HURMAÇA
HURMACA
Hazime Teyze o sabah tavuk kümesinin folluğundan, yumurta alırken kafasını cağmar tahtasına çapmış, tülbendi de tahtanın budağına takılıp yırtılmıştı. Sofra tahtasının başına oturup söylene, söylene hurmaca hamurunu yoğurmaya başlamıştı.. “Baba çıha… Sanki benden başka bilen yoh “.. Yırtılan tülbent inin oyasına çok üzülmüştü. Onu çok sevdiği için kaç tülbent kenarından sökerek diğerine teğellemişti. Eğer misafirin kızı gelirse iki dantel yumağını eline tutuşturup yeniden ördürtecekti, koyu mor kenarı açık mavi üzüm salkımı oyasını.
Gözlerinin feri kaçmıştı artık. Gücü yetmiyor olur olmaz şeyler için kendi kendine kızıyordu ama tarifini kaynanasından öğrendiği hurmaca yı da ondan iyi kimseler yapamadığını biliyordu. İlk defa bacılığı Harik Emine’nin kırkında okunan mevlit’te gelen misafirlere canı için ikram ettiğinde namı yayılmıştı. Yeni gelinler el öpmeye geldiğinde hep ondan tarifini isterlerdi. Bilhassa bayramlarda hususi onun yaptığı hurmacayı yemek için gelenler vardı. Bazen de hurmaca hatırına da öpülüyordu eller.
Gurbetten her daim selam gönderen ahret dostunun yeni gelini geliyordu bugün. Onun içindi bu telaş. Oysa çocuklar farkında olmadan ne çabuk büyüyorlardı.
Şimdinin delikanlı ve genç kızları daha dün evinin önündeki meşhur şekerpare eriğinin gölgesinden o uyurken erik çağlası yolmak için hiç ses etmeden ağaca çıkıp ona sezdirmeden ceplerini doldururlardı. Bütün mahallenin nasiplendiği bu kaysı eriği muhacirlik zamanı kayınpederi tarafından çekirdeğini Divriği’de misafir olduğu evin bahçesinden almış korunsun diye de eve yakın dikmişti
Torunlarına hasretten olacak ki yaramazlıklarına karşın çocukları çok severdi. Bir yaz boyu kuruttuğu Armut, Dut, Kaysı kurularını Ceviz içi ile karıştırır. Kışın okul öncesi mahalle yoluna çıkarak okula giden çocukların ceplerine birer avuç dolduruverirdi sevabına.. Bazen oyun oynarken acıkan olur diye oyun alanının yanı başındaki dut şırası taşının üzerine sepete çocukların yemesi için hurmacalar bırakırdı. Çocuklar evlerinde yemek yemedikleri vakit annelerinden “Yine Hazime’nin hurmacaları ile karnınızı doyurmuşsunuz” diye azarlandıkları olurdu.
Bulgur kalburunun yer yer ipleri kopmuştu. Artık Bornova’dan Kalaycı Mehmet Ağa’da gelmiyordu ki tamirini yaptırsın. Zaten üzerinde bir hurmaca yuvarlamaya yarıyordu. Rahmetli annesinin anlattığına göre: babası zamanında çeyizine koyduğu bu kalburu Arapkirli ünlü topal çingeneye yaptırmıştı. Yıllardır kim bilir kaç teneke bulgur, kaç godik gendime elenmişti. Tarhana Kazanı, Saplı Hedik Üsküresi, Bakır Asma ile beraber bütün mahallenin orta malı gibi oda yıllarca kullanılmıştı.
Şimdi gelirler. Hurmaca yanına Gül reçelini de koymak lazım. Gaz ocağının gazı var mı idi acaba..Şimdi tuttururlar kuyunun başına inip cay içelim diye.. Tenekeci Mehmet in yaptığı semaverin lüllüğünün lehimi azıcık çatlamıştı bu yüzden su kaçırıyordu. Hem olsa da kim indirecek yokuş aşağı. Onlar hep gençliğindeydi. Sofra koy, Safra kaldır. Gelinliğinde çok defa ayağı kayıp sofra sinisi ile yuvarlanmıştı, beli altın kemerli çay bardakları kaç kez kırılmıştı. Rahmetli yokuşu badal, badal yapmıştı da yuvarlanmaktan öyle kurtulmuştu.
Koca evde bir kendi. Gelen giden de olmasa ayvan odasının kapısı ayda bir açılacak. Eltisinin gelini nin yaptığı tandır ekmekleri ekmek salıncağında yarıya bile inmedi, “Hala gı bir hamur leğeni yapalım canın çektiğinde yersin ”diyerek salıncağı doldurmuştu.. Bir kış boyunca da yarenlik etmişti ona. Sah elmayı, Pestili, Cevizi Dövmeci tunç havanda berberce yapıp yemişlerdi. Onu görünce ferahlamış dertlerini kederini unutmuştu. Annesinden ve kayınvalidesinden öğrendiği bütün maharetleri hatta hurmaca nın en ince sırlarını bile ona öğretmişti. Yıllar sonra kollu singer dikiş makinesinin başına oturup oğlunun sağlığında İstanbul’dan gönderdiği sandık dolusu pazen, divitin basmalardan elbiseler dikmişti eltisinin gelinine. Bir zamanlar kollarını şıkır, şıkır bilezik, göğsü iki tane Acem beşibiryerdesi, ayağında en değme zenne ayakkabı ve kar beyaz çoraplar giydirdiği, başından gülkurusu ipek tülbentti eksik etmediği gelini nede böyle çok incelmişti. Hep Hazime’nin gelini desinler diye tiril tiril gezdirirdi. Rahmetli oğlundan sonra bir sorsaydı, bir arasaydı ne olurdu sanki torunlarını öyle özlemişti ki bir görseydi ne olurdu sanki.
Hazime Teyze! Hazime Teyze! Sesleri ile irkildi… Telaşla üzerinde kanaviçeden çiçekleri olan peçetenin altındaki yayvan sepetteki hurmacaları son kez kontrol edip kapıya yöneldi. Gelen: savdıç karısı refakatinde kucağında işleme bohça, başında pembe ipek örtü olan yarım yaşmaklı nasihat alıp el öpmek için gelen, bir yeni gelin idi. O hali ruhiye ile kollarını kendi gelinine sarılır gibi sarıldı gelen misafirine. Başını koklayarak bağrına basıp “Hoş geldin kızım.. Hoş geldin... Bereket getirdin.. Mahallemize,”dedi. Hasretle gözlerinde birikmiş sağanakları ipek örtü üzerine dökerek.
Faruk KÜÇÜKTAŞ
YORUMLAR
Insan okuduklarinda kendinden birseyler buldugunda daha cok benimsiyor.Cocuklugumda kalbura basti tatlisi yapilirken gormustumde bir turlu tadina bakmak nasip olmamisti,hurmaca beni o gune goturdu.Sevgilerimle abicim..
KEMAH_LI
tebrikler sevgili yazar..
lakin fon rengi ve yazı rengi gözleri çok yoruyor..
farklı renk kullanırsanız sevinirim..
sevgi ve selamlar..