- 1502 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bedran Cebiroğlu ile Söyleşi / Musa Artar-Canan Başkaya.
Defne Söylencesi’ni bilirsiniz. Hani Apollon’u peşinden koşturan, tam yakalanacakken ağaca dönüşen su perisi Defne’nin söylencesi…
Defne güzelliktir. Defne aşktır. Defne tutkudur. Yoldan çıkıştır Defne, bitmeyen bir arayıştır. Defne umuttur. Umut her boşa çıktığında, bir yeniden başlayıştır. Kopkoyu bir suskunluk, kupkuru bir ağlayıştır.
Defne, irili ufaklı tüm düşleri de içinde barındıran en görkemli düştür. Gerçeğin soğuk ve katı yüzüyle karşılaşıldığında, yüze yansıyan hüzünlü bir gülüştür.
Kaçınılmaz, aşılmaz, ne yapılsa paylaşılmaz bir yalnızlık duygusudur Defne.
Sonduraksız bir yolculuktur.
Yeryüzündeki tüm sanatçıların amacı, saçlarına dokunabilmektir, yürek çarpıntılarını duyabilmektir Defne’nin. Onu kucaklayabilmek, koklayabilmektir. Derin, yoğun, heyecanlı…
Kimi yazarak-çizerek, kimi çalarak-söyleyerek, kimi de yontarak-oynayarak -ve usa gelmez daha nice yollar deneyerek- hep Defne’nin izini sürerler.
Peki, bulan var mı Defne’yi? Yalıma kesmiş dudaklarına tutkulu bir öpücük konduran?
Sizleri, yaşadığı topraklardan başlayarak, Defne’nin İzini Süren Antakyalı sanatçılarla buluşturacağımız yazı dizimizin bugünkü konuğu Bedran CEBİROĞLU
1961 Hatay İli/Antakya ilçesi/ Dursunlu Beldesi’nde doğmuşum. Anadolu Üniversitesi-İktisat Fakültesi mezunuyum. Hâlâ Antakya’da Mali Müşavirlik mesleği ile uğraşmaktayım. Türkiye Yazarlar Sendikası, Çukurova-Türkiye Edebiyatçılar Dernekleri üyesiyim.
Yaklaşık otuz beş yıldır şiir yazmaktayım. Şiirlerim; Güney, Epik, Amik, Lül, Aykırı sanat, Ekin Sanat, Şair Çıkmazı, Yoğunluk, Mavi Yaren, Yakto, Çağla, Güney Rüzgârı, Dar Sokak, Ortanca, Tay, Deliler Teknesi, Tersakan Toros ve diğer dergiler ile Zonguldak /Yenice, Antakya, Kurtuluş, Özyurt, Hatay, Engellinin Sesi-Adana Doruk Evrim ve diğer gazetelerde yayımlandı. Şiirlerim bazı Halk ozanları tarafından bestelendi. Orta Doğu ile ilgili şiirlerim Arap Yazarlar Birliği tarafından Arapçaya çevrildi. Antakya Belediyesi’nin hazırladığı Şiir Antolojisi, Türkiye Edebiyatçılar Derneği’nin Yayımladığı 3.Antakya Edebiyat Günleri Kitabında şiirlerime yer verildi. Ayrıca Dünyanın ve Türkiye’nin en ünlü şairlerinin yer aldığı Ayaktayız Şiir Antolojisi ile Azerbaycan Vektör Uluslararası Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Elçin İskenderzade tarafından hazırlanan Kibatek Antakya Şiir Antolojisi Edebiyat Defteri Com şiir antolojilerinde de şiirlerim yer aldı.
Katıldığım Sabri Akay, Kurtuluş, A.K. Merkezi şiir yarışmalarında ödüller aldım. 2005
yılında Şafağın Gülleri adlı ilk şiir kitabım yayımlandı. Yayına hazır iki şiir kitabı ve düz yazılardan oluşan bir kitabım var. Yakın zamanda okuyucularla paylaşacağım.
SÖYLEŞİ
Bir muhasebeci-mali müşavir yazıhanesini gözünüzün önüne getirmeye çalışın… Büyük büyük dolaplar, dolaplarda klasörler, klasörlerde dosyalar, faturalar, fişler… Klasörlerin yığılı olduğu masa, masada bilgisayar, bilgisayarda hesap-kitap programları.
