- 1894 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
SERÇELER SÖYLEDİ
Bütün gitmek zorunda bırakılan kalbi kırıklara...
Bulanık bir havada ikindi kızıllığı düştü Talip’in şakağına. Sustuğunun tam birinci saatinde dudakları kıpırdadı. Bir şey diyecek sandım. Rüzgar kıvırcık saçlarını gözlüklerinin içine soktu. Bir kafa hareketiyle açtı alnını yeniden. Alnındaki yara izi kırıştı.
“Bakma kız öyle” dedi nihayet. Yalnız dili şişmiş de pelteleşmiş ağzında ısırıp durmaktan. Sustu yine. İlerideki durağa baktı. Parladı gözlükleri. Otobüs bekleyen Hamiyetin, çorabını çekişini gördüm camlarından.
Başını yere eğdi. Ayağıyla suda şişmiş bir izmariti ezerken “Bu kızın sonu hayır değil” diye mırıldandı. Hamiyete baktım. Yeşil mantosunun kolları kısalmış. Yedi yüz yirmi üçü bekliyor. Sanayiye gidecek. Daha var saatine. Çantasını bileğine takıp ellerini cebine sokuyor. Yanındaki kız bir şey anlatıyor ona. Ara ara Talip’e bakıyorlar. Kız gülüyor, Hamiyet ağzını örtüyor kızarmış parmaklarıyla.
Talip’i otobüsten çıkarttılar. Enayi, yolcunun birini haşlamış. Ne imiş; adam “bu yolları yapan devletin” demişmiş. Yol nimetmiş, yola sövülür müymüş? Anasını bu yoldan geçip de yetiştirmişler Tıp Fakültesine. Babası bu yoldan incelip gitmiş gurbete. Çalışmış da bakmış onları.
“Talip kızma ama, sende kabahat. Bak ne oldu? İşinden oldun, hem de yerine Hamiyet’in nişanlısını aldılar.”
“Haklısın” dedi. “Ben bu yolların anası…” Bitiremedi sözünü. Anası geldi aklına.
Yedi yüz yirmi üç göründü ilerideki durakta. Talip yaslandığı duvardan söktü kendini. Ellerini cebine sokup karıştırdı. “Yok” dedi. “Kentkartımı unutmuşum.”
Olacak iş mi. Beşe ne kaldı şurada. Ramiz’in deyyusluğu tutar şimdi. Almaz arabaya. Laf sokar, Talip de döver onu…Döver onu! Döver mi döver!
“Ulan Talip, yalan diyorsun. Kartını falan unutmadın. Ramiz’i dövesin var değil mi?”
Çenesindeki beni kaşıdı. Sanki gülümsedi biraz. Hamiyet’in arkadaşı kahkaha attı o sıra. Döndük baktık. Ellerindeki çekirdeği çitletiyorlar. Ağızlarındaki kabukları tükürürlerken, acayip bir buhar tütüyor durağın üzerinden. Hemen yanlarındaki sıska kız, mantosunun altındaki hırkanın örneğini tarif ediyor birine. “İpi Salih’ten al. Yumağı iki lira şekerim.”
Hava soğuk. Ne yağmur yağacak gibi, ne güneş bir zamanlar geçti bu gökyüzünden. Mevsimlerin de Araf’ı oluyormuş.
Biraz ceset kokuyoruz hepimiz. Gözlerimiz kırıntılara benziyor. Havanın ve gökyüzünün umurunda değiliz. Yukarda ne oluyorsa oluyor, ceremesini biz yerdekiler çekiyoruz. Kim kızdırıyor Tanrı’yı böyle!
İşte böyle. Talip bunları düşünüyor şimdi. Laf olsun diye. Maksat Hamiyet’i unutmak. Yedi yüz yirmi üç tıslayarak durdu karşı durakta.
“Hadi Talip, geçelim karşıya.”
“Git lan başımdan. Anam ant içti. Artık gömleğimi dikmeyecekmiş.”
