13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2916
Okunma

Bu gün değişik bir yazı yazmak geldi içimden. Hem her zaman akıllı uslu yazı yazmak zorunda mıyız? Bu gün de böyle olsun. Kıyamet kopmaz ya?
Velhasılı bu gün karışık kuruşuk ve madde madde bir yazı kaleme alacağım.
Fıkralarla başlayalım işe.
1-Ormanlar kralı aslan kibirli ve böbürlü bir şekilde ormanda dolaşmaya başlamış. Önüne çıkan bir tavşana sormuş?
-Söyle lan ben kimim?
-Siz bizim efendimiz, en büyüğümüz, veli-i nimetimiz kralımızsınız.
Bu iltifat aslanın çok hoşuna gitmiş. Az sonra Tilkiyi gören aslan ona da aynı soruyu sormuş.
-Söyle lan ben kimim?
-Efendim sen bizim anamız, babamız her şeyimizsin. Varlık sebebimiz sensin.
Aslan dört köşe olmuş adeta. Biraz daha sonra çakal ile karşılaşmış ve ona da sormuş:
-Söyle lan ben kimim?
-Efendim siz bizim biricik, yegane, vaz geçilmez kralımız, kraldan da öte ilahımızsınız.
Aslan o kadar şişmiş ki uçacak neredeyse.
Nihayet bir fil görmüş aslan. Ona da aynı soruyu sormuş küstah bir şekilde.
-Söyle lan ben kimim?
Lakin filin canı çok sıkkınmış. Sabah sabah eşi ile münakaşa ettiği için hortumundan soluyormuş zaten. Karşısında küstah küstah soru soran aslanı hortumuna doladığı gibi kaldırıp bir ağaca çarpmış. Toz toprağa belenen aslan az sonra silkelenmiş ve file:
-Yav kardeşim ne kızıyorsun. Adam gibi ‘’ Bilmiyorum ‘’ desene.
Tavşan, tilki, çakal olmak kolay. Mesele Fil olabilmek…
2-Bir grup hayvanat bahçesi idareci, yönetici ve çalışanı ormanda dolaşmaya çıkmışlar. Gezip tozarlarken ağaçların arasında daldan dala sıçrayan bir maymun görmüşler. Bu maymun öyle şaklabanlıklar, öyle sevimli hareketler yapmış ki onlara , sonunda dayanamamışlar ve ‘’ Seni hayvanat bahçesine götürelim, bizim kadrolu elemanımız ol ister misin?’’ diye sormuşlar. Maymunun amacı da zaten buymuş. İşsizlik ve geçim sıkıntısı canına iyice tak ettiği ve neredeyse cinnet geçirip tüm ailesini aslan kafesine, kendisini de Ayı kafesine atma noktasındayken ayağına kadar gelen bu kısmete takla üstüne takla atmış. Neyse efendim bu maymunu almışlar ve hayvanat bahçesinde güzel bir kafese yerleştirmişler.
