ŞİİRİMİZİN ASİ KÜHEYLANI
Yusuf Hayaloğlu kendi ifadesi ile şiirimizin asi bir küheylanı idi. Kaybettiğimizde aylardan Mart’tı. “Her ölüm erken ölümdür” Cemal Süreyya’nın dediği gibi. Ama Yusuf Hayaloğlu için çok daha erken oldu. Henüz onun şiirlerine doyamamıştık. Ahmet Kaya’nın ardından onu kaybetmek biz şiir severlere ağır geldi. Şiirimize girmesi ile gitmesi bir oldu. Geriye armağan bıraktığı şiirleri ile onu anıyoruz.
Öldüğünde Ali Kırca, Siyaset Meydanı’nda Ahmet Kaya ve kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu’nun anıldığı bir program yapmıştı. Bu ikili adeta kardeş gibi birlikte anılmaktadırlar. Ahmet Kaya’ya yapılan malum linç saldırısı, bir utanç abidesi olarak belleklerde durmaktadır. İnsanı yaralayan, hüzünlendiren bir saldırı bugün geride kaldı gibi görünse de devam etmektedir. Yusuf Hayaloğlu’nun “İşte Gidiyorum” diyerek empati ile yazdığı şiirde bir anlamda kendini anlatmaktadır. Bugün Ahmet Kaya düşmanlığı sessiz bir şekilde Yusuf Hayaloğlu üzerinden devam ettiriliyor. Adeta Ahmet Kaya’yı linç eden anlayış, kayınbiraderi olmasından dolayı Yusuf Hayaloğlu’nu yok sayarak linçini sürdürüyor.
Ali Kırca’nın programında anılmasından sonra birçok basın yayın organında ölümüne dair haberler yayınlandı. Edebiyat ve sanat dergilerinde şiirleri ve şairliği üzerine bir analiz yapılmadı. O bir muhalif sanatçıdır birçok sanatçı gibi. Bu nedenle özellikle yozlaşmış basının onun adını ağzına almaması bizim için bir sevinçtir. Bizim sözünü ettiğimiz devrimci ve demokrat basın ve yayın organlarıdır. Gerçi onun böyle bir çalışmaya ihtiyacı yoktu. Ama edebiyat adına yapılması gereken bir etkinlikti. Şairi ve şiiri geliştiren böyle bir etkinlik bugün yok olmaya yüz tutmuştur. Bunu canlandırmak adına bir şeyler yapılabilmelidir. Hatta Yusuf Hayaloğlu’nun hemşerisi olan büyük edebiyat ustası Vecihi Timuroğlu bile onun şiirlerine dair bir şeyler yazmadı. Oysa Yusuf Hayaloğlu, Vecihi Timuroğlu’nun tarif ettiği şairlerdendi. “İyi bir şair betimlemesini çok iyi bilendir” demişti. Hayaloğlu sadece bir şair değil, çok yönlü bir sanatçı idi. Şiirini besleyen ve betimlemesindeki ustalığı ressamlığından almakta idi.
Hayaloğlu’na karşı bu yok sayma ve sessizlik kampanyası sadece Ahmet Kaya’ya olan yakınlığı değildir. O bir Pir Sultan Abdal dostudur, bir Yılmaz Güney dostudur, her şeyden önemlisi bir Dersimli’dir. Belki de Dersimli oluşu bütün kabahatlerin en büyüğüdür. Özcan Urgun’un “Dersimli dediler ezdiler beni” türküsü hep Yusuf Hayaloğlu gibileri anlatır. Hayaloğlu, Dersime benzemektedir. Onda her şey Dersimle özdeş olmuştur. Munzur gibi bütün rüzgârlara karşın dik durmayı bilmiştir. “Dağlarda kar olsaydım” yaşadığı zulüm anlatır. “Bırakın beni Ulan” da bütün yozlaşmışlara bir takat atmaktadır. Belki de onun içindir; bu kayıtsızlık, bu görmezlik.
