- 1238 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
21.YÜZYILDA İNSANLIĞIN DİLİ VE ANLAMI
Hayatın Kahrı ve çilesi bitmeden İnsan yavaş yavaş tükenir,sözler silikleşir,insanlar basitleşir,değerler yitirilir.Yürüyen Hayatın içinde ve fakat hayata rağmen “hakiki ve asli hayatı” yaşamaya çalışmak zor,zor olduğu kadar da acı vericidir.Çünkü Zaman biteviye akan bir nehir gibi akar içimizde, geçmişimizden geleceğimize,çocukluğumuzdan yetişkinliğimize…Ve “Ben”ligimizi bu akan zaman içinde “hakiki ve asıl olan da tutmak” için bilgi ve irfana ihtiyacımız var.
Asırlar asırlar üstüne yığılır,insanların Hayatları birbirine karışır,etkileşim ve değişim her daim devam eder. Buna rağmen gökyüzü aynı,güneş ve yeryüzü aynı...Ve bir şeyler hep değişmeden kalır. gökyüzü,yeryüzü,ateş,su ,hava ve rüzgar hep aynı.Yaşam sürüp giderken hep bir şeyler sabit kalır. ADEM’DEN bu yana insanoğlunun yaşadıkları aynı…Ve fakat buna rağmen insanoğlu kendi “hakiki ve asli benliğini” engeller.
,Kelimelerimiz,kalbimiz ve isteklerimiz “hakiki kendimizin” önünde yürürler…
Varlığımızda yankılanan insanlığımız ne kadar cüce ve ne kadar da kısır…olmamız gereken insanlığımızdan çok uzaklardayız…Okuduklarımız ve yaşadıklarımız arasındaki mesafe bizi ele veriyor,biz ve okuduklarımız apayrıyız,insanlığımızın damarlarında okuduklarımızdan eser yok…Bilgimizi ve hayatımızı Bildiklerimizin ağırlığında bir araya getirmeliyiz.Ve bildiklerimiz hayatımızın ışığı,sesi ve soluğu olmalı... ...
İnsanoğlunun, yeryüzüne adım atmasından bu yana dünya hayatında yaşanan olaylar, derinlikleri ve renkleri farklı olsa da, hep aynı. İnsanoğlu dönem dönem büyüklü küçüklü bir çok değişim ve dönüşüm yaşasa da bunların tamamı insanın varlık temeline dayanır. Olayların ve olguların temeline inildiğinde her daim insanoğlunun bir takım özellikleri ile karşılaşırız. Korku,Acı,nefret,sevgi,utanma vs nin somutlaştığı bir meydandır yeryüzü hayatı. Bazen acı ve nefret egemendir,bazen de sevgi ve adalet egemendir.
İyiliklerinde kötülüklerinde neşet ettiği yer aynı. Çünkü Güzelliklerinde Çirkinliklerinde temelinde insanoğlu var. İnsan Yeryüzünde halife olarak yaratılan bir varlık olduğu için etkileyen ve etkilenen bir özelliğe sahip. Bulunduğu çevreyle ve Yaşadığı varlıklarla etkileşim sürecine giren bir özelliği var. İsmet Özel “Bir Yusuf Masalı” Şiirinde şöyle der: “İki insan bir araya gelince
İki taşın beraberliği gibi olmaz
Diyelim ki iki salkım
Bir çift kuş,yılanlar,kurbağalar,göçmen sürüler
Yarasa aşiretleri,birbirine açılan Tanrısız mağaralar
Yabancılık
Yalıtkanlık üretirler ha bire
İnsan soyu
İletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında
İki insan
Başka hiçbir yaratıkta olmayan
Geçirgen bağın başlatıcısıdır
Anneler be Babalar
Oğullar,kızlar,hısımlar
Komşular,hemşehriler,yurttaşlar
Hangileri arasından seçilirse seçilsin
İki insan bir araya gelince
O geçirgen bağa ilmik atar.”
Ve insanoğlunun değişim ve dönüşüm serüveni böylece başlar…Aşklar,savaşlar,nefretler,kötülükler,iyilikler Bahsedilen O geçirgen bağ ile başlar.
Ama hepimiz sonuçta aynıyızdır. Özümüz ve Özümüzün uzandığı yollar hep aynı.