Maymuncuk bir kaç gün aynen ormandaki gibi zıplayarak, sıçrayarak gelen ziyaretçileri eğlendirmiş. Fakat bir müddet sonra artık yatmaktan başka hiç bir şey yapmamaya başlamış.Sonunda hayvanat bahçesi müdürü sormuş: ‘’ Niçin artık sadece yatıyorsun?’’ Cevap vermiş maymun: ‘’ Artık kadrolu eleman oldum da ondan ‘’
3- PAZARLIK – II. ABDÜLHAMİT İLE SİYONİST LİDER DR. THEODORE HERZL ARASINDA GEÇEN ’FİLİSTİN’DE YAHUDİ VATANI’ GÖRÜŞMELERİNİN GİZLİ KALMIŞ BELGELERİ
Yazarı: PROF DR. VAHDETTİN ENGİN
Okumanızı tavsiye ederim. Özellikle de II. Abdulhamit’in Siyonistlerin babası Teodor Herzl’e iletilmek üzere onun adamı ve ajanı olan Newlinsky’e söylediği sözleri…’’ Arkadaşına ( Yani Herzl’e ) söyle bu konuda bir daha adım atmasın. Ben bir karış bile toprak satmam. Çünkü bu topraklar benim değil milletimindir’’
İşte siyonizmin babalarından Teodor Herzl’e bu sözleri söyleyen ve Osmanlı Devleti’nin borçlarının silinmesi karşılığında bile olsa toprak satmayan II. Abdulhamit benim öğrencilik yıllarımda ( Fakülte hariç ) hep ‘’Kızıl Sultan ‘’ olarak tanıdığımız ve lanet ettiğimiz bir padişahtı. Hatta zulüm ve baskının sembolüydü daha düne kadar . Hatta çok yakın zamanda Darül Acezenin kuruluş yıldönümünde o kurumu kuran II. Abdulhamit’in resmi kurum binasına asıldığında o resmi taş ve yumurta yağmuruna tutanlar bu gün ‘’Vatan toprakları yabancılara peşkeş çekiliyor’’ diye ağlama yarışına girdiler. Filistin’deki bir ağlama duvarımız yok Allah’a şükür. Yoksa o duvarı göz yaşlarıyla yıkayacaklar neredeyse.
4- İstanbul’a geldiğim 2008 senesinde bir gün evde tam bir temizlik yapmaya kalktım. Eski, işe yaramayan ne varsa dışarı çıkardım. Çöpe attım. Özellikle demir türü bir iki nesneyi çöpe attığım anda baktım hurdacı geçiyor. Hemen geri aldım onları ve hurdacıya satmaya çalıştım. Ama hurdacı oldukça az para veriyordu. ‘’ Bu para az’’ deyince ‘’ Abi çöpe atıyordun az önce. Ben buradan geçip gitsem çöpte kalacaktı ve muhtemelen yarın ya yine ben gelip alacaktım ya da çöp toplayan çocuklar. Yani tamamen bedavaya gidecekti. Zaten çöpe attığın bir şey, ben satın alınca mı değerli oldu?’’
5-Görev yaptığım yerlerden Manavgat’ta( 1978-1983 ) evime telefon bağlatamamıştım…Batmanda (1983-1989 yılları arasında ) Yine evime telefon bağlanamamıştı. Kocaeli’de ( 1989-1996 ) Müracaatımdan bir sene sonra… Defalarca PTT nin kapısını arşınladıktan sonra bir tanıdığın torpiliyle bağlatabildik . Sandıklı’da ( 1996-2004) Yine arkadaş hatırına altı ay sonra bağlandı telefonumuz. Maymunlar hep uyuyordu…Fethiye’de (2004-2008) Müracaatımdan bir hafta sonra bağlandı telefonum. İstanbul’da ( 2008 de ) Oturduğum yerden cep telefonuyla müracaatta bulundum. Ertesi gün bağlandı telefonum. Ne aracı var, ne de her hangi bir siyasi yakını devreye sokmak. ( maymunlar çalışıyor artık. )
6- "Ağla oğlum ağla; erkekler gibi savaşmayanlar kadınlar gibi ağlamak zorundadır.’’
Yukarıdaki sözün muhatabı 1492 Yılında İspanya’daki son Müslüman devlet olan Beni Ahmer Devleti’ni İspanya Kralı Ferdinand’a teslim eden Son Beni Ahmer hükümdarı Ebu Abdullah Muhammed’dir. Küçük Abdullah anlamına gelen Abdullah-üs Sagir olarak da bilinen Bu hükümdara -Gırnata’yı teslim ettikten sonra dönüp bakarak ağladığı için- annesinin söylediği sözler…
Bu teslimiyetin öncesinde Beni Ahmer Devleti’nin durumu hakkında herhangi bir şey yazmayacağım. Yavuz Bahadıroğlu’nun ‘’Endülüs’e Veda ‘’ adlı romanında bu süreç edebi bir şekilde anlatılmaktadır. Merak eden oradan okuyabilir. Ben işin daha çok ağlama kısmıyla ilgiliyim.