Yanılıyorsunuz!
Duvarlarda resimler, fotoğraflar, çerçevelenmiş şiirler, şık bir kitaplık, kitaplıkta romanlar, düşünsel kitaplar, öyküler, şiirler, onurluklar… Köşede asılı bir bağlama… El emeği-göz nuru kilimler, buğday sapından tabaklar… Sehpaların üzerinde, o ay çıkmış yazın dergilerinin onlarcası…
Bir de bütün bu güzellikleri tamamlayan şiir yürekli bir insan: Sizi her zaman kapıda karşılayan ve kapıya dek uğurlayan Bedran Cebiroğlu.
MUSA ARTAR: Bedrancığım merhaba. Niçin tipik bir mali müşavir değilsin?
BEDRAN CEBİROĞLU: Ben devrimci, sosyalist bir insanım. Benim tipik bir muhasebeci-mali müşavir olmamı kimse beklemesin. İnsanları ezen kapitalist bir sistem var. Hepimiz bu bozuk düzene karşı direniyoruz. Esnafımız perişan durumdadır… Ben onların defterlerini tutuyorum. Onların yanında olmamak, onlarla bütünleşmemek mümkün mü? Mesleğimi sırf para kazanmak için yapmıyorum. Mesleğimi defterlerini tuttuğum mükelleflerin daha iyi bir yaşam ve onurlu ticari yürüyüşlerine sevdalı olduğum için tutuyorum. Çok mutluyum. Antakya’nın en fakir muhasebecisiyim. Yakınmıyorum. Bir emekçi gibi geçiniyorum. Seçimden seçime esnaf derneklerini dolaşan siyasetçilerle işbirlikçi değilim. Yirmi dört saat mükelleflerin yanındayım. Onların işçisi ve hizmetçisiyim. Mükelleflerim onurumdur. Musa Hocam bilmem yanıt verebildim mi?
Herkes gibi ben de ilköğretimden üniversiteye kadar burjuvazinin okullarında okudum. Fakat kimliğimi, eğitim ve kültürümü asla burjuvazinin okullarından almadım. Sosyal, ekonomik, politik ve hukuksal kimliğimi kendi çabalarımla bu okulların dışından aldım. Bilincimi yerli ve yabancı birçok yazarın kitaplarını ders çalışır gibi okuyarak inceleyerek aldım. Bunlarla öte dünyadan, burjuvazinin ağından kurtuldum. Onun için tipik bir mali müşavir değilim.
CANAN BAŞKAYA: Şiir(le) yolculuğun ne zaman başladı? İlk şiirin ne zaman, nerede yayımlandı? Neler duyumsamıştın o zaman?
BC: Şiire yolculuğum ilkokul döneminde başladı. Dursunlu Köyü’nde, taşı ufaltıp taş ocaklarına sırtımda taşımakla… Taşı kireç ocaklarında yakıp kirece çevirince… Kireç taşını annem kazanda eritip evimizi badana yaptığında, zeytin ağaçlarının gövdesinde buhurla toprak koyup köklerini badana yaptığında… Şiir badendi yüreğime ak ak… Deneme birçok şiir yazdım ve yırttım. Kaç kitap yapar bilmem, yırttım. Ortaokul/ lise döneminde birçok yazar ve şairin etkisindeydim. Şairler; Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Enver Gökçe Sabahattin Ali, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ali Yüce, Adnan Yücel, Neruda Lorca Yannis Ritsos, Peter Curman ve niceleri… Yazarlar başta Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Bekir Yıldız, Rıfat Ilgaz… Jack London ve Balzac’a âşık olmuştum. Özellikle Balzac’ın kitaplarının amansız etkisindeydim. Lise döneminde Balzac beynimi kuşatan Marks’ tan daha fazla etkileyen, siyasalaştıran çok önemli bir siyasi lider gibiydi edebiyat ve şiir yolculuğumda. Genç yazarlara bir önerim var; Balzac’ın deyimiyle ilk kitabınızı yırtıp atın. Çünkü ilk kitap otobiyogrofik olur. Sonradan yırttığım, kitabıma koymadığım birçok şiirim yayımlanmıştı, toplamadım. Ünlü Araştırmacı Yazar Müslüm Kabadayı, Milli kütüphane’den “Babamı hatırlıyorum” şiirimi fotokopi olarak getirdi. Çok duygulandım. 