- 700 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇAK
Islak kaldırımlarda çabalayan adımlarım yine yeniden haykırıyor; “Acele et!”
Bu kaçıncı geç kalışım bilmiyorum. Kaçış planlarım savruluyor ceplerimden. Cüzdanımda celp kâğıtları, yüreğimde öfkeyle karışık yağmur… Sesim titriyor rüzgâr arifesi. Kaldırımlar nahoş kelimeler sayıyorlar ardımdan… Kaçmaya geç kalmış bir firarperest urbası üstümdeki urba. Ayaklarımda yalnızlık üşümesi, ellerim sokuluyor kendi kendilerine. Nefesim tesellide kifayetsiz yalnızlığımı.
Biliyorum, yaşıyorum henüz. Yılgın, yıkık bir omuz taşıyorum bedenimin üstünde. Fakat neden hâlâ aheste yürüyor ayakkabılarım? Niçin koşma anı gelip çattığı hâlde kaşlarını kalınlaştırıyor tembelliğim?
Tamam. Bu yolda yalnızım. Ve her gün bir parçamı daha döke saça ilerliyorum bu yolda. Biraz daha azalarak… Biraz daha yorgun… Uykusuz… Daha avare bir gönülle yöneliyorum o kutlu kapıya.
Hayır, lâyık değil kir pas içindeki avare gönlüm bu kutsal ziyaretgâha…
Yolumdan dönmeli mi?
Oysa acele etmeliyim, belki toparlanırım umudunu yetiştirmeliyim göğüs kafesimde.
Nicedir ilk kez çıkıyor sesim şimdi. Gür bu kez. İnce, tiz, titrek değil…
“Açın kapıları! Açın! Bu seher vaktinde yıldızlar gibi dağıttığınız rahmetten nasiplenmeye geldim ben de.”
Kapıdayım…
Bir gün bana da açacak kanatlarını bu kutlu kapı, biliyorum. Reddedilme korkusuyla kaplı yüreğim. Biraz ümit… Biraz kabul edilebilme heyecanı…
Bekleyebileceğim bir kapımın olması güzel yine de…
Kaldırımlar yağmur ışıltılı fistanlarına sarınıyor. Taze toprak kokusu esen yele veriyor bütün rayihasını. Sokaklar büyük bir saraya açılıyor bulvarlarla. Ellerini önlerine iliklemiş binlerce talip… Kapı hafif aralanıyor… Yüzlerimiz nur…
fotoğraf:Ö. Ergin Yücebaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.