Bundan iki sene önceydi. 10 Kasım Atatürk’ü Anma Programı çerçevesinde okul panolarında sergilenmek için yazı ve fotoğraflar topluyoruz. Ben de buldum pek çok yazı ve fotoğraf. Bunları , sergilenmek üzere Kültür ve Edebiyat Kulübü Rehber öğretmenlerine teslim ettim. Bir müddet sonra da pano hazırlandı. Teslim edilen bütün yazı ve resimler panoya çıkarılmıştı. (Biri hariç… Yukarıdaki fotoğraf. Yani Atatürk’ün T.B.M.M nin açılışı sırasında dua ederken çekilmiş olan fotoğrafı.) Sesimi çıkartmadım. Hiç bir itirazda bulunmadım. Nasılsa onlara gereken cevabı vereceğim bir ortam doğacaktı.
Böyle bir ortamın doğması da fazla uzun zamanımı almadı zaten. Çünkü bizim öğretmenler odası oldukça sık vatan, memleket meselelerinin konuşulduğu(!) bir arenaya döner. Günlerden bir gün yine böyle konuşmalar oluyor.
-Memleketi yabancılara peşkeş çektiler.
-Vallahi çok korkuyorum. Yavaş yavaş pılımızı pırtımızı toplayıp kaçalım bu ülkeden. Artık bu ülkede yaşanmaz.
-Hoca hanım sen yine iyisin. Eski kocan, bir takım arkadaşların, akrabaların ve bağlantıların var Bulgaristan’da biz nereye kaçalım?
-Ayol vallahi bilemem siz de bulun bir yerler kaçın. Yaşanmaz bu ülkede. Baksanıza şeriat gümbür gümbür geliyor.
-Kemal’e de çok güvenmiştik ama ( Kemal Kılıçdaroğlu kast ediliyor ) Onun da bir halt edeceği yok.
Ben de lafa girdim.
-Kemal Bey zaten Atatürk’ün kurduğu bir siyasi partinin başına yakışmıyor. ( Aslında yakışıyor mu yakışmıyor mu o benim ilgim dahilinde değil.Maksat konuya ben de dahil olayım. Ve beklediğim tepki gelsin ki konuşayım. O tepki de hemen geldi zaten. )
-Aman hocam bunu sen deme bari. Atatürk’ü sevmezsin etmezsin.
-Hımmmm…Siz çok seviyorsunuz yani.
-Elbette seviyoruz.
Vatandaşın göğsünde Atatürk rozeti var ya, haa bir de arabasının camında Atatürk’ün imzası…Dolayısıyla o Atatürkçü ama ben değilim. Çünkü o kadar fotoğrafı dururken gitmiş de Meclis önünde dua eden Atatürk resmi vermişim onlara.
Çok önemli bir cürmüm daha var tabii ki. Oğluna bir ‘’ gemicik’’ sağladığı için, kızını Çırağan Sarayında muhteşem bir düğünle evlendirdiği için, Çamlıca’da trilyonluk villa sahibi olduğu için ‘’Referansının İslam olduğunu belirten bir siyasi parti başkanına, bir başbakana böyle davranmak yakışmaz. Kınıyorum’’ dememe rağmen zaman zaman ‘’ Bu başbakanın iyi icraatleri de var. İsrail Devlet Başkanının gözünün içine baka baka ‘’ siz katliam yapmasını çok iyi bilirsiniz’’ diyebilen başka bir başbakan gördünüz mü hiç’’ ve benzeri çıkışlarım onların nazarında beni de hükümet yalakası, işbirlikçisi sınıfına sokuyor.Çünkü kayıtsız şatsız muhalif olmak zorundayım(!) ( Hatta ahtapot beyinli ve balık hafızalıyım da. Daha da ilerisi. Bu Milletin yüzde ellisini teşkil eden aptallardan biriyim ama yüzüme söylemiyorlar.)