Talip’in siyah bir ceketi vardı. Liseden kalma. Kadife, dirsekleri kahverengi deri. Halası İsviçre’den yollamış. Ne vakit onu giyse, kavga eder yüzü gözü yırtık gelirdi eve. Anası dayanamadı gayrı. Kaldırdı attı ceketi. Biraz duruldu Talip. Büyüdü tabi. Akıl iliklerine yürüdü. Fakat bu Hamiyet olmasaydı.
“Kuzu kurdun yol Fordun anam!”
Ramiz’in muavini kapının iki yanındaki kollara tutarak yola doğru sarktı. Gözleri bizde.
“Kız sana mı asılıyor bu it!”
Hışımla karşı durağa geçti Talip. Hamiyet avucundaki çekirdekleri durağın kenarına döktü. Eşarbının uçlarını sıkıp bindi otobüse. Hem de motor üstüne oturdu. Ramiz’le omuz omuza geldiler.
Serçeler çekirdeklere uçuştu. Kanat şıkırtıları Talip’in çamurlu suya bulanmış ayak seslerine karıştı. O sıra güneş yıkık kaşının tekini gösterdi göğün kenarından. Yedi yüz yirmi üç kıpkırmızı parladı. Ramiz ve Hamiyet kayboldu ön camdan.
“Kartın yoksa in arabadan!”
“Sen kimsin be!”
Kravatından yakaladı Ramiz’i. Sürüyerek indirdi yaylı koltuğundan. Arka cebindeki Fener tarağı boncuklu hasıra takıldı. Hamiyet kızarmış parmaklarıyla örttü yine ağzını. Arkadan bir hanım teyze seslendi: “Dağ baş mı burası evladım!”
***
Yedi yüz yirmi üç homurdanarak kalktı. Talip ve ben bir de çekirdekler kaldık geriye. Hamiyet’in bir babası daha olacak bu akşam. Önlüğünün fosforlu çizgileri çekirdek artıklarını aydınlatırken, kirli sakallı bir belediye işçisi, önce talihine sövecek, sonra Hamiyet’in anasına.
Serçeler ürktü de gittiler uzak duraklardan birine. Başka çekirdeklere kondular. Ramiz ağladı biraz. Sonra güldü kolundaki diş izine bakarak.
“Karı kılıklı, ısırmış bir de bak.”
Talip yanlış biliyor. Ben ısırdım onu. Dudağımda hala tuzlu deri parçaları. Ne yapacaktım? Adamı boğacaktı.
Biz yolun karşısına geçerken güneş yıkık kaşını da söktü göğümüzden. Biraz daha bulandı yol kenarındaki birikinti. Tiksintiyle baktı bize ve birikintiye yuvarlak karınlı susuz bir serçe.
Hiç ikindi vakti, güneşsiz bir günde gölgesi çıkar mı adamın? Talip’in çıktı. Birkaç saniye açtı kollarını önümüzde. Talip cep telefonunun camından acıyan gözüne bakıyordu o sıra. Çaktırmadan ağlıyordu bir de.
Biz yürüdük gittik. Gölge karnını bastırdı ve yığıldı durağın dibine. Talip hafif şimdi. Serçeler den bile hafif.
“Unut gitsin dostum. Başka yolun yok!”
Güldü.
“Bütün yollar benim kız. Yol verenim çoktur çünkü.”
Talip’in yolları vefakardır. Alır dolaştırırlar ve en dolaşmış anında hiç şaşmadan aldıkları yere bırakırlar tekrar. Yürüdük gittik. Yollar kuşlara kaldı. Biri uzun uzun öttü arkamızdan. Ramiz’in Fener tarağının üzerinden çamurlu sular geçti.
Talip fıkra bile anlattı yolda. Hafifledi. Kaybedecek hiçbir şeyi yok onun. Yekun ağırlığını yükledi yedi yüz yirmi üçe. Ramiz’le Hamiyet, fabrikanın bahçesinde kavga ediyorlar şimdi.
Arkamızdan uzun uzun öten serçe söyledi.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Merhaba Aynur Hanım,
İstanbul'daki dünkü kar fırtınası benim interneti vurdu asıl. Geceleyin düzelme oldu. Yazınızı gece okudum, yorgunluktan olsa gerek pek bir şey anlamadım. Biraz önce tekrar okudum. Yine bir Aynur hanım klasiği. Güzeldi. Ama, ara verilerek biraz daha üzerinde durulması gerekirmiş.