İşte bu ayniyettendendir ki insanlar birbirine benzeyen veya birbirinin aynısı olan ahlaklar üretmişlerdir.İnsan Kendi ahlakına yani kendi yaşam biçimine kendinden yola çıkarak varmaktadır. İnsanlığımızın ortak noktaları ile birbirine benzeşen sözler,ahlaklar,tavırlar,yaşantılar üretebiliriz. Öz varlığımızda ki ayniyet bizleri benzer yönlere götürebilir. Ahlakın veya Davranışların topluma bakan yönü dediğimiz unsurları insanda tohum halinde mevcut olan özlerde saklıdır. Topluma bakan yön ise biz de saklı olan özün sahneye sürülmesidir. Sahne de bu öz kendini nasıl sergiler orası meçhul. Çünkü bu öz toplum sahnesinde kendini farklı mümkünatlar içinde sergileyebilir. Ve fakat ortaya çıkan edim aynı kaynaktan neşet eder.Yani insan tüm bu süreçlerin merkezindedir.
bu insanın, ahlakının veya davranışının doğuştan tamamlandığını göstermez,sadece insanda varolan potansiyel özler negatif veya pozitif yönde gelişir,yaygınlaşır.Bu anlamda Doğuştan getirdiğimiz özelliklerle TOPLUMDA sergilediğimizr davranışlarımız arasında bir yakınlık vardır. “Ahlakın değişmeyen değerleri vardır ve bunlar bütün zamanlarda yerlerde geçerli olagelmiştir: Aciz olanlara şefkat ve merhamet göstermek,başkalarının kişiliğine saygı göstermek,yakınlarına yardım etmek,dürüst davranmak vs. Bu genel değerler çeşitli cemiyetlerde ve ayrı zamanlarda birbirinde farklı şekiller almış,fakat şekillerin arkasındaki prensipler değişmemiştir. Toplumları birbirinden ayıran asıl nokta bu prensiplerin uygulanmasında ve işleyebilir şekiller alıp almamasında ortaya çıkmaktadır.”[Ahlak sosyolojisi ve sosyal ahlak-Erol Güngör-21,22]
İnsanın Bireysel özü kendi içindedir.Sevgi,umut,acı,neşe ve bütün duygu ve düşünceler ancak belli bir toplum içinde somutlaşır. İnsanın kendi dışıyla kurduğu ilişkiler muhakkak bu öze dayanmaktadır.
İşte biz burada bu ortak insani öz den yola çıkarak tasavvufun 21.yüzyılda ne anlam ifade ettiğini,insani özün hangi noktasını açıkladığını,hayatımızda kapladığı yeri ele alacağız. Geçmişi geçmişte ki insanlar kendi anlamları ile yaşadılar ve kendi dilleri ile ifade ettiler. Şimdi şimdinin insanı için ne anlama geliyor ve şimdinin insanı şimdiyi nasıl ifade ediyor. Tasavvufu da ele alırken bu sınırlar içinde düşüneceğiz. Ayrıca bununla birlikte günümüzün sosyal bilgilerinden olan Felsefenin ve psikolojinin insana hangi anlamı yüklediğini ve insanı değerlendirirken ne gibi değerlere dayandığını anlamaya çalışacağız. Psikolojinin insan kimliğinin evrensel yönü üzerindeki açıklamalarına değineceğiz, Zamana,mekana ve toplumsal şartlara bağlı kalmayan evrensel bir kimliğin,ahlakın ve anlayışın varlığı üzerinden psikoloji merkezli düşünmelere yol alacağız
Diğer yandan insanın özündeki insanlığın ancak toplumun elverdiği sınırlar içinde varoluş düzeyine çıktığını Ve bu kültürel varoluş düzeyini tüm toplumlarda çok az insanın aşabildiğini bilmeliyiz.
“Doğal varlık durumunda ,büyümenin sosyo-kültürel kanunları son derece önemsiz bir işleve sahiptir. Ne zaman ki,bu doğal varlık düzeyi ‘kültürel süzgeçten’ geçer,işte o zaman,benlik,kişinin toplumsal hayatında hakim olur. Aynı şekilde sadece benliğin doğasıyla ilgili ciddi bir araştırma,toplumsal-zihni benliğin nihai bütünleşmenin değerini kavramasına yardım edebilir. Birey ancak o zaman evrensel bir bütünleşme için kendi toplumsal benliğini değersizleştirmek amacıyla,bilinçli olarak,yabancılaşma,toplumsal gerçeklikten özgürleşme,uzlete çekilme,yalnızlık ve yeni bir kültürel çevrede yaşama gibi çeşitli teknikleri benimser.”(Aşkta ve Yaratılışta yeniden Doğuş-A.Rıza Arasteh-14-15)
Doğal varlık durumu bizim insani özümüze işaret eder,biz bu insani özümüzle bir kültür içinde yaşarız ve bu kültürel ortam bizim özümüzü belli bir şekle sokup dünyada ki duruşumuzu belirginleştirir. Bu kültürel duruş vasıtası ile hayatı,insanları,tabiatı ev bizi yaratanı açıklamaya ve anlamaya çalışırız. Bu anlama ve açıklamanın bir sonraki safhasında içinde bulunmuş olduğu kültürün geleneklerini,örf ve adetlerini eleştirmek vardır. Bu safhada insan kendi yaşantısını,insanların yaşantılarını,inançları ve kullanılan kavramları sorgulamaya başlar. İnsan bu dönemde toplumdan uzaklaşır ve yalnızlaşır. Çünkü kendi varlığını özündeki değerler çerçevesinde,toplumsal benliğini yok ederek yeniden inşa etmek istemektedir.