Neyse…Pası aldık ya artık topa girme zamanı.
-Sayın hocam siz bir Atatürk sever olarak Atatürk’ün, Annesi Zübeyde Hanım’ın vefatı dışında hiç ağladığını duydunuz mu? Haa bir de şehit Mehmetçikler için, kahpece öldürülen analar bacılar için ağlamıştır mutlaka ama ‘’ Eyvah vatan elden gitmiş. Ben şimdi ne yapacağım, nerelere kaçayım?’’ dediğini duydunuz mu hiç?
Onun tüm rütbeleri ve yetkileri alınmıştı elinden. Temmuz 1919 da. Erzurum’a gitmeden önce bilmiyordu Kazım Karabekir onu tutuklayıp İstanbul’a mı gönderecek, yoksa mücadelesine tam destek mi verecek? Buna rağmen Erzurum’a gitmekte bir an tereddüt etti mi? (Ki İstanbul’a geri gönderilse mutlaka idam edilecekti.)
-Eeeee nereye varmak istiyorsun?
-Biraz önce ülkeyi terk etmekten bahsediyordunuz da. Oraya gelmek istiyorum. Madem ki büyük bir tehlike var ortada. Bunun çaresi kaçmak mıdır? Bir Atatürkçüye sıkıyı görünce kaçmak mı düşer?
-Ama Amerikan ve İsrail emperyalizmi…
-Hocam…Atatürk döneminde de İngiliz emperyalizmi vardı. Emperyalizm dediğiniz şey hep var. Var olmaya da devam edecek. Emperyalizm denilen şey tüm silah ve güçleriyle saldıracak hep. Bakın size çok yakın tarihimizden bir not daha aktarayım.
Emperyalizmle nasıl mücadele edilir:
1.İnönü zaferinden sonra İngiltere’nin girişimiyle Londra’da bir konferans tertip edilir.Konferansın amacı Sevr Antlaşmasını ısıtıp, allayıp pullayıp ama tek maddesini bile değiştirmeden Türk tarafına kakalamak… İngiltere tarafından O konferansa Hem Osmanlı Devleti adına, hem de T.B.M.M adına temsilciler gönderilmesi istenir. Amaç: Türkler arasında ‘’Padişahçılar, Mustafa Kemalciler’’ ayırımı yaratarak Türk tarafını ikiye bölmek ve kendilerine avantaj sağlamak. Ama ne olur? Osmanlı Devleti adına konferansa katılan Tevfik Paşa kürsüye çıkar ve ‘’ Ben sözü Türk Milletinin gerçek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bırakıyorum’’ der ve oyunu bozar.
Gördüğünüz gibi emperyalizmle mücadele kaçarak değil, birbirimizi anlayarak, birbirimizin hassasiyetlerine önem vererek, bir olarak verilir.
-Sonuç?
-Sonuç şu: Muhalif olmak için muhalefet yapmadığımız ve birbirimizi anlamaya çalıştığımız sürece bu ülkeden kimsenin kaçmasına gerek yok. Pardon kaçmak zorunda olanlar olacaktır elbette ama o ne sizsiniz ne de benim. ‘’Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlar’’ kaçacak biz birlik ve beraberlik içinde olursak.
Ama siz ille de kaçacağım der ve de kaçarsanız , kaçarken de ardınıza bakıp ağlarsanız-şimdi yaptığınız gibi- işte o zaman ben size "Ağla oğlum ağla; erkekler gibi savaşmayanlar ,kadınlar gibi ağlamak zorundadır.’’ Derim sadece.
Konuşma daha da uzayacaktı belki ama zil çalmıştı ve öğrencilerimizin bizden öğrenecekleri çok şey vardı.