Gözüme çarpna olumsuzlukları sözde görmeyecektim ama size haksızlık olacak diye düşündüm.
Görüp de bildirmemek ikiyüzlülük geldi bana.
"Bütün gitmek zorunda bırakılan kalbi kırıklara... " Yarım gitmek zorunda bırakılan kalbi kırıklara ne olacak?"
"Ramiz ağladı biraz. Sonra güldü kolundaki diş izine bakarak.
“Karı kılıklı, ısırmış bir de bak.”
Görünenler anlatıldığına göre ağlayanın Talip olması gerekmiyor mu? O kadar yorum yapanın
birisi bile bunu fark etmemiş. Yoksa ben mi yanlış algılıyorum?
İnternet gidiverecek diye tedirginim.
Başarı dileklerimle saygılar.
Aynur Engindeniz
Bu herşeyin özeti sanırım...
Yarım gitmek zorunda olanlar meselesine ise çok güldüm. Allah iyiliğinizi versin...Çok yaşayın.
Sizi en dikkatli okur ilan ediyorum. Ve çok teşekkür ediyorum. (Bu arada ve bağlacı cümle başına yazılmaz.)
Saygılar.
Harun Aktaş
Bu yoruma çok kırıldım demeyeceğim ama çok kızdığımı da söylemeyeceğim.Sadece biraz düşünmeme sebep oldu, o kadar. Genel konuştuğunuz için ve bu genelin içinde ben de olduğum için cevap hakkım doğduğunu düşündüm.’’ O kadar yorum yapanın birisi bile bunu fark etmemiş.’’ Söylemini de hiç doğru bir söylem olarak görmüyorum, kusura bakmayın lütfen. O küçük hatayı fark etmiş olsaydım bile(bunu fark etmemiş ya da edememiş olmam dikkatsiz okur olduğum anlamına gelmez) burada paylaşmazdım,çünkü gerek duymazdım buna.Engindeniz’in gözünden kaçmış olduğunu düşünürdüm daha çok.bunun için yazar bana kızabilir haklı olarak,ama ben de haklıyım sanırım.Ha,sizin de bunu fark etmeniz çok dikkatli okur olduğunuz anlamına mı gelir? Belki evet,belki hayır.Yazar,evet dediğine göre,demek ki öylesiniz.Ama benim fark ettiğimi de siz fark etmemişsiniz,-belki-şimdi fark etmediniz diye dikkatsiz okur mu oluyorsunuz? Hayır tabii ki de...
Ben okurken bir yazıyı nasıl keyif alırım ona bakarım daha çok ve algılarım daha çok o yönde çalışır.
Daha da uzatmak istemiyorum;meramımı anlatabildiğimi düşünüyorum çünkü!
Genelleme yapmaktan kaçınan biri olduğum için bunu paylaşma gereği duydum.Ve dediğim gibi sinirli değilim.
Saygılarımla…
Veysel Başer
Aynur Hanımın sayfasında polemik yapılsın istemem. Bazı çok derin yazıları çok kişi anlıyor ben anlayamıyorum. Ayrıca, o kadar dert edilecek şey değil benim öyle demem. Ben mi yanlış algılıyorum diye sormuşum üstelik.
Ben, belirli ve Aynur hanım gibi üst düzeydeki kalemlere eğrisi ve doğrusuyla yaklaşıyorum.
Niye böyle yaklaştığımı bir süre sonra bir makaleyle anlatacağım.
Başarı dileklerimle saygılar
Aynur Engindeniz
ACEMİ İŞİ...
Asıl ses sende güzel kalbim benim...
Seni seviyor bu kadın:))
Bak ben de şöyle biliyorum " Alırsın Ford, olursun LORD" :))))
Bu kadar yazdım, bir bunu mu cımbızladın içinden deme sakın. Bilirsin sindire sindire
okurum senin yazılarının her satırını.
