- 1316 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
340 - EL MUAHHİR
Onur BİLGE
Bu yıl, siyaset iyice komik bir hal aldı. Adeta oyuna döndü. Hükümet kurma görevleri ondan ona verildi. Zıt görüşlü partiler hükümet konusunda ortaklık için anlaşmak zorunda kaldı. Koalisyon Hükümeti güvenoyu aldı. Fakat bu zoraki bir beraberlikti. Bir süre güçlükle yürütülebildi. Yıl boyu hükümet bunalımı yaşandı.
Van isimli yolcu uçağımız İzmir yakınlarında düştü, altmış iki kişi öldü. Paris’in Orly Havaalanı yakınlarında, dünya sivil havacılık tarihinin en büyük kazası oldu. Ankara isimli yolcu uçağı, havalandıktan hemen sonra düştü. Üç yüz otuz beş yolcu ve on iki kişilik mürettebattan kurtulan olmadı.
Biranın, alkollü olması nedeniyle ruhsatsız yerlerde satılması yasaklandı. İstanbul Karaköy Meydanı’na dikilen ’Güzel İstanbul’ adlı çıplak kadın heykeli, valilik emriyle bir gece yerinden söküldü. Boğaziçi Köprüsü’nden yayaların bir lira karşılığında geçmelerine izin verildi. Cemal Madanoğlu davasında, bütün sanıklar beraat etti. Genel af çıktı. Memurlara iki günlük hafta tatili verildi. Haşhaş ekimine izin verilince, Amerikan Hükümeti Büyükelçi Macomber’i Washington’a istişareye çağırdı.
Kurtuluş Savaşı’nın son Komutanı Orgeneral Fahrettin Altay, Ulvi Uraz ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu öldü. Yönetmen ve aktör Yılmaz Güney, Hâkim Safa Mutlu’yu öldürdü.
Nisan ayında Yunanistan, Türkiye’yle olan ilişkilerinde gerginleşme olmadığı konusunda bir açıklama yapma gereği duydu. Temmuzun on beşinde, Lefkoşe Rum Radyosu’ndan, Yunanistan’a bağlı subayların yönetimindeki Ulusal Muhafız Gücü Kuvvetleri’nin bir hükümet darbesi yaparak yönetime el koyduğu, Kıbrıs’ta bir ’Yunan Cumhuriyeti’ kurulduğu ilan edildi.
Siyasi parti liderleri bir toplandı. İki büyük parti lideri: "Oldubittiye kalkanlar hüsrana uğrar." ve "Türk yönetimi Kıbrıs’ta yegâne meşru yönetim sayılmalıdır." dediler. Kıbrıs’ta barış ve istikrarın sağlanması için donanmamız Ege ve Akdeniz’e açıldı. Atina, Kıbrıs’tan elini çekmeliydi. İngiltere, ’Garantör’ devlet olarak bizi yalnız bıraktı.
Mecliste gizli bir toplantı yapıldı. Bir siyasi lider: "Bu davada milletçe bölünmez bir bütünüz." dedi. Siyasi görüşler bir tarafa bırakıldı. Ülke tek bir yumruk haline geldi. Diğer parti lideri: "Ada’da tek meşru yönetim Türk idaresidir." dedi. Yunan teklifleri reddedildi. Kıbrıs Türk toplumu lideri: "Bütün ümidim Türkiye’nin buraya gelmesidir. Türkiye muhakkak müdahale hakkını kullanmalıdır." dedi.
Yunan askeri değiştirme birliği Kıbrıs’a çıktı.
Beş gündür yoğun bir şekilde süren diplomatik temaslardan sonuç alınamayınca, “Ayşe tatile çıksın!” parolasıyla Kıbrıs Barış Harekâtı başlatıldı. Yirmi Temmuz sabahı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kıbrıs’a havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Havada ve karada savaş başladı. Türk ve Yunan donanmaları Kıbrıs sularında çarpıştı. Yunan Alayı püskürtüldü. Kuzey sahillerine, Girne Limanı’na çıkartmaya devam edildi. Paraşütçülerimiz, Lefkoşe’nin Türk kesimine indi. Bazı köylerde sivil Türkler öldürülüyordu.