1978 yılında Güney Dergisi’nde yayımlanmıştı. Mezun olduğum Kurtuluş Ortaokulu /sonradan lise olan okulun müdürü Necati Gülbaş’la yan yana okurken, yazarken darbe yedik; 12 Eylül Faşist Darbesi… Kitaplarımız toplandı; ilkokulda okutulan dilbilgisi kitabım bile… Aradan on yıl geçti 12 Eylül 1990 yılında darbenin onuncu yılında, Türkiyenin ve dünyanın en ünlü yazarlarının yer aldığı “AYAKTAYIZ” şiir seçkisinde “Şafağın Gülleri” şiirim yer aldı(Diren yayınları-İlhan Özay) Çok sevindim. Neruda’ nın bir şiiri aklıma geldi: “Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak”
MA: 2005 yılında yayımlanan “Şafağın Gülleri” adlı şiir kitabına dönelim. Kitabın iliklerine sinmiş olan ve bence en şiirsel ifadesini “Amik Ovası” şiirinde bulan emek-sermaye çelişkisi, senin için vazgeçilmez bir mihenk taşı. Daha yaşanılası bir dünyanın “mümkün” ve “kaçınılmaz” olduğu inancıyla yazılmış o şiirleri şimdi nasıl değerlendiriyorsun? Yeni şiirlerin, o şiirlerin neresinde?
BC: Saygıdeğer Musa Hocam, sondan yanıt vereceğim. Yeni şiirlerim eski şiirlerimin peşinde. Neden? Okuyarak sevdiğim çok az şiir ve şair vardır. Oysa bir şair olarak günümüzde iyi ve güzel şiire ihtiyacımız var. Pek çok üzülüyorum. Çağımız toplumcu şiir yazmak için güllerle ve küllerle doludur. Sistem güllerden ve küllerden uzaklaştırmıştır insanları. Çirkinliktir… Oysa çağımız kötü ve çirkinden kurtulma, iyiye ve güzele geçiş çağıdır. İnsanoğlu iyi ve güzel olan her şeye layıktır. Aydınlarımızın, yazar ve şairlerimizin, bu yürüyüşün öncüsü ve sevdalısı olması gerekmiyor mu? Şiir, gül ve bülbül değildir. Yaşamın ta kendisidir… Pir Sultan’ın canları, Nazım Hikmet’in sürgünü memleket sevdası gibidir…
MA: Seni birçok kez şiir okurken dinleme olanağı buldum. Sanki şiir okumuyor da şiirin kendisi oluyorsun…
BC: Teşekkür ediyorum. Kendi şiirlerimi okurken o şiiri yaşıyorum. Okuduğum şiir özümüzdür. Şiir hiçbir zaman düzyazı değildir. Şiiri düz yazı gibi okursanız, çok güzel bir şiir olsa bile şiir olmaktan çıkar. Şiir dinletilir. Örneğin masal çok farklıdır, öykü gibi okunmaz, anlatılır. Şiir, dil ve göksel imge oyunudur. Şiiri bana göre en iyi okuyan; Genco Erkal, Erdoğan Egemenoğlu, Mithat Güçlü Karataş’tır. Antakya’ da ressam Behçet Aksoy ve Canan Başkaya Hoca’mdır.
Aslında çok berbat şiir okuyordum. Programına katıldığım TRT Hatay Fm sunucusu Alper Yatkım ve Tülin Erdoğan’dan “Güzel konuşma ve diksiyon” dersleri alarak kendimi geliştirdim.
CB: Antakya; doğası, tarihi ve söylenceleriyle şiirlerini besleyen ana kaynaklardan birini oluşturuyor. Şiir yazdıran ve şiiri yazılan bu kadim kentin, son otuz yıldaki hızlı değişimi hakkında ne düşünüyorsun?
