- 1203 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HER ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ Mİ?
Bilinç nedir?Biz hayata hangi bilinçle bakıyoruz? Etrafımızdaki varlıklara ve insanlara neyle ve nasıl bakıyoruz?Bilincimiz ağırlığını ve rengini hayattan mı yoksa kitaplara dan mı alıyor? Bakışlarımızın ve aklımızın gerisinde hangi birikimler saklı? Varlığa saf bir şekilde veya olduğu gibi bakmak mümkün mü?Bilincimizdeki belli bir takım noktalardan kendimizi sıyırdığımızda geriye kalan ne?
Zihnimiz, dışımızdaki varlıkları nasıl kavrayabiliyor? Yoksa kavranılan şeyler ve zihnin algıladıkları,gördüğü varlıkların donuk bir zaman içindeki görünümü mü? Eşyaya dair izlenimlerimiz ve bilgilerimiz gerçek anlamda o eşyanın özünü bize yansıtıyor mu? Yoksa bilgilerimiz,algılarımız,eşyanın özünden uzak, bizim yorumlarımız mı?
Özcesi varlıklarla bilincimiz arasındaki ilişki hangi çerçeve içerisinde kurulacak? Bilimsel temellendirmenin nesnelere dayandığını iddia ettiği nesnellikle mi yoksa İnsanın kendi özgül varoluşuna dayandırılan öznellikle mi? Ya da bunların hiçbirini kabul etmeyen ve fakat bunları da içine alan bir görüş mü?
Varlıklar bizim dışımızda bir aşkınlığa ve gerçekliğe sahiptirler. Bu verilmiş olan gerçeklik,içinde bir çok anlamları barındırmaktadır,ki zaten o varlığı o varlık yapan onun aşkın yapısındaki içkin özlerdir. Ayrıca bu varlıkları anlamaya çalışan insan kendi verilerini ortaya koyma özelliğine sahiptir. Ve insanın kendi içkin yapısı ile varlığın aşkın olan yapısını ortaya koymaya çalışması hangi düzlemde gerçekleşecektir?
İnsan kendin de bir çok farklı noktayı barındırır,bu noktalar insanın hem kendini hem de tüm diğer varlıkları açıkladığı,tanımladığı dayanaklardır. Örneğin bilgiyi elde etmek için sadece aklı veya sadece hislerimizi kullanmayız bununla birlikte deneyimlerimizi ve diğer bir takım özelliklerimizi kullanırız. İşte insani varoluşumuzun tabiatın da varolan bu çeşitlilik varlıkları algılayışımızda da söz konusudur
Bu anlamda Kendisini varlığın tek açıklayıcısı olarak gören bilimin,Eksik olarak ortaya koyduğu çerçeve,varlığın her hangi bir zamandaki ve uzamdaki görünümünü saltık bir “anlam” olarak donuklaştırması ve kapamasıdır. Varlığın anlamının donuklaşması ve kapanması ile beraber varoluş süreci ya bitişe doğru yol almakta ya da varlığın tek rengi görünebilmektedir.
Görünen ve algılanan,içkin insan zihni tarafından bir yerlere oturtulmakta ve varlığın anlamının varlığı açıklama şeklinin o olduğu söylenmektedir,ki en büyük problem olan varlıktan bir kesit alıp onu mutlaklaştırmak ve donuklaştırmaktır.
Ve bilim bu vasıflarıyla insanın öznel içkin yapısını,bilimsel nesnellikle yönlendirmekte ve bu faaliyetlerle özünü maddileştirmekte ve tek boyutlu bir hale getirmektedir.
İnsanda mündemiç olan “yaşanmamışların” dünyası içerisinden birisi seçilerek insan bu kalıpların içerisine hapsedilmektedir. “varoluş” sürecinde olan insan bilimle bir “VARLIK” haline gelmektir. Ve fakat bu varlık bilimsel nesnelliğin sınırladığı “Dünyalı Varlığa” işaret eder.
Varoluş her an kendimizi dışımızdaki varlıklarla irtibatlandırarak keşfetmektir.Varlığı dondurmak varlığın imkanlarını dondurmaktır. Bu şekildeki bir anlayış insan olmanın ve alemde yaşamanın anlamını kaybetmektir. Artık çevremizdeki varlıklara bakarken bilimin nesnel gözlükleri ile bakmaya başlarız. Verilmiş olan varlıklar bilim tarafından anlamlandırılıp insana aktarılmakta ve insan zihni kendi öznel dünyasını kuramamaktadır. İçsel anlamları dumura uğratan bu bilimsel nesnellik batının epistemolojiye dayalı varlık açıklamalarından ileri gelir.
İnsanın varlığı gözlemlerken “olduğu gibi” değil de her hangi bir bilgi sistemi ile anlamaya ve algılamaya çalışması,sonuçta bir zihinsel belirlenmişliği doğurmaktadır,bu belirlenmişlik içerisinde kendi saf varlığını kaybeden insan,kendi olmaktan uzak ortamlar ve bilgiler üretmeye başlamaktadır.