Türkiye’de tam bir bayram sevinci yaşanıyordu. On dört ilde sıkıyönetim ilan edildi ve karartma geceleri başladı. Havaalanları kapatılarak Türkiye üzerinden geçiş yasaklandı. Sivil uçaklar ve gemiler ordunun emrine verildi.
Barış Harekâtı iki gün sürdü. Esir alınan en az yedi yüz Yunan askeri Mersin’e getirildi. Yunanistan’da Karamanlis Hükümeti kuruldu. Klerides Cumhurbaşkanı seçildi.
Yunanlılar Meriç nehri kıyılarına siper kazıp mayın döşemeye başladılar. İsteklerimiz kabul edilmemişti. İkinci Barış Harekâtı başladı. Magosa’yı aldık. Lefke ve Lefkoşe’yi kuşattık. Karpas yarımadasına çıktık, ’Boğaz’ adlı deniz üssünü aldık, bölgenin Ada ile ilişkisini kestik. Lefke’ye yardım için gelen Rum kuvvetlerini Baf yolunda bombaladık. Lefkoşe-Magosa arasındaki Timbu Havaalanı’nı ele geçirdik.
Rauf Denktaş: "Bugün, federe bir Türk Devleti Kıbrıs’ta fiilen kurulmuştur." dedi. Başpiskopos Makarios: "Türkiye’nin yaptığı fiili durumu hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz. Bana darbe yapanları affettim. Mücadeleye devam edeceğim." diyordu.
İki yüz elli şehit verdiğimiz açıklandı. Atlılar köyünde yaşamakta olan altmış Türk’ün üçü hariç olmak üzere hepsini öldürüp, toplu bir mezara gömdükleri öğrenildi. Üç gazeteci kayboldu. İkisi yaralı olarak iade edildi. Adem Yavuz, kurtarılamadı.
Kıbrıs Özerk Türk Yönetimi Bölgesi’nde Türk Lirası kullanılmaya başlandı.
İstanbul Metrosu’nun geçeceği yerler saptandı. Keban Barajı ve Haliç Köprüsü hizmete açıldı. Bir süre sonra Keban Hidroelektrik Santrali arızalandı ve elektrik sıkıntısı başladı.
Barzani kuvvetlerinden kaçan iki bin kadar Iraklı, Türkiye’ye sığındı.
İki zıt görüşlü parti, tek bedende kollar gibi çalıştıktan sonra ortaklıklarını bitirdiler. Amerika, askeri yardımı kesti. Kıbrıs Barış Harekâtı tahvilleri kapışıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne on milyon lira bağışlayan Vehbi Koç’a madalya verildi.
Allah, her şeyden sonra yine var olan, emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandı. Herkes öldükten, her şey yok olduktan, ölüm bile öldürüldükten sonra yine sadece O var olacak, bir O kalacaktı.
Allah, Muahhir’di. Dilediğini geri bırakan, tehir edendi. İyilerle ve sabredenlerle beraberdi. Acele, şeytandandı. Umduğumuz ve beklediğimiz zamanlarda nasip olmasa, arkaya bırakılmış olsa da bizi arzuladığımız başarıya ulaştırmıştı. Hiç şüphesiz ki, her şeyde olduğu gibi bunda da bizim bilemeyeceğimiz kim bilir ne kadar çok ilahi hikmet vardı!
Hizmetimize verilen bitki ve hayvanlarda da Muahhir ismi tecelli etmişti. Mukaddim isminin tecelli etmediği varlıklar Muahhir ismine mazhar olmuşlardı.
İlim tahsil edenlere Alîm sıfatıyla tecelli etmiş, onlar diğer insanlara takdim edilmişler, talebeleriyle irşat ve talimlerine muhtaç olanlarda da Muahhir ismi tecelli ediyordu.
Kullarının cezalarını da Muahhir ismi gereği erteleyen Allah’ın yarattıklarının yaptıkları hataların cezalarını vermekte acele edilmemeliydi.
Ne kadar aceleciydik! Hâlbuki her şeyin bir vakti saati vardı. Vakitsiz kuş uçmazdı. Bizimse kanımız damarlarımızda kaynıyordu. Aklımıza koyduğumuzu anında gerçekleştirmek istiyorduk. Çoğu zaman arzularımızın esiri oluyor, tahakkuk etmeyince kahroluyorduk. Oysa ne kadar acele etsek, ne kadar kıvransak, her şey olacağına varıyordu. Her şey için bir ecel tayin edilmişti. Biri geriye alınırken diğeri öne geçmekteydi. Biri yok olurken biri belirmekte, biri parladıkça diğeri sönükleşmekteydi.
