya kavramlar kafi gelmez. Böyle durumlarda sadece o süreci heyecanlı bir şekilde yaşar ve bunları ifade etmeye çalıştığımızda “yaşanan anı” ifadelendirmekten daha da uzaklaştığımızı müşahede ederiz...
Bu anlamda insanlar iki türlü anlaşım şekli kullanırlar. İlki şu an bahsettiğimiz dille gerçekleşen anlaşım İkincisi ise dolayımsız anlaşım. Dolayımsız anlaşım kavramlardan uzak bir şekilde gerçekleşen bir anlaşma türüdür.
Yaşam içinde kullandığımız anlaşım türü dolayımlı dediğimiz kelimelerle ve kavramlarla gerçekleşen anlaşımdır. Bu anlaşım şekliyle eşya ve varlıkları ne ölçüde açabiliyoruz mesela “araba” denildiğinde aklımıza gelen ve ifade ettiklerimiz sınırlıdır...Tabiatı ve hayatı anlatırken de aynı,diyelim ki “ağaç”. Ağaç denilince çoğumuzun aklına yapraklı,kökleri olan,değişik türleri olan bir varlık gelir. Artık ağacı zihnimizdeki bu belirlenmiş özellikler muvacehesinde sınırlandırırız ve ağaç dediğimiz zamanda aklımıza bu özelliklerin dışında farklı özelliklerin gelmesi zordur.
Dil ve Varlık arasındaki bu perdenin arkasından yarı doğru yarı yanlış ve bir kısmı da kendi zihinsel tarihimizin ürünü olan bir takım durumları açmaya ve ifade etmeye çalışırız. İnsan; Varlığı ve Varoluşu dil içindeki kavramlarla dondurur ve “anlamın” akıcılığını tüketir.
Ve insanoğlu dilin içine saklanır ve dilde varolur,dilde yok olur,dilde savaşır. Düşüncenin rengini belirler kelime. Ve biz bunun dışına çıkmak için bile dile başvururuz.
Aslında dil ve dil içindeki kavramlar hem bir çıkış hem bir çıkmazdır. Çünkü çoğu zaman kavramlarımızı hayata uzatamayız,gözlem ve tecrübelerimizi kelimeleştiremeyiz. varlığın ve varlığımızın gizini,karanlığını açamayız. Kavramlarla niyetlerde saklı hayatlar büyütmeye başlarız.
Sevgilerimiz sessiz,çaresiz ve dilsizdir. Sesler seslere karşılık vermez,dil içinde insan hayatı perdelerle örtülmüştür. Kelimeler,insanlar,varlıklar yani her şey perde olmuştur. Anlaşılmak istenen insan paradokslarla dolu...
Ve bazen dil yetersizliğinden gözlerimiz baktığı kadarına mahkum yüreğimiz hissettiği kadarına esir hale geliyor.
Diğer yanda da insan tüm o perdeleri sıyırıp esas olana asıl olana ulaşabilme yeteneğine,kabiliyetine sahip.
İnsan hakikati ancak dilsiz ve kavramsız görebilir. Ne zaman korkunun kelimelerini silip yüreğimize yazmışsak sevgi delillerinin topunu atıp sevginin elini tutmuşsak...acının avuntusunu dillendirmeyi bırakıp yanı başımıza almışsak o zaman “varlığın hakikatine” yakınlaşırız. İnsan kendi kendisiyle varlık arasına kelimeleri yani dili yerleştirirse bitimsiz ve karanlık bir çizgide yol alır.
Öyle bir hayat ortaya konulmalı ki bu hayatla dil içindeki kavramların ötesine yaklaşabilelim.
İnsanlığımızın kıyılarına hayatımızdaki kelimelerle,sözlerle yaklaştığımızda kıyıların sonrasındaki okyanusları ve umut huzmelerini göremeyiz.