Edebiyat ustaları dururken bu iş bize düştü. Bilmem onu ve şiirini anlatmayı becerebilecek miyim? Doğrusu çok içerledim. Hayaloğlu gibi büyük bir şairi görmezden gelmek niye. Oysa Hayaloğlu unutulacak bir şair değildir. Adına değil makaleler kitaplar yazılacak ender şairlerden biridir. Umarım ilerde bir yazın adımı bu görevi üstlenir ve yapar. O Pir Sultan Abdal, Enver Gökçe, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin, Can Yücel ve Nazım Hikmet gibi bu toprakların ozanı ve onlar gibi başkaldırının ozanıdır. Ayni zamanda ressam olan şair her şiiriyle adeta bir tablo çizmiştir. “İstanbul, Acılar Kraliçesi”, “Kim Susturabilir” ve diğerleri her bir adeta usta bir fırçadan çıkmış birer tablodur. Şiirle resimin kardeşliği Hayaloğlu’da görmek mümkün. Onun içindir birçok şair ayni zamanda ressamdır. Kendisinin de dahil olduğu 78 kuşağının acılarını, aşklarını, duygu ve düşüncelerini anlatmaktaki ustalığı onun yaşamın içinden geldiğinin en güzel örnekleridir.
Hayaloğlu kuşağının aykırı ozanlarında biriydi. Belki de ona karşı ilgisizlikte bu aykırı insan olmasında gelmektedir. Barlarda şiir okumasını birçok kişi yadırgamıştı. Bu şairlerin alışık olmadığı bir durumdu. Gerçi bu ezberi birçok sanatçı tarafından bozuldu. Bu hareketi bile kendisini eleştiren şairlerden ilerde olduğunu gösteren bir ayrıcalığı idi. Şiirlerinden dolayı yayınevlerinin kendisini sömürmesine izin vermedi. En yüksek telif hakkı alan şair olarak haberlerde ve yaşamda yerini aldı. Televizyonlarda programlar yapması, şiirlerini diğer sanatçılarla paylaşması, ortak çalışmalarda yer alması ve Ahmet Kaya’nın misyonunu yüklenircesine şiirlerini kendi CD’leri hazırlaması onu kitlelerce kucaklanan bir şair yapmıştı. Hayaloğlu geldiği yere tesadüfen gelmiş bir değildir. Yıllarca elinde taşıdığı besleyip büyüttüğü yıldızın parlamasıdır. Yaşadığı dönemle ötüşen hayat çizgisi ve ülkenin yozlaşan çizgisi ile kesişince kitlelerle buluşması daha da kolay olmuştur.
En çokta “Ah Ulan Rıza” şiiri ile ses getirdi. Arkadaşlığın ve her şeyin kirlendiği bir zamanda insanlar bu şiirde kayıp olan arkadaşlığı buldu. Her şiiri ayrı ayrı irdelenmesi ve çözümlemesi yapılması gereken bir şairdir. Sinemamızın Ahmet Mekin’e benzeyen ve onun gibi mütevazı insanı; şiirinde de ne kadar samimi olduğunu kanıtlarcasına “Senden ayrılacağımı sanma, / Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!..” dedi. Ölmeden önce kendi kaleminden anlattığı “Ömrümün özeti ve beni var eden sebepler” yaşam öyküsünün sonunda “Baharı görmek istiyorum.. Vedalaşmak için henüz çok erken..” derken, böyle bir kış mevsiminde aramızdan ayrıldı. Baharı göremediği gibi, ölürken bile ona incitmişlerdi. İki ruhbanın önüne konmuştur. Bu sadece Hayaloğlu’nu değil biz sevenleri de incitmiştir.
Yusuf Hayaloğlu yapıtları ve şiirleri ile edebiyat tarihimizde yerini almıştır. Onu iki sayfalık bir makale ile anlatmak imkânsız. Varsın onu yok saysınlar, bıraktığı şiirler dillerden düşmeyecek. Şiirleri ile hak ettiği değeri bulacak. Sevenler onu unutmayacak ve unutturulmasına da izin vermeyecektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.