BC: Canan Öğretmen’im Antakya doğası, tarihi ve söylenceleriyle hoşgörü kentidir. Üzülerek belirteyim ki son otuz yılda bu kadim kent talan edilmiştir. Antakya’nın kalbi Asi Nehri’dir. Asi kan ağlıyor, üşüyor. Kirli bir dereye çevirdiler. Üşüyor dedim üzerindeki bin yıllık Tarihi Roma Köprüsü’nü yıktılar. Niçin, hangi akla hizmettir? Sağına, soluna, üstüne köprü yapın, O taş köprüyü niye yıktınız? Asi gömleğini, ben ise köprümü geri istiyoruz. Tekrar yapılabilir. Bin yıllık taşları niye söküp betonlaştırdınız. Bunun anlamı şudur: Bir insanın öz dişlerini söküp yerine takma diş takmaktır. Tahrayı, Karabasanı, bıçakları bilediğimiz Demirciler Çarşısı yok artık. Habibi Neccar Dağı, kanser üreten baz istasyonlarının doruk tepesi. Dağın eteklerinde nergis toplamak, ağaçlar altında oturmak yok artık. Sen Pierre’e giden yol yok. Kurtuluş Caddesi’ndeki tarihi evler, birkaçı haricinde harap olmuş. Asi, bu kenti yaşanmaz hâle getirenlere küsmüş bence… Köprümü ve nehirde yüzen ördekleri, martılarını arıyorum. Öğretmenlerimle buluştuğum; gazete, dergi, kitap okuduğum, seminerlere katıldığım TÖB-DER’imi arıyorum. Koca çınar Ali Yüce Hoca’mla şiir üzerine sohbet etmeyi özlüyorum…
MA: Antakya’nın günümüzde, birikimine yaraşır bir kültür-sanat ortamına sahip olduğunu düşünüyor musun? Bu alanda nasıl bir örgütlülük önerebilirsin?
BC: Hayır. Günümüzdeki Antakya’nın kültür sanat ortamı, 70’li yılların Dursunlu Köyü ve yaşadığım Armutlu Mahallesi’nin yarısı kadar bile değildir. Araştırmacı Yazar Mehmet Karasu’nun özel çabalarıyla kurduğu Aalen –Antakya Kültür Derneği, TYS temsilciliği olmasaydı, nerdeyse kentimizde sanat ve kültür adına hiç faaliyet olmayacaktı. Son yıllarda popüler şarkıcılarla kutlanan festivaller tamamen yozlaştırılmıştır. Adeta sanat ve kültürümüzü katleden, bizi özümüzden uzaklaştıran etkinliklere dönüşmüştür. Sanat, edebiyat ve kültürümüze gönül verenlerin, bir çatı altında toplanmasını diliyorum. TYS ve Aalen-Antakya Kültür Derneği öncülüğünde, tüm derneklerin ve belde belediyelerin temsilci gönderdiği bir sanat –kültür konseyinin oluşturulması gerekmektedir. Bu konsey, yapılacak tüm etkinlikleri ve festivalleri tartışılabilmeli, gerekli araç ve gereçler (ses düzeni, ışık mekân vb) ortaklaşa temin edilebilmelidir.
MA: Değişik zamanlarda Suriye’deki edebiyat ortamlarında da bulundun. Bir karşılaştırma yapmanı istesem…
BC: Suriye, sanata, edebiyata ve eğitime çok önem veren Avrupa ülkelerini aşmış bir ülkedir. Bütçelerinde en fazla bu alanlara pay ayrılmaktadır. Sanatçılar, edebiyatçılar desteklenmekte ve mensup oldukları derneklerin tüm giderleri devlet tarafından karşılanmaktadır. Türkiye’de ise sanat ve edebiyat derneklerine destek verilmemekte, bilakis bu dernekler zaman zaman kapatılmaktadır. Sanatçılar ve Edebiyatçılar gözaltına alınmakta, cezaya çarptırılmaktadır. Türkiye, tarihi boyunca sanatçılarından ve edebiyatçılarından korkan bir ülke olmuştur.
MA - CB: Sevgili Bedrancığım, yaşam yolunda ve şiir yolculuğunda başarılar diliyoruz.
BC: Teşekkür ediyorum Musa Hoca’m, Canan Hoca’m. Sizleri bu değerli üretiminizden dolayı kutluyorum.
www.atayurtgazetesi.com.tr/component/content/article/3-koee-yazlar/2960-bedran-cebiroluyla-soeylei.html
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.