- 1062 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Gülçiçek...(4)
Yaklaşık, bir saate yakın bir süre hiç birinden ses çıkmadı. Hepsinin gözleri, far ışığıyla aydınlanan yolu takip ediyordu. Bir virajı döndükten sonra, zabit katibi Durmuş aniden;
-Aaa!.. tavşana bakın.
diye bağırdı.
Gri renkli iri bir yabani tavşan, yolun tam ortasında donup kalmıştı. Şoför frene basmasa tavşan neredeyse jeepin altında ezilecekti. Bir süre hepsi birden tavşanı izlediler. Şoför kornaya basınca, hayvancık far ışığının gözlerini büyüleyen sihrinden çıkıp, yolun altındaki bayıra doğru hızla koşmaya başladı.
Bu beklenmeyen durum anlaşılan hepsinin uyuşukluğunu gidermeye yetmişti.
Savcı,
-Ne düşünüyorsunuz doktor bey?
Doktor;
-Hangi konuda?
-Cinayet için demiştim.
diye cevap verdi savcı.
Doktor;
-Bence, kadın boşuna vurmamıştır adamı.
-Öyle ya
dedi savcı ve ekledi;
-Her kesin suç işleme özgürlüğü var nasılsa memlekette anasını satayım!.
Bu sırada, hiç muhabbete karışmayan şoför;
-Siz içerde otopsideyken ben bayağı sohbet ettim köylülerle. Bu Gülçiçek Kara’nın kocasının adı Bahtiyar’mış. Üç yıl önce, kamyonunun lastiğini değiştirirken, kamyonun aniden kayması sonucu altında ezilerek ölmüş.
-Eeeee
dedi savcı
-Ezilmişse ne olmuş.
-Bir dakika sayın savcım. Asıl bomba bu ölen adam var ya, bu Hüseyin! bu hem kamyonun ortağıymış hem de…
duraksadı ve çok önemli bir söz söyleyecekmiş gibi derin bir nefes çekti ;
-Gevelemesene adam ne söyleyeceksen söyle
diye çıkıştı savcı.
hem de;
-Olay anında şoför mahallinde imiş. Olay kaza diye kapanmış. Hani düşündüm ki, bu kasıtlı olarak kamyonu kaydırmış olamaz mı?
Şoförün suratı bu önemli bilgileri anlatırken savcının terslemesi ile birden asık bir hal aldı.
İçinden;
- Bu ibnelere de iyilik yapmayacaksın kardeşim!
diye geçirdi.
O andan itibaren, kasabaya varıncaya kadar mecbur kalmadıkça konuşmamaya içinden yemin etti. Kazanacağı yüz lira için bu kadar tafraya katlandığına bin pişman oldu...
Yarım saat kadar sonra, orman işletme şantiyesinin girişindeki çeşmenin yanında yanan ateşi gördüler.
-Duralım biraz
dedi savcı.
Araç yavaşlayarak, çeşmenin az ötesinde durudu.
Ateşin yanında üç adam yer sofrası kurmuş, bir taraftan rakı içiyorlar, bir taraftan da paslı ızgaralarıyla et pişiriyorlardı.
Hepsi araçtan inip adamların yanına doğru yaklaştı.
Bu sefer doktor en önde yürüyordu.
-Selamün aleyküm ağalar, afiyet olsun
dedi .
Adamların üçü bir ağızdan;
-Aleyküm selam.
diye cevap verdi.
Doktor, ateşe iyice yaklaşınca içlerinden birini tanıdı.
-Töngelli Musa! ne arıyorsun bu saate burada?.
Adam önce afalladı. Kimdi bu gece vakti kuş uçmaz kervan geçmez dağ başında kendini tanıyan!.
-Aaa… doktor bu yahu bizim doktor. Hocam sen ?.. Hayırdır buralarda.
-Bir vurulma olayı vardı da , savcı beyle ona gelmiştik.
Adamların bir tanesi savcı kelimesini duyunca kendini usulca toparlamaya başladı.Orman şantiyesinin bekçisi Mustafaydı bu. Beti benzi atmıştı. Nöbet, rakı!...
-Hay Allah
dedi içinden.
-Şansa bak!.
Savcı, zabıt katibi ve şoföre de hoş geldiniz dediler.
Mangalda ki etlerin nefis kokusu, jeep yolcularının karınlarını iyice acıktırmıştı…
-Zamanınız varsa buyurun
dedi Töngelli Musa
ve devam etti.
-Etimiz de bol rakımız da.
Doktor, savcının gözlerinin içine doğru baktı.
- Oturalım madem, hem biraz dinlenmiş oluruz.
dedi savcı.
Yolun tehlikeli kısmı zaten bitmişti. Birkaç saat geç gitseler ne olacaktı ki. Dosyayı da yarın hazırlayacaktı. Açık hava iştahını iyice kabartmıştı.Bu teklifin gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu.
-Rahatsızlık vermeyelim sonra
dedi savcı.
Hepsi bir ağızdan,
-Ne demek sayın savcım, lafı mı olur.
-İyi o zaman. Ben bir ellerimi yıkayayım.
Bu işe en çok bekçi Mustafa ve zabit katibi Durmuş sevinmişti. Şoför ise rakı içemeyeceğini bildiği için pek memnun olmadı. Zaten moralini bozmamış mıydı az önce savcı.
Bekçi, büyük bir belayı uzaklaştırmanın sevinci ile koşturarak bekçi kulübesinden beş altı tane daha çay bardağı getirdi.
Doktor da ellerini yıkamak için çeşmenin yanına geldi.
Çeşmenin yalağının içerisinde, kocaman bir karpuz soğumaya bırakılmıştı. Ellerini yıkarken savcıya dönerek;
-Bence, bu adam ölmeyi hak etmiş savcı bey.
Cebinden çıkarttığı mendille ıslak ellerini kurutmaya çalışan savcı;
-Dur bakalım hocam biz daha neler gördük neler.
Aralarında ki soğukluk, savcının hocam demesiyle ısınmaya başladı. Rakıları içince, daha bir ısınacak gibi görülüyordu…
İlk kadehler bitmişti.
Bekçi Mustafa ikinci kadehleri doldururken, diğer iki adam, mis gibi kokan etleri gazete kağıdının üzerine boşalttılar.
O sırada karşıdaki yamacın az ötesinden çakal sesleri gelmeye başladı. Ateşten beş altı metre ileride sigarasını içen şoför, usulca ateşin yanına doğru yürüdü.
Çakalların sesinin mi, yoksa etlerin kokusunun mu ateşe yaklaşmasına vesile olduğunu ise, hiç kimse anlayamadı...
d.e.
YORUMLAR
pişman bin oldu...
acaba ben mi yanılıyorum..
takipteyim..
unutmayın..
heyecan verici bir seri..
selamlar