- 645 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Söz Vermiştim
Yine tatlı tatlı sızlıyor o yer. İşin en kötüsü de bu zaten… Bu tatlılık… Bu alışmanın verdiği hoşlanma duygusu… Bağımlılık gibi bir şey yani… Vücudun tepkilerini şaşırmasına, işaretleri görememesine yol açan bir çeşit sarhoşluk… Acıya da alışılır mı diyor bu durumu tanımayanlar? Alışılmaz olur mu hiç?! Hem de öyle bir alışılır ki duymazsın bile bir noktadan sonra.
Ama ben alışmamış gibi davranıyorum yine de. Yoksa katılıkla, acımasızlıkla suçlanmam işten değil... Beni acıtmayan şeylerden canı yananları mızmızlıkla, sulugözlülükle suçlamaya başlarım farkında bile olmadan. Çocukluğumdaki o korkunç teyzeye benzerim. Karşı apartmanda oturan, elinden sigara düşmeyen, çok dumanlı ve efkarlı bir dünyanın ortasında tüm renklerinden arınmış; dinmeyen bir öfkeyi taşırıp duran dışarıdaki o rengarenk dünyaya…
O kadına hak mı veriyorum şimdi yani? Bunca sene sonra bana ettiği o sözleri sineye mi çekeceğim? “Terbiyesiz çocuk!” demişti bir keresinde, annem mutfakta bardakları raflara dizerken… Nasıl bir karanlıktı ki bu, en kolay görünebilen şeylere karşı büyük bir körlük içinde bırakıyordu onu. O sözüyle aslında arkamdaki pencereden görünen annemi hedef aldığını bile göremiyordu bu kaybolmuş, umutsuz kadın.
Annem benim ancak şimdi farkına varabildiğim bu içler acısı durumun daha o zamanlardan farkında olmalıydı ki balkondan içeri girdiğimde konu hakkında tek söz bile etmedi. Sadece o kelimelerin nedeni üzerinde durdu biraz. Yani biraz daha hafif sesle şarkı söylememin daha yerinde olacağını falan söyledi.
Acı kökeninden uzaklaşıp yatışmaya başladığında, başka başka şekillere bürünüyor ve hiç beklemediğin bir anda yok olmadığını vuruyor yüzüne, sert bir tokatla. Çok sevdiğin biri, sesinde kaybolan bir ifadeyi sorgularken, bulunduğun noktada kalakalıyorsun “ben buraya nerelerden geldim” diyerek. Bir tek bu soru bile anlatıyor sana, aslında burada olmamalıydın sen! Bu genç kızın gözlerindeki o aşina gülüş silinip gitmemeliydi seninle yaptığı topu topu yarım saatlik bir konuşma sonrası. O zaman yakalayabiliyorsun işte, buraya seni getiren yolların başlangıç noktasını. O ifadeyi ve onu sesine yerleştiren duyguları kaybettiğin ilk yer… Acının nihai noktasına varıp aniden soğumaya başladığı…
Hayır, bir suçlamada bulunmamıştı aslında o tatlı kız… Arkadaşımın kızı… Sadece bakmıştı yüzüme. Önceki bakışlarından farklı bir ışıkla gözlerinde… Yeni bir şey görmüş gibi…
“Sen neler yaptın?” demişti sonra hemen. İki sene önce gördüğü o tatlı dilli, sevecen kadından beni bu kadar uzağa düşüren şeyi bir an önce ortaya çıkarmak istercesine… Yine o günlerdeki gibi kalbinin çırpınışlarında sallanıp duran o tekneyi, benim sesimde ya da herhangi bir parçamda bulduğu dingin sulara taşıyabileceğini düşünmüştü belki de buraya gelirken. O zaman gerçekten de aynen öyleydi içimdeki deniz… fırtına çoktan dinmiş, güvenli bir limana dönmüştü artık. Az sonra mutfağa gidip yemek hazırlamaya girişecektim. Birkaç saat sonra kocam gelecekti işten. Tam da yeniyetme bir kıza aşk öğütleri verebilecek kıvamda bir sıcaklıktaydı yani her şey…
O oğlandan söz edip durdu saatler boyunca. Saate bir kez bile bakmadan aynı zamana takılı anlattıkça anlattı. Ama onunkinden bağımsız başka bir dünya daha vardı ki saatleri tıkır tıkır işlemeye devam ediyordu maalesef. Bir işe yarayacağını bilsem hiç tereddüt etmez, durdururdum o duvardakini. Sırf bu tazecik kalbin çırpınışlarını bir parça da olsa yatıştırabilecek zamanı bana versin diye… Ama yeni aşık olmuşların zaman kavramına hiç uymayan bir atiklikle yelkovanla akrep bir olmuş, her zamankinden çok daha acele edercesine olmamaları gereken yerlere varıyor, yüzümde elden geldiğince yer vermemeye çalıştığım bir sabırsızlıkla onun nefes almak için duraksadığı ilk an’ı yakalayıp mutfağa gitmem gerektiğini söylemek için hınca hınç bir savaşa girmeme neden oluyorlardı. Ama karşımdaki kız kaçamak soluklar almakta öyle ustaydı ki birtürlü cümleler arasına birkaç saniyeden fazla aralık koymuyor; bu yüzden de sesim dışında her bir parçamla acelem olduğunu, susması için can attığımı bağırmak zorunda bırakıyordu beni. Neyse ki sonunda çırpınışlarımı gördü ve son noktayı koydu konuşmasına. Beni de kocasını aç bırakan sorumsuz kadın olma azabından kurtarmış oldu böylece.