Fiillerde de aynı şey söz konusuydu. Her fiil için bir zaman saptanmıştı ve olay anı ne bir an öne ne de bir an geriye alınabiliyordu. Bütün fiilleri Allah yaratmış ve onlar için birer vakit tayin etmişti. Kader deniliyordu. Dileklerimizin gerçekleşmesi için dua etmemiz isteniyordu. Dualarımızın, kaderlerimize tesiri olacak mıydı?
Her şey biteviye aynı şekilde devam edemezdi. Hayat inişli çıkışlıydı. Muhammed Ali de rakiplerini iskambil kâğıtları gibi arka arkaya devirirken bir anda tökezlemiş, düşüvermişti ama azimle çalışıp çabalayarak kalkmasını bilmiş, hakkı olan altın kemere tekrar kavuşmuştu.
Belki gençliğin verdiği heyecanla galeyana gelmiş, galibiyet sarhoşluğuyla gevşemiş, belki de arka arkaya gelen başarılarla başı dönmüş, gururlanmış, büyüklenmişti. Hardal tanesi kadar kibrin bütün iyilik ve ibadetlerin sevaplarını yok ettiği gibi gururlanmakta ne kadar haklı olursa olsun o kibir olağanüstü gücünü emmiş, bir devi yok edivermişti.
Milletler de geçmişleriyle övünürken geleceğe hazırlanmayı bırakmamalıydı. Osmanlı Devleti’nin başarısının sırrı, savunmaya yapmış olduğu yatırımla kurduğu düzenli ordu ve askerine verdiği eğitimin yanı sıra istihbaratının mükemmelliğindeydi. Erenler öyle öğütlemiş, öyle uygulana gelmişti. Devlet sırrı, en yakınlara bile fısıldanmaz, yerde yürüyen karıncadan haberdar olmaya çalışılırdı. Fısıldanan sözler en hızlı giden, en çabuk yayılan sözlerdi.
İhsan ve ikrama mazhar olan büyük zatların üstünlüğü herkesçe kabul edilmeli, kendilerinden yararlanmaya çalışılmalıydı. Öne geçirilmiş oldukları için kıskanmamalı, ilim ve irşatlarından mümkün olduğunca faydalanılmalıydı. Şeyh Edebali’den beri bu şekilde süregelmiş, o mübarek insanların ışığıyla hızla ilerlenmiş, sayelerinde zafer üstüne zafer kazanılmıştı. Ne zaman ki Hak’tan ve halktan uzaklaşılmış, duraklama ve gerileme başlamıştı.
Bir yıl daha bitiyordu. Şunun şurasında ne kalmıştı? İşte sonbahar da yapraklarını savura savura çekip gitmişti. Tüm olumsuzluklara rağmen güzel şeyler olmuştu bu yıl. Ülke menfaati için zıt kutuplardaki parti liderleri birleşebilmişti. Dış güçler karşısında zıt fikirlere sahip olsalar da tüm vatandaşlar tek bedende tek baş haline gelmişler, birlik ve beraberlik içinde hareket etmişlerdi.
Her şey bir yere kadardı. Vatan söz konusu olduğunda ayrı gayrı yoktu! “Bölünmeyin!..” diyordu İslam Peygamberi. Bölünen kuvvet kaybeder, kolayca yiter giderdi. Birlikten kuvvet doğardı. Takdim edilmek için birlik ve beraberlik şarttı.
Viranede gerçekleştirdiğimiz bütünlük, gerektiği anda ülke genelinde sağlanıvermiş, yılın en mükemmel, en kıvanç verici olayı gerçekleşmişti. Allah, zalimleri sevmezdi. Bir zamana kadar olayı seyrine bırakır, vakti gelince, zulmedenlere Muahhir ismiyle, zulme uğrayanlara da Mukaddim ismiyle tecelli ederdi. Bu, sadece dünya çarptırıldıkları cezaydı. Bir de bunun ahiret faslı vardı.
O gün… O müthiş gün!.. Sür üