- 1938 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HOMONGOLOS'UN MUTLULUĞU-1
Ne çok kadın girmişti hayatıma, ne çok... Onlarla ilk ilişkim on iki yaşımı bitirmeme az bir zaman kala, komşu kızı Müjgan’ın ben yıkanırken onlarda oturan annemden aldığı ev anahtarı ile gelip banyoya girmesi ve benim sırtımı sabunlamaya başlaması ile oldu.
İnanılmaz bir zevk olmuştu. Her fırsatta devamını getirdik. Erkek olarak fena sayılmam. Bana âşık olduğunu söyleyenler de çıkmıştı. Hayatımda hiç sigara kullanmamış olmam ve spor yapmam, beni hep zirvede tutmuştur. Tabii kalıtsal istek ve arzular da...
Ama onları çok iyi tanımam, onların arzu ve isteklerinden kurtulamamam benim için hiç de iyi olmadı. İç dünyalarını gördükçe bir soğukluk sardı benliğimi.
Siz hiç içten, samimi, duygulu ve yalın olamaz mısınız? Doğal olmak nerede kaldı sizler için? Takviyeli sütyenler, takma kirpikler, tırnaklar, fondötenler ve bol boya, bol cilâ...
Evet, hiçbiriniz diğerinin aynı değil. Ne memeleriniz, ne yüzünüz, ne saçınız ne de vajinanız birbirine benziyor. Peki, ya iç dünyanız? Neden tek bir kalıptan, tek bir tornadan çıkma? Bir erkek cüzdan, araba ve penisten mi ibaret? Hepsini yok ettiğiniz, söndürdüğünüz zaman mutlu oluyor musunuz?
Sizleri sevindirebilmek adına neler feda ettiğimi, ne çok yazdığımı, ne çok çiçek yolladığımı, beni üzdüğünüz zaman ne çok içtiğimi biliyor musunuz? Ya sizi tatmin etmek için kaç milyon sperm kaybettiğimi tahmin edin bakalım...Her defasında 240 milyon adet! Onları yeniden oluşturmak için ne çok yemek yiyip proteinlerini, vitaminlerini size, yağlarını göbeğime ayırdığımı hiç düşündünüz mü? Size güzellikler, bana yağlı, göbekli çirkinlikler... Kaçınız için ne serserileri dövdüğümü, ne dayaklar yediğimi, nezarethanelerde sabahladığımı hiç aklınıza getiriyor musunuz? Peki, sizi biraz üzgün görünce kendimi suçladığımı, “Benim yüzümden!” diyerek üzüldüğümü, her ayrılıktan sonra günlerce bunalıma girdiğimi bir düşünün bakalım... İki dilli, Allah’sız, dırdırcı yaratıklar!.. Vajinalarınızın beni şuuraltından yöneten, düşüncemi, irademi yok eden, köpeğiniz yapan ıslaklığı, kayganlığı ve sıcaklığı olmasa siz ne işe yarardınız ?
Şaka yapıyorsam arkasından “Bu şakaydı.” demem mi gerekiyor? Anlasana kızım! Cebimde param azken neden inadına bir şeyler istersin? Telefonun çaldığında sırtını yarım dönüp esrarengiz konuşmalar yapmak, senin için bir tatmin şekli midir?
Utanmadan yeni tanıştığın kadınlara bile kocanı, sevgilini anlatırsın. Çok sevgilin olduğunu kasıla kasıla, ne düşünerek söylersin? Daha çok almış olmak, seni daha orospu gösteriyor, farkında değil misin? Saçlarını taşra düğünlerine gider gibi kıvır kıvır yapma! Yarım kilo boyanın içinde dokunulmak istenmeyecek kadar iğrençsin! Az makyaj sana daha çok yakışıyor, sade ol. Hiyjenik bakımına neden önem vermezsin? Kimse görmüyor diye mi?
Yarım asrı geçen ömrümde siz kadınlar arasından sevdiklerim de oldu. Ama hiçbiriniz beni on bir sene dolu dolu, her anına hasret duyacağım unutulmaz sevgilim gibi mutlu etmedi.
Sen onların sahip olamayacağı, hep kıskanacağı kadınlık ve dişilik duyguları taşıyordun. Ne kaprisin ne de aşırı bir isteğin olurdu. Sana bir haksızlık yaptığım zamanlar bile beni hemen affeder, utandırırdın. Eve ne kadar geç gelirsem geleyim, sen kapının arkasında bekler, sevinçle kucağıma atılırdın. Mutluysam seninle daha mutlu olur, hüzünlüysem moral bulurdum.
Sana el kaldırdığım da oldu. Özür dilerim, beni affet. İçimdeki lânet olası erkeklik duygularımın taşması işte!
Seni ilk kucakladığımda çok küçüktün, bebeğim. Sevimli başını avuçlarımın içine almış, uzun uzun öpmüş, koklamıştım. Sonraki on bir yıl boyunca aynı duygularla seni öptüm, okşadım, yanımdan hiç ayırmadım. İlk günkü gibi başını avucumun içine koyar, kıpırdamadan dururdun. Her lokmamızı beraber yedik, her yere birlikte gittik. Sana hiç kimse hakaret edemedi, kötü davranamadı. Kusurun yoktu ki zaten! Varsa da ben hiç göremedim, güzelim. Galiba biraz kıskanç mıydın, ne? Senden başkasıyla ilgilenmemi pek istemezdin de ondan söyledim. Hemen kızma, bebeğim!
Biliyor musun? O tatil günlerimiz, gezilerimiz ne güzel geçerdi. Denize, havuza girer, birlikte sahilde, ormanlarda dolaşırdık. Sabah yürüyüşlerimiz de olurdu, kahvaltı öncesi. Ben yazarken sen, o kömür gözlerini gözlerimin içine diker, hülyalara dalardın. Sana sahip olmak ne güzeldi! Çok asil bir soyun vardı. Bilirim, kökenin Ukrayna’ya dayanırdı. Güzelliğini onlardan mı almıştın ne? Seni görüp de beğenmeyen, gözleriyle seni sevmeyen çıkmazdı. Çocuklar da sana saygı ve sevgiyle yaklaşırlardı. Bebeğim, sen başkaydın, bambaşka!
Seni ellerimle evlendirmiştim. Doğurduğunda yavrularının ebesi bendim. Her doğan yavruyu yalar, temizler ve sonra elimi öperek teşekkür ederdin. O küçükler de beni senin kadar mutlu etmişlerdi. Ne yaramaz, ne sevimli, tombiş şeylerdi onlar! Bir gün gözlerim yarı açık uyukluyordum. Çocukların biraz gürültü yapmışlardı. Gözlerimin arasından senin onları patilerinle iteleyerek odadan çıkarttığını gördüm. İçindeki hakiki kadınlık duygularınla efendinin rahatsız edilemeyeceğini anlatıyordun.
Her sabah yanıma sessizce yaklaşıp uyanmamı beklerdin. Uyandığımda ise sanki yıllardır görüşmüyormuşuz gibi sevinçle, mutlulukla başını elimin içine sürterek kendini sevdirirdin. Hâlâ senin orada olmadığını, olamayacağını bilen beynime inat, sağ kolum hep yatağımın yanında aşağı sarkık, senin dokunuşunu arıyor. Ama nafile... Yoksun sen! Yalnızca uzun uzun rüyâlarımda benimlesin. Çoğu geceler seninle geçmişi birlikte yaşıyoruz. Seni arıyorum ve çok özlüyorum, bebeğim. Gitmemeliydin, beni sensiz bırakmamalıydın! Ruh yanım eksik şimdi.
Bir de sırtüstü yatışın vardı, keyifli olduğun zamanlar. Plajda şezlonga uzanmış güzeller gibi... Karnını okşamamdan mutlu olurdun ve gıdıklanıp arka ayaklarını ileri geri hızla sallardın. Memelerinin uçlarını sıkıp hafifçe canını yakarak seni sevdiğim bir gün o çok acı gerçekle karşılaşmıştım. Boynuna en yakın, süt vermeyen memenin altında birkaç pirinç tanesi büyüklüğünde beze elime gelmişti. O an ağlamak istedim. Ama hayır! Geç değildi, seni kurtarabilirdim.
Ameliyat başarılı geçti, demişlerdi. Otuz iki santimlik bir lanet kanser bandı neredeyse bütün göğüsünden boynuna doğru uzanmıştı. Lânet hastalık daha ileri gitmesin diye hemen yumurtalıklarını da aldılar. Seni baygın ve sırtüstü uzanmış olarak getirdiklerinde 50 cm uzunluğundaki boyunun neredeyse 40cm’si kesilmiş ve dikiş atılmış durumdaydı.
Ayıldığında yine gözlerin gözlerimde, gülümsüyordun. Yirmi gün seni kucağımda taşıyarak işe götürüp getirdim. Neyse ki iğneler, ilaçlar derken atlatmıştın. Yeniden çok mutluyduk. Anneliği de tatmıştın nasılsa. Güzel günlere diye düşünmüştüm.
Beş yıl sonra karnının şişkinliğini önce obur oluşuna bağlamış ve seni perhize sokmuştum. Artık diyet mamalar alıyorduk. Ama bu şişlik oburluğundan değildi. Seni tekrar doktora götürdüğümde acı gerçek, yeniden ortaya çıktı. Lânet olası hastalık hem memeleri hem de karaciğeri sarmıştı. Yapılan testler sinsice ilerleyen hastalığın seni ele geçirdiğini gösteriyordu. Hastaneler, doktorlar, ilaçlar, tavsiyeler derken hastalık önlenemez bir hâl almıştı.
Vücudunun neresine dokunsam kan ve iltihap geliyordu. Çok kütü bir koku yayılıyordu o misk gibi kokan derinden. Sana sonuna kadar bakmaya, seni bırakmamaya kararlıydım. Çok kuvvetli ilaçlar, iğneler aldım. Onkoloji profesörlerine yalvarıp seni muayene ettirdim.
Sonuç, ne yazık ki umutsuzdu. Çoğu kez iğnelerini ben yapıyor, ellerimle yıkıyor, kokmaman için parfümler sıkıyordum. Ben hiç canını acıtmıyormuşum gibi yaptığım her iğnenin ardından elimi yalar, ağrılarını azalttığım için teşekkür ederdin.
Ne kadar zayıf ve çaresizdim, bir bilsen! Felek avucunun içinde oynatıyordu beni. Sürekli başım dönüyor, midem bulanıyordu. Gözümün önünde eriyor, küçülüyor, yok oluyordun.
Hastalık ilerledikçe arka ayakların, sonra da ön ayakların tutmamaya başladı. Artık bir kaldırımdan bile inemiyor, çıkamıyordun. Olsun, razıydım. Seni kucağımda da olsa yaşatmalıydım. Artık kucağımda getiriyor, bürodaki yatağına yatırıyor, altını temizliyor ve seninle göz göze günlerimi geçiriyordum. İlaçlar, ağrı kesiciler de etki etmiyordu ne yazık ki.
Ayrılık zamanının geldiğini, sana ıstırap çektirdiğimi söyleyen doktorlar ve dostlarım vardı. Biliyordum, çektiğin acıyı görmezden gelemezdim. Son defa kucağımda kliniğe götürdüm. Seni çok seven bir doktorun vardı. Ona güvenirdim. Bana söyleyemiyor, kıvranıp duruyordu. “Konuş doktor, çare var mı?” diye sordum. Cevap veremedi, çünkü senin bendeki değerini çok iyi bilirdi. Başını çaresizce sallayarak dışarı çıktı.
Seni uyutmaktan başka hiçbir yol yoktu. Yanımda seni çok seven can dostum ve ıstırapla harap olmuş oğlum vardı. Sana önce uyuşturucu bir iğne yaptılar. Çeneni avucumun içne almış, gözlerinde yıllar önceye gitmiştim. Seni bir aylık yavruyken petshop dükkânında görüp geceyi zor geçirerek ertesi gün hemen gelip almıştım. Yaşadığımız güzel günler çoktu.
Yine o zeytin gözlerini gözlerime dikmiştin. Üzülme, der gibiydin. Zaten bir gün hep ölmeyecek miyiz? Hem yine buluşacağız, yine birlikte olacağız. Sana ağladığımı göstermek istemiyordum. Sol elimle gözlerimi sildim, görmeyesin diye. Burnum da akmaya başlamıştı. Sağ elim çenende olduğu için sol elimle burnumu sildim. Sağ elimde, avucumun içinde küçücük dişi başın, çeltikli kırmızı dilin vardı. Senin gözlerinden akan yaşı gördüm ben. Kara gözlerini kapatırken dünyaya akan son damlaları... Sol elimle onları da sildim. Şimdi gözyaşlarımız da birbirine karışmıştı.
Sana ve seni bana veren Allah’a bana bahşettiği mutluluklar için şükürler ediyordum. Beni hep mutlu etmiştin, bebeğim. Hiçbir kadının edemediği kadar uzun bir süre mesut etmiştin. Ruhumu doldurmuştun. Sinir sistemim seninle rahat ve huzurluydu. Dırdırın, sitemin, beni eğitme sapıklığın yoktu. Beni gözün de yücelterek, ululaştırarak, kahramanlaştırarak ve bana güvenerek bakmanı neyle değişebilirim?
Sonra bir naylon poşete sarılı ve üzerinde ZEYTİN yazan etiketle getirdiler seni. Evet ismini kuzguni siyah Special Amerikan Coker’i oluşun nedeniyle ve gözlerinin simsiyah zeytin tanelerine benzemesinden esinlenerek ben koymuştum. Sana bu isim çok da yakışmıştı. Pek çok insana ruh taşıyan bir canlının kötü olamayacağını, onlardan nefret edilmemesini, Yüce Tanrı’nın yarattığı bu koca dünyanın sevgiyle paylaşılması gerektiğini anlattın.
Can dostum oğlumla seni hep göreceğim, ruhundan gelen selâmı alabileceğim bir yer seçerek kendi ellerimle kazdığım mezara, kabire gömdüm seni. Şimdi her sabah ve akşam arabamdan inip işe giderken, dönerken mezarının önünden geçiyorum. Seni yaratan Tanrı’ya şükürlerle dua ediyorum. Verdiğin mutluluğa yüz binlerce teşekkürler, bebeğim.
İki ruhun anlaşması için benim sağ ve senin ölmüş olman bir şey değiştirir mi sanki?
Rahat uyu BEBEĞİM, zeytin gözlü ZEYTİN’im.
Yaşar OVALI
2 Ocak 2012 İstanbul
YORUMLAR
kukurikuu
Kadınlardan bıkan birinin bakışı ,ne yazık ki böyle oluyor.
Saygılarımla.
Şok geçirten bir giriş... Sonra, okudukça içine çeken bir yazı olmuş; kadınlar hakkındaki düşüncelerinde KENDİNCE HAKLI bir Donjuanın sınır tanımaz sözcüklerle feryadı. Ki, o sözcüklerle öykü yazmayı deneyebilecek bir ikinci kişi daha yok bu sitede... Ne oluyor? Birden sadık bir yare (2.yi okuduğum için o yari biliyorum) duyulan adeta karasevda...Donjuanın kadınlar hakkıdaki düşüncelerine katılmama hakkımla birlikte yazıyı çok, ama çok beğendim. Bu içerik ancak bu kadar çarpıcı yazılabilirdi. Tebrik ediyorum...on puanımı gene size vermek zorunda kaldım...SAYGILAR
(NOT:BU ON PUAN MESELESİ ŞÖYLE; ben bir günde okuduğum yazıların içinde en iyi bulduğuma on puan verip, sonrasını da 9, 8,...diye sıralarım; ne yapalım, bu da benim eylencem...:))
kukurikuu
Bir yazıya, içeriğine ve yazarına, ancak böylesine tarafsız , çarpıcı, bilinçli yorum yapılarak değer eklenebilir. Yorumunuzla daha cesur ve daha güçlü olacağım. Benim için, sonsuz değerdeki yorumunuza, TEŞEKKÜRLER,SAYGILAR.