Sonunda kocam geldi, yemek faslı bitti ve nihayet yeniden başbaşa kalabildik bu geveze kızla. Şimdi bulamadığı o ifadeyi o gece dolu dolu bularak sesimde, dinledi beni saatlerce. Evet, tuhaftı ama konuşmamızın yemek sonrası gerçekleşen bu ikinci kısmında bu kez konuşan o değil bendim. Nefesini de kelimelerini de fazlasıyla tüketmişti çünkü. Benden sadece yaşadıklarına dair bir yorum yapmamı bekliyordu. O zaman şimdiki gibi boş kalmamış kalbim gümbür gümbür atışlarıyla sesime eşlik ederken, aşkın gelgitleriyle ilgili tespitlerde bulunmak; dalgaların yatışacağı, yerini pırıl pırıl bir maviliğe bırakacağı günlerin çok da uzak olmadığını müjdelemek hiç de gerçekdışı hayallerle onu kandırmak gibi görünmüyordu.
İşte şimdi sorguladığı da o gece olmayan bu temkinlilikti kelimelerimde… Ve şimdi sesimde olmayan o müjde ifadesi… İlk gerçek aşkını yaşıyordu. Önceki o çocukluk romantizminden çok öte, iliklerine dek hissettiği… Ne diyeceğimi bilemeden, dalgalar arasında yolunu şaşırmış bir sandal gibi bir şeyler söyleyip bir yerlere varmaya çalışıyordum. Belki kelimelerim nereye gideceğim konusundaki bu kararsızlıktan beni kurtarır, peşlerine takıp en doğru noktaya sürüklerlerdi… Çocukluğumdaki o kadının, varlığıyla söyledikleri kadar koyu harflerle olmasa da bu güzel duyguların çok da tekin olmadığını, ısıttıkları kalbi bir gün gelip terk ettiklerinde ortaya çıkan soğuğun o duyguları tatmamış bir kalbe göre çok daha katlanılmaz bir dereceye varabildiğini anlatmak zorunda bırakırlardı beni.
Ama aylar önce kendime verdiğim bir söz bunu yapmamı engelledi neyse ki: Asla o kadın gibi olmayacaktım ben! Benim talan edilmiş, çiçekleri koparılmış o viran bahçemle bir tutmayacaktım bu gencecik kızın, tohumlarında ileride dönüşeceği ne cennetler saklayan, ayak basılmamış o küçücük bahçesini. Onun için ne kadar korksam da, o çok ilerideki noktada onu beklediğini düşündüğüm o hoyratlık yüzünden, yaşayacağı onca güzel duygudan mahrum edemezdim kalbini.
Az sonra yeniden konuşmaya başladığımda, birkaç yıl öncekine çok benzer şeyler söylerken buldum kendimi. Neyse ki bir parçamla inanıyordum hala dediklerime… “Bu güzel kızın kaderi çok farklı bir yönde gidebilir pekala.” diyordum. Ama bunun tam aksine inanan tarafım öyle büyüktü ki, bir şekilde ortaya çıkıyor ve bu güzel yüzde önceki o tanıdık parıltıyı oluşturmama birtürlü izin vermiyordu. Bu yüzden onu tamamen devreden çıkarmak ve hayatımın en büyük rolünü oynamaktan başka çarem kalmamıştı artık. Evet, çok güzel bir rol çıkarttım sonraki dakikalarda… Ve gözümü bile kırpmadan en büyük yalanımı söyledim: “Aşk korkulacak bir şey değildir!” dedim ona. Ardından uzun bir aşk masalı anlatmaya başladım: Benim masalımdam çok uzakta… Mutlu sonla biten…