Bu anlamda yapılması gerekli olan ilk şey,bahsettiğimiz bilgi sistemlerini eleştirmek ve yeni bir anlayış ortaya çalışmaktır. Burada karşımıza şöyle bir sorun çıkmaktadır;her hangi bir şeyi eleştirirken bir bilgi veya bir çıkış noktasının olması gerekmez mi? Ve bu çıkış noktası yani kendisine dayanarak eleştiri yaptığımız nokta yine aynı paradoksu yaratmaz mı?
Bilimsel nesnelliğin karşısında iddia edilen bakış açısı “Varoluşumuzun doğallığında” bir bakış açısıdır. Varlığı zaman içersinde anlamaya ve anlamlandırmaya dayalıdır. Varlığın bir andaki algılanışını temellendirmeye çalışmaz onun varlığı donuklaştırmadan her daim sorgulamak,çözümlemek ve kendi öznelliğimiz içinde anlamaya gayret etmektir. Her varlığa kendimiz olarak ve varlığın kendiliğinde bakmaya çalışmaktır. Verilmiş olan bir dünya ve bu dünyaya anlama şekli değil,kendi oluşturduğumuz ve anlamlandırdığımız bir dünya olmalıdır. fakat bu dünyayı algılarken ve yorumlarken alemdeki yasaları bütünlüklü olarak anlamaya çalışmak gerekir. Bunun içinde Hislerimizin derinliklerine uzanmamız elzemdir. Şayet biz aklımızın ve tecrübelerimizin yüzeylerinde kalırsak hiçbir zaman varoluşun anlamına ulaşamayız.
İnsanın mahiyetini varlık sahasında gerçekleştirmeye çalışması ile beraber “varoluş” sürecine girmesi aynı şeylerdir. Bu anlamda “Allah” bir VARLIKTIR. Ve bir varoluş sürecine tabi değildir. Onda bütün mümkünler gerçekleşmiştir yani Allahın karanlık bölgeleri,meçhul ve yaşanmamış yönleri yoktur. Süreç filozoflarının iddia ettikleri gibi Allah varoluş sürecine tabi değildir Varoluş süreci Allaha tabidir. Çünkü Varoluşa anlamını veren Allahın ta kendisidir.
İnsan veya diğer herhangi bir varlık varoluşa anlam veremezler insan sadece Allahın Aleme ve kendisine yerleştirmiş olduğu anlamları(ayetleri)tanımaya,anlamaya çalışır. Allah her şeyi ile vardır ve kuşatıcıdır insan ise varoluş sürecine tabidir, kendindeki potansiyel yaşanmamışlıkları ortaya koyabildiği ölçüde vardır ve bir varoluş hali yaşar.
Epistemoloji ile birlikte Varlık ve insan açıklamaları önemli bir kırılmaya uğramıştır. Bilgi merkezli açıklamalar Varlık merkezli açıklamalardan bir takım yönlerden köklü olarak ayrılmaktaydı. Bu ayrılıklardan ilki ve en önemlisi Bilginin Varlığı belirlemesi ve hesaplamasıydı,Varlık kendi bütünlüğü içinde bir takım değişebilir,derinlikli ve geniş çerçeveli bilgiler üretebilirken Bilgi bu imkanı Varlığın Elinde Almış ve bu süreci kendi çizgisinde kullanmaya başlamıştır,kullanmaya devam etmektedir.
İnsan,Batılı insanın ortaya koyduğu şekilde insan,düşünen ve bilgi elde eden bir varlıktır. Yani ilk önce merkeze onun düşünmesi ve öğrenmesi alınmıştır ve böyle olduğu için bütün değerlendirmeler epistemolojiktir. Yani bir bakıma varlık epistemolojinin kurbanıdır. Epistemolojik olmasının bir sonucu olarak insanın bilgi ve düşünmesinden önce gelen varolması arka plana atılmış ve sonuçta insan kendine bir çok tanım getirerek bu tanımlar içerisine kendisini yerleştirmeye çalışmıştır ve her tanım sonuçta zihinsel parçacı olduğu için insan mefhumu tüketilmeye başlanmıştır.
İnsanın varolması noktasından yola çıktığımızda ilkin insanın varolduğunu ve bununla beraber etkilendiğini ve etkilediğini anlarız. Her insan kendi yaşam pratiği içinde kendi içkin olan anlamları dış dünyada kendi gerçekliğine ve bütünlüğüne uygun bir şekilde gerçekleştirmeye gayret gösterir. Zihninde her hangi bir epistemoloji ve dışarıdan aldığı bir kategori yoktur. Çünkü o kendini yaratılan tek anlam olarak görür ve üretilmiş diğer anlamları kendisine uygulamaya çalışarak başkalarını yaşamaz. O kendisidir ve kendi anlamını alemdeki işaretlerle ortaya çıkarmaya ve yaşamaya çalışır. Ve özelliklede şunu çok iyi bilir. Allah Varolan her şeye kendi anlamını vermiştir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.