Ha! Bir de Talip fıkra anlatıp hafifleyivermiş ya merak ettim, Hafifleten fıkra nasıl olur acep,
Bolca dinlemeye ihtiyacım var öylesini şu sıralar da, o bakımdan hani ...
Aynur Engindeniz
Talip adamı dövdü, sevgilisini kaybetti. Biraz insanlığını kaybetti, biraz da kalbindeki aşkı. Hiç ağırlığı kalmadı yani:))
Sevgiler dostum.
"Bütün gitmek zorunda bırakılan,
kalbi kırıklara"
Tebrikler Aynur...
İçim titredi şu satırda...
HAyat bu!
Ne zaman ne alacağı, ne vereceği bilinmez...
Sevgiler...
Aynur Engindeniz
Sevgiler çokça...
canım benim çok güzeldi..
eline yüreğine sağlık..
uzak diyarlardan gelen bir öyküydü..keşke o cep telefonu güzel cümlelerin arasında olmasaydı..türk filmi izler gibiydim..
sevgilerimle usta kalem..
Aynur Engindeniz
Sevgiler çokça...
Değerli yazar,akıcı ve üslubu kendine has bir kaleminiz var...
İçinde kendime ait çok şey buldum bu öykünüzde...
Tebrik,takdir ve selamlarımla
Aynur Engindeniz
Başlığı gördükten sonra,şöyle burnumu çekip okumaya başlayınca daha keyif almaya
başladım doğrusu hikâyeden.Hep serçeleri bekledim bu sefer,ne zaman karşıma çıkacaklar diye.En sonunda da çıktılar zaten.Merak ediyordum neredeler diye.Yazarın bilerek bunu
yaptığını da söyleyebilirim.Ancak, şu var; okur, ‘’hani nerede,hani nerede kaldı’’demesi
gerekiyor böyle hikâyeleri okurken. Yazar dedirtmesi gerekiyor en nihayet…
Yanılıyor muyum?
Şiirlerde çok okuduğum ama, NESİRde pek rastlayamadığım yerleri paylaşmak istiyorum:
‘’Rüzgar kıvırcık saçlarını gözlüklerinin içe soktu.
Gölge karnını bastırdı ve yığıldı durağın dibine.
O sıra güneş yıkık kaşının tekini gösterdi göğün kenarından.’’
Daha önceki düz yazılarınızda da birkaç kere rastladığımı hatırlıyorum.
Bu kaleme nesir bir başka yakışıyor doğrusu.Bunu söylemeden geçemeyeceğim.
Serçe?
Çok naif bir hayvan.Yazı da o kadar naif dolayısıyla.
Serçeler söyledi…Evet söylerler,sadece dinlemek gerekir.Kedilerin konuşması gibi.
Sağır ve dilsizlerdir hepsi.Ama konuşurlar.Konuşmak için ille de dil gerekmez.
Dil olmadan da çok şey anlatır canlılar.O yüzden canlı’ diyorlar ya.Canlı olan her şey hisseder,konuşur.Belki...
Cümlelerinizi süslemeden anlatmışsınız (anlatmaya çalıştınız demiyorum) anlatmak istediklerinizi,bu o kadar belli ki.Ve fazla ayrıntıya girmeden de,tadında
bırakışınız da bu işin cabası.
Serçeler bitir dedi…
Bitti!
Aynur Engindeniz
Serçeler tek sevdiğim hayvan türüdür diyebilirim :) Bir de onlar hiç göç etmez doğdukları yerde ölürler...Öyküye uyduklarını ama cılız kaldıklarını düşünüyorum.
Yine her zamanki gibi etkili bir yorumdu değerli şairim.
Çok teşekkür ediyorum.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Siz kesinlikle çok dikkatli bir okursunuz. Gördüğünüz hatayı ya da herhangi bir eksikliği belirteceğinizi de çok iyi buluyorum. Eğer görüp de susuyorsanız bunun da bir sebebi olduğuna inanırım. Ve sizi gayet iyi anlıyorum.
