- 1049 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gülçiçek...(1)
Naylon brandalı elli beş model williys jeep, olabildiğince dik ve virajlı dağ yolunda, arazi vitesinde homurdanarak ağır ağır ilerliyordu. Yeşilin her tonunu barındıran sık ağaçların arasında neredeyse kaybolmuş toprak yolun iki tarafındaki rengarenk çiçekler, havada uçuşan kelebeklere nispet yaparcasına, en karmaşık ve en zarif desenleri yapraklarında barındırıyorlar, az önce yağan yaz yağmurundan kalma çiy tanelerini Güneş’in ışıklarıyla parlatarak, yeni başlayan bir aşkın sembolü pırlanta yüzükleriymiş gibi, sonsuz aşkları Güneş’e armağan ediyorlardı!.
- Aman gözünü seveyim şöför efendi yavaş git!.
dedi ve ekledi önde oturan takım elbiseli adam.
- Aman geç olsun temiz olsun!.
Sonra, kendi kendine doğu aksanıyla;
- Yahu madem dağ başında adam vurdunuz,bize niye haber veriyorsunuz? gömün gitsin anasını satayım!.
Jeepin arka sol tarafında oturan diğer takım elbiseli adam;
- Doğru söylüyorsunuz sayın savcım. Vallahi şu virajlar anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi. Bir an önce varsak bari. Buradan bir yuvarlanır isek bizi zor bulurlar alimallah!.
Kalın kravatlı, kumaşı solmuş elbisesiyle her halinden dar gelirli bir devlet memuru olduğu anlaşılan adam, saygılı ve acımaklı bir ses tonuyla konuşuyor, her virajda ani boyun hareketleri ile sağa sola korkuyla bakınıyor, her savrulmada ve her kasiste kucağındaki daktiloya daha bir sıkı sarılıyordu.
Şoför ise, bu ikilinin konuşmalarını dikkatlice dinliyor, alışık olduğu bu yolların koskoca savcıyı ve zabit katibini korkutmasına anlam veremiyor, onların konuşmalarına alaycı bir gülümsemeyle karşılık veriyordu.
-Haklısınız sayın savcım, bizim memleketin yolları böyle işte. Ama biz alıştık artık!.
Buna rağmen, ne kadar cesur olduğunu gösterircesine vırajlara her seferinde daha bir hızlı giriyor, savcı ve zabıt katibi ile içten içe alay ediyordu...
Arka koltukta sağ tarafta oturan haki safari gömlekli ve kot pantolonlu genç adam ise, kendini bu büyülü manzaranın içine bırakmış, bir taraftan seksen öncesinden kalma kalın bıyıklarını çekiştirirken, diğer taraftan yalnız başına yola çıktığı "ruh alemindeki keyifli yolculuğun" tadını çıkartıyor gibiydi.
- Siz hiç konuşmuyorsunuz doktor bey?
dedi savcı.
Hiç tepki vermedi genç adam.
- Katip bey, uyudu herhalde doktorumuz!.
Yılların zabit katibi Durmuş efendi, arka koltukta yanında oturan genç adamın bu tepkisizliğine tuhaf bir bakış atarak, kendince bu hareketini beğenmediğini gösteriverdi. Bu bakışını savcının da görmesini isterdi ama nafile, savcının sırtı dönüktü.
Savcı tekrar;
- Doktor bey uyudunuz mu?
Genç adam, katip Durmuş’un bakışlarından ve bu ikinci seslenişten sonra iç dünyasından geriye döndü.
- Hayır savcı bey. Bu güzellikte uyumak isterdim ama!
diyerek ekledi;
- Korkmuş gibisiniz!...
Savcı hiç cevap vermedi. Araç o sırada, sağ tarafı oldukça dik bir uçurum olan yeni bir virajdan dönmekte idi.
Katip, genç doktorun bu umursamaz tavırlarından, zaten kasabadan beri hiç hoşnut olmadığını ima eden bir bakış daha fırlattı. Koskoca savcıya hiç korkmuşsunuz denir miydi?
Genç adam,katibin bu bakışının ne anlama geldiğini anladı. Gözlerini onun gözlerinin içine dikerek;
Umursamıyorum dercesine gülümsedi. Bir taraftan da parmakları ile tekrar tekrar kalın bıyıklarını çekiştirmeye devam ediyordu.
Kim ne derse desin bu muhteşem atmosferin tadını çıkarmaya kararlı gibi görünüyordu.
Aradan bir saat ya geçmiş ya geçmemişti. Orman yolu bitmiş, her iki tarafı çimenlerle ve dağ çiçekleri ile kaplı ağaçsız yayla yolu başlamıştı.
Uçsuz bucaksız gibi görülen bu doğal çim tarlalarının, yoldan yüz, yüz elli metre kadar ötelerinde kıştan kalma karların bir kısmı ise hala erimemişti.
Yarım saat kadar sonra, karşı tepede, tahtadan yapılmış, ve üzerileri bedevre ile kaplı yayla evleri görülmeye başlamıştı...
d.e.
YORUMLAR
aaaa..
çok erken bitti..
tam hikayenin içine dalmışken..
neyse devamını bekliyor olacağım..
selamlar..
ahad karacan
Her şeyin az olanı kıymetlidir.:) Şaka. Sadece zamanım bu kadardı... Teşekkür ediyorum...