Bu anlatılanlar çerçevesinde Tasavvuf ,insanın asli özüne dönmesini sağlayarak,kültürel unsurlardan uzaklaşmasına sebep olur.Tasavvuf; İnsanlarda varolan geleneksel davranış kalıplarının dışında bir anlayış ve yaşayışı ortaya koyar. Bu ise tüm insanlardan saf halde varolan insani öz ‘dür. Bu insani öz’e “evrensel benlik” diyenlerde mevcuttur.
“Tasavvufta bilinçaltı bilinçten çok daha önemlidir;bilinçlilik sınırlı iken ,bilinçaltı sonsuz imkanları içerir. Ve sadece bilinçaltı gerçek benliği bulmanın araçlarını sağlar. Evrensel benlik bütün varlığı kuşatırken,geleneksel benlik sadece varlığımızın belli bir bölümünü meydana getirir.” (Aşkta ve Yaratılışta yeniden Doğuş-A.Rıza Arasteh 22-23)
Geleneksel insanlığımız,Hakiki insanlığımıza ulaşmamızı engelleyen bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan Tasavvufta İnsanın toplumsal benliğinden kaçması ve onu tanımasının çok önemli bir yeri vardır.Asli benliğimize dönmek için toplumsal benliğimizi red etmemiz gerekir. Çünkü toplumsal benlik asli benliğimizi belli bir takım şartlanmalar ve alışkanlıklar içerisine sokmuştur. İnsan bu alışkanlıklar ve şartlanmalardan uzaklaşabilirse hakiki benliğine ulaşıp Yaradanına yakınlaşabilir. Yaşadığımız verili hayat içinde benliğimiz sayısız şeylerle karşılaşıp özündeki temizliği ve aydınlığı kaybetmektedir. Bunun sonucunda da kendi doğal tabiatını kaybedip yabancı ve karanlık bir tabiat kazanmaktadır.
İşte insanın Tasavvufla yaptığı şey Kendi aslını,kendi doğal tabiatını bir takım metot ve tekniklerle belli bir süreçte korumaya ve aydınlatmaya çalışmasıdır. Bunun içinde insanın kendisinin ve çevresini farkına varması gerekir. Nereden geliyoruz,nereye gidiyoruz,niçin varız? Gibi asli varoluşumuza ait soruları sormamız ve anlamaya çalışmamız gerekir. Hakiki insanlığımızın ortaya çıkmasına engel olan bir takım unsurları bilmemiz bizi özümüze doğru yönlendirir. Bu anlamda her an kendi asli benliğimizde yeniden doğarak yapay olan benliğimizi eritmeliyiz. Tabi Yapay olan geleneksel benlikle mücadele etmek bu kadar kolay değildir. Toplumun değer yargıları,nefsimiz ve şeytan Asli benliğimiz önündeki en büyük engeldir. Bu engellerin üstesinden gelmek içinde çok güçlü bir irade ile birlikte,iyi bir bilgiye ihtiyacımız var.
İnsanoğlunun anlattığımız bu özellikleri rengi ve şekli farklı olsa da mevcuttur.Mesela Nietzche insanın yaşadığı üç dönemden bahseder;Bunlar Deve,Aslan ve Çocuk dönemleri. İnsan Deve döneminde Toplumun geleneklerine bağlı ve itaatkardır,İtiraz etmeden kabul eder ve yaşar.Yani bir deve gibi toplumsal kültürün taşıyıcısı olur. Aslan döneminde Sorgulama ve eleştirme başlar.Niçin sorusu sorularak tatminsizlik ifade edilmiş olur. Aslan gibi Toplumsal değerler parçalanır ve yeni bir döneme ulaşılmak istenir.Çocuk döneminde ise kendi öz benliği bulmuş bir insan söz konusudur. Bu dönemde “Kutsa evet” vardır.İnsan kendi varlığının yaşamanın mutluluğunu ve huzurunu yaşar. Çocuk gibi kendi asli özünü belli bir saflık içinde yaşar.