Ben yazılarıma çok bariz hatalar koyarım genellikle. Okur ne kadar uyanık okuyor diye ölçmek için. Malesef bu hatalar ya görülüyor da söylenmiyor (incitmemek için) ya da fark edilmiyor. O zaman benim yazıya da okuyana da kendime de inancım eksiliyor.
Veysel Beye en dikkatli okur, derken diğer arkadaşlarımı dışladığım anlamına gelmiyor bu. Lütfen bu konuda en küçük kırgınlığınız ya da kızgınlığınız olmasın. Beni az çok tanıyorsunuz siz. Ne demek istediğimi anladığınızı biliyorum.
Sizin bütün yorumlarınız benim sayfamda etkili yorumdur. Çünkü siz de okuduğunuz yazının hakkını veren bir eleştiri üslubu var.
Demem o ki, geç farkettim tartışmayı ve sebebiyet verdiğim için üzüldüm.
Saygılar.
Harun Aktaş
Belirttiğim gibi yorumumda kırılmadım,sadece üzerime alındım.Herkesin gördüğü farklı oluyor bunu çok iyi biliyorsunuz.Bunda şaşılacak bir durum da yok haliyle…
Ama sizin yazdıklarınıza bariz hatalar koymanız,beni düşündürdü doğrusu-müspet yönde -. Ve benim de hoşuma gider böyle yapmak; biraz da oyun oynamak diyelim buna. Bu, yazar ile okur arasında geçmesi gereken –belki-tatlı oyunlardır,öyle kabul ederim. Okur,yazarına ne kadar sadık buradan anlayabiliyorsunuz çünkü.
Yine ifade ettiğim üzere,ben hikâyeden,şiirden nasıl zevk alırım daha çok ona bakarım.Bazen bir an gelir sırf kahramanları düşünürüm,ancak bazen de kahramanları bırakır bir kenarda,olaya bakarım. Ekseriyetle, bütünselliği hesaba katarak yaparım bunu.Dedim ya oyun oynar gibi. Madem oyun oynuyor yazar okurla,okur da oynamalı,oynayabilmeli…
Yorumlarıma gelince,her gördüğümü yazmam,ihtiyaç duymam.Bazen görmemezlikten gelmek gerekir bazı şeyleri.Ama bu bahsettiğim şeyler öyle ‘çekirdek’ kabul edilen hatalar değil.
Ve teşekkür ederim, yorumlarım için ifade ettiğiniz düşüncelerden ötürü.
Not: unutmadan Ahmet Büke'ye olan hayranlığınızı biliyordum;dolayısıyla böyle röportaj yaparak onunla, nasıl bir duygu içerisinde olduğunuzu az çok tahmin ettiğimi söylemek isterim.Bir başka şeydir bu...
Sizin adınıza sevindim doğrusu, çokça...
Esenle kalınız...
Aynur Engindeniz
Bugün de benim için çay koy kendine.
Teşekkür ederim canım. Sevgiler.
N. B. Ç.
Küsmezsin bilirim :)) Ama haklısın siteminde vefasız çıktık.
Çayı bir senin, bir kendim için içeceğim tatlım.
Öptüm seni çokk.
"Biraz ceset kokuyoruz hepimiz. Gözlerimiz kırıntılara benziyor."
" Biz yürüdük gittik. Gölge karnını bastırdı ve yığıldı durağın dibine."
Parçalı bulutlu bir gökyüzüne bir şiir döşenmiş, altına da buruk bir gülümseme ile imzanızı atmışsınız sanki.
Okurken bütün o bulutları başının üstünde hissediyor insan, üşüyor.
Yine güzel bir çalışma. Elinize sağlık.
Hani var ya kış günü bir somun fırınının önünden geçersinde oradan havaya karışana ekmek buharlarını önce koklarsın fırından içeri girmeden önce Sonra daha sıcak tepsisinin üzerindeki o ekmeği bölerken içinden çıkaan buharıda görürsün hem elin yanar hep dilin. Ekmeğin sıcaklığıyla miden bile yanmayı hisettmeyecek kadar mutlu olur ya işte öyle birşeydi şu an senin yazını okumak sıcak ekmek kıvamıydı satırlarında kaybolmak.....
SİHİRLİ KALEM ellerine sağlık....