Ruhumuzun dili çerçevesizdir...kelimelerin nefsi ve kelimelerin ruhuyla bir çerçeve çizilebilir mi? Varlıkların sesi,kokusu ve tadının bir diğer adı kelimelerin nefsidir. Tadlar,sesler,kokular kelimelere siner. Kelimelerin tabiatında depolamak ve biriktirmek vardır. Bu anlamda dil biriktirir,barındırır ve aktarır...
Gözyaşlarımızı kelimelere dökmeye çalışırız,kelimeler dilde kalıplanır...Gerçeklere milyonlarca kelime ve kavramla yaklaştığımızda gerçekler şekillenir ve belli bir zihniyetle okunur,anlaşılır...
Rüzgarda savrulan hayallerimize gerçekliğin acımasızlığı ile binlerce kelime,binlerce cümle kursakta yine anlatamaz,açamaz,şu ana kadar ki hallerimizi. Kaderimiz bile kelimelere hapsolmuş...
Sözlerden dünyalar inşa ettik yaşamak için,kelimelerden geçitler yaptık yürümek için,kalbimizin tercümanı olur diye kelimeler dizdik artarda...
Üzeri küllenmiş,tozlanmış,paslanmış bir hayatın,bir insanın, Niyetini ve nedenini dil içindeki kavramlarla aydınlatmaya çalışmak ne ölçüde mümkün? Hayata açık olan yüzümüzle kelimeler kurarak ruhumuzdaki özleri kapatır,kirletir ve tüketiriz. İçimizde ayaklanan kelimelerle yüreğimizi nefessiz ve sessiz bırakırız...ve hislerimizle kelimeleri kovalarız...
Tüm kelimeleri,kavramları,cümleleri silelim,milyonlarca tanımı ve dili silelim...ne kalır geriye?dilin ve dil içindeki kavramların,kelimelerin yokluğuyla ortaya çıkan ne?. Kelimelerle ,kavramlarla,cümlelerle yani dille Anlam verebilen insanın gözlerinde ve düşüncelerinden bunları kaldırdığımızda yani aynayı yok ettiğimizde Bizde kalan ne olacak acaba?.
Gecenin ve gündüzün şeklini,anlamını,suretini nasıl anlatacağız,nasıl tasvir edeceğiz? Dostluğu,sevgiyi ve acıyı nasıl anlatacağız?
Varoluşumuzun aynası olan kelimelerin eşyanın hakikatini ne kadar yansıttığını bilebilir miyiz?. Varlıkların ardındaki anlamlara vakıf olmak için kelimelerin kavramların yani dilin ötesinde bir varlığa ihtiyaç var...kelimelerden,kavramlardan vazgeçip onları yok saymak nasıl yanlışsa kelimelere,kavramlara bağlı kalıp onlarda durmakta o ölçüde yanlıştır...
Yapılması gereken kelimenin,kavramın işaret ettiğinin ötesine ulaşmaya çalışmaktır. Mesela yüzümüzü silelim...evet yüzümüzde şeklimiz yok işte geriye kalan anlamımızdır,varlığımızdır...
Bununla birlikte Yaratılmışlığın anlamını,hikmetini Tek bir dile sığdırmak veya tek bir dilden çıkarmak mümkün değildir. Hiçbir dilde böyle bir yetenek söz konusu değildir. Ve fakat varoluşun anlamı ve hikmeti tüm diller içine serpiştirilmiştir,bizim yapmamız gereken farklı dillerde de olsa bir takım eserlere ulaşıp bunları anlamaya çalışarak hikmete giden yolu takip etmektir. Çünkü her dil bir ayettir.
Var’ız,varlığımız yokluğumuzun işareti,varlığımızın yokluğa olan işareti gerçek varlığın ayeti...çünkü varlığımız yokluktan varlığa duhul etmeseydi GERÇEK varlığın varlığını idrak edemeyecektir. İşte Dilde bu sürece tabidir...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.