Vereceğimiz diğer bir örnek ise İslam dininde kullanılan aşinası olduğumuz bir kavramsallaştırma;Tahkiki İman ve Taklidi iman. Taklidi iman Atadan dede’den,babadan ve toplumdan gelenek yoluyla alınan iman.Tahkiki iman ise Araştırarak,okuyarak,isteyerek
Ve hakikatine vakıf olmaya çalışarak elde edilen imandır.
İnsanlık,gelenekler içinde farklı şekillerde ifade edilse hep aynı şeyleri ifade etmeye çalışmış.
Ruhumuza ve Hayatımıza akan her yaşantı yürek pınarımızı bulandırma imkanınıda beraberinde getirmiş. İnsanların ortaya koyduğu her şey varlığımıza bir yabancılaşma katarak asli olan ile aramıza bir perde çekmiş.
İşte Böyle yaşanan bir dünya da Kalplerimiz iyiden iyiye kendi doğasından uzaklaşıp “Başka olana” yumuluyorken neden yüreğimize atılan taşların farkına varıp biçare ve naçar yüreğimizin elinden tutmuyoruz.
Yaşadığımız şu garip hayatta, insanlara ve hayata uzandığımız yollar var,kelimeler ve duygular var. Yollar,Kelimeler ve duygular “Belirlenmiş olan kendimizi” bize yansıtıyor. Kendi Varlığımızın ifadesi olan bu yollarla kendimizin dışına çıkıyor olabiliriz. Ruhumuzun ve Benlimizin konuştuğu tüm dilleri silip Varoluşumuzu çırılçıplak bıraktığımızda kendimize uzanabiliriz. Derunumuzdaki yaşam izlerini ve tekrarları silmek için kalbimize daha yakın olmak zorundayız,çünkü Aşk dilsiz,yolsuz ve şekilsizdir.
“ Dışarıdan bakınca aşkın benden doğduğu görülmektedir.
Ancak sen de biliyorsun ki,gerçekte beni doğuran aşktır.”(Mevlana-Divan-ı Şems)
Yeniden doğuşun ve geleneksel benlikten uzaklaşmanın esası Aşktır. Aşk varlığımızdaki taklidi olan düşünce,duygu ve davranışları yakıp asli olan özümüzü ortaya çıkarır. Bu anlamda aşk varoluşumuzun üzerindeki çizgileri ve adları silmektir. Geleneksel insanlığımızdan soyunup hakiki insanlığımıza dönmektir. Toplumsal hayatta bizi bağlayan yapay bağlardan arınmanın adıdır aşk.
Kültürel benliğimiz toplumla ne kadar çok ilişkiye girerse o kadar çok beslenir ve böylece asli olan benliğimizden o ölçüde uzaklaşmış oluruz.
İnsanın aslı ve esası bir cevherdir ve özdür. Bu Cevher ancak aşk ile zahir olur.
“İnsanın evveli cevherdir. Ve insanda tedric ile mevcut olan her şey cümleten bu bir cevher içinde mevcut edilir ve her biri vaktinde zahir olur. Ve o bir cevher nutfedir. Yani cevahir ve a’razdan olan bütün ecza-yı insan kaffeten nutfe-i insanda mevcut edilir. Kemal-i İnsaniyyeye erişinceye kadar onda zahir olan her şey onunla beraberdir ve ondandır. Yani nutfe hem katip ve hem kalem ve hem kağıt ve hem hokka ve hem mektup ve hem karidir.(Azizüddin Nesefi-İnsan-ı Kamil -76)
İnsanoğlunda varolan öz,içinde bir çok potansiyelleri taşımaktadır. Bu potansiyeller yani bu imkanlar zaman,mekan ve şartlar içinde ortaya çıkmaktadır. Hayatta yaşadığımız birçok olay ve olgu bizdeki cevherin ortaya çıkıp şekillenmesine sebep olmaktadır. Ve fakat aslımız her daim bu cevherde saklıdır. İnsan için önemli olan bu özü hayatı yaşarken aşk ile arındırmaktır. Biz aşk ile varlığımıza saplanan kirleri ve katılıkları yok edip cevherimizi pak eylemeliyiz.
Dünya hayatında varoluşumuzun yorumunu yapmaya çalışıp özümüzü perdeleyen atalarımızın ezber hayatlarına müptela olmaktan kurtulmalıyız
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.