- 531 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
NADAS-III
Seyfo her sabah okula gider.Ben yere çömelirim, kuru toprağın tozlarını avcumda ufaladıktan sonra hafif esen rüzgara bırakırım,rüzgar da kurumaya yüz tutmuş ekinlere.
Beklerim kafamda kara dumanlar, gözümde umut dolu yağmur bulutları ve bir damla isterim küçük kundakdaki Hayriye ve bir de anam için...
Her akşam sofra kurulur tepside bulgur yanında kuru soğan Sarıkız’ın ayranı hepsi vardı soframızda bir ölen babam bir de ekini ıslatacak umut yağmurlarımız yoktu.Onun dışında çok şeyimiz vardı umutlara doladığımızdı dokluklarımız dokunamadığımızdı.
Çoğu zaman umutlarımızı düşlerimizle sulardık yeşersin diye ama umut yerine göz yaşlarımız hep yeşerirdi saklanarak akşamlara gizliden gizliye.
Babamın yokluğunun ilk akşamıydı.Onun çiğerlerini sirkeleyen o öksürük seside yoktu babamda yoktu. Nedense ben yine uyuyamazdım.Hala da hiç uyuyamam.
Babamın öksürük sesinin yerini bu sefer gece yarıları anamın içine çektiği yorgan latındaki ağlama hıçkırıkları aldı. O ne kadar içine çekerek ses çıkarmadan kendince gözlerince ağlasada ben gözlerimden değil yüreğimden ağlardım onun için her gece. V e her gece ben yine o pencereye başımı dayayıp göz kapaklarımın yorgunluğuyla uymaya başlamıştım.
Alışamasa da anam o da zamanla alıştı hergece benim pencere kenarında uyumalarıma bende onun içten içe ağlamalarıma alışmıştık artık ben babamın yokluğuna anam kocasının yokluğuna alışamasakta alışmalıydık hayatın verdiklerine.
Anam gizli ağlamalara, ben yağmurları baba özlemleriyle beklemeye alışmak zorundaydım. Anam ne kadar ağlarsa ağlasın ben ağlamadan büyümeye alışmalıydım birde bulutlara dua etmeye.
Evdeki tek umuttu kundağında sarılı bacım Hayriye. Anamın ağlamaları babamın yokluğunu ve yağmayan yağmurlara inattı kundaktaki Bacım Hayriye’nin ağlamaları.
Anam ateşin kalan külüyle bulaşıkları yıkarken, hep alırdım kundaktaki bacımı kucağıma.
Onun gözlerindeki parlaklıktı içimi tek aydınlatan ve parlatan belli belirsiz bana yüzünde gülümsemelerle baksada içim biraz olursun gülerdi. Büyüyünce o da burada ağlamamalıydı.Ben dahada çabuk büyümeliydim onlara bakmalıydım.
Her sabah sofra kurulur o hergün yediğimiz kahvaltı tepsiye konurdu ama ben yinde yemezdim.Babam olurdu midem sonrada gözlerim çekilirdim sofradan anam ısrar etsede bende babam gibi yutkunamaz olmuştum.
İşte o gün anladım babamın neden günlerdir yutkunamadan yemek yemediğini. Anlamıştım ki dört boğaza bir de kuru tarlaya bakmanın ne kadar zor olduğunu.Yutkunurken boğazımda bu tarla gibi kurur oldu yeryer gelmeyen bulutlara inat buğulanmış gözlerimi tutsamda günler geçmeye başlamıştı.
Seyfo gardaşım eskisi gibi sabah tahta kapımızı çalmaz beni okula çağırmaz olmuştu, onada alışmıştım, babasızlığa da bulutun gelmeyeceğine de alışamamıştım.
Herşey nedense tersine dönüyordu son günlerde.Mesala çocukken ben baba oluyordum koca toprak çatılı bir eve.Babamdan kalan kasketim vardı ama bırakacak bıyığım yoktu ama yinede ben baba oluyordum kundaktaki bacım Hayriye’ye.
Seyfo gardaşımın gelişleride değişmişti. Seyfo gardaşım artık okula giderken değil okuldan
dönerken kapımızı çalardı. Akşam izlediği siyah beyaz filmleri bir de okulda yaptıklarını anlatırdı ben dalgın dalgın dinlesemde okulda yaptıklarına hem yürek hem kulak kabartırdım.
Hele o gün derste gördüklerini anlattığında, İsmail öğretmen dediğinde bir başka özlemlerim beni yaralamaya başlardı. Ha birde Seyfo gardaşıma sormuş öğretmenim ne yapıyor demiş, selam etmiş. Oysa onu bende ne çok özlemiştim neyse...
Seyfo hep anlatır ben dinlerdim.Ben hep dinlerdim Seyfo anlatırdı ben dalar giderdim kuru topraklardan ıslak yağmurlu düşlere.Kafamın üstünde sekiz köşe babamın kasketi, zihnimde çıkaramadığım umutlarım ve özlemlerim olurdu hep.
Arada bir tarlanın yanı başına gider kurumaya yüz tutan tarlayla konuşurdum birde çiğerlerindeki öksürüğü çıkmayan mezardaki babamla. Son zamanlarda birde tarlanın yanı başındaki meşe ağacıyla ortak oldum konuşmaya. Seyfonun benle konşması gibi ben konuşurdum meşe susardı.
Kökleride susamış olsada ben konuşurken susaması bambaşkaydı.O meşe ağacının dibinde öğrenmiştim gizliden gizliye konuşurken ağlamalara o susup beni dinlerken gözyaşlarımlada onun köklerindeki susuzluğu gidermeye başlamıştım.
Anam gözlerimdeki kızarıklığı her soruşunda ben her seferinde suçu kuruyan toprağın tozlarına atmıştım gözlerime kaçmalarını.Sonraları sormaz olduda ben ona hiç sormadım hiç gözlerindeki o kızarıklığı.
Artık baba olmuştum.Yutkunarak yemek yemek, ağlamdan tarlaya birde anamla bacıma bakmaktı baba olamak.
Artık her akşam üzeri yağmurlu bulutları birde okuldan dönen Seyfo gardaşımı bekler olmuştum. O okulu anlatırdı ben hem okula hem tarlaya hem gizli gizli ağlamalara gömülen anama ve kundakdaki bacım Hayriye’ye dalar giderdim...Zamanın mekanın olmadığı ama ıslak olduğu umutlara dalardım her seferinde....
YORUMLAR
Hüzün kapladı da her yanımı,
Neşek GÜNAL Ustamın bozkır insanını resmettiği bütün tabloları bir bir dizildi gözlerimin önüne okurken yazınızı. Dizildi dizilmesine de;yağmur olasım geldi o çorak, çatlamış topraklara...
Kutluyorum yazınızı gönülden.
Gün eksilmesin pencerenizden.
Sevgiler, saygılar.
DİLEK YILDIZI
teşekkürler saygılarımla...
DİLEK YILDIZI
abim değerli yorumun için teşekkür eder saygılarımı sunarım...
saydılarımla...
Hep duygular konuşmuş çok duygusal, hüzün dolu...
Ben de hüzünlenerek okudum...Zamanın mekanın olmadığı ama ıslak olduğu umutlara dalardım her seferinde....
Tebrik ediyorum, sevgilerimle...
DİLEK YILDIZI
ablam sevgi ve saygılarımlasın...
DİLEK YILDIZI
DİLEK YILDIZI
devam dersen eğer seni kırarmıyım ben..
ellerinden ve güzel yüreğinden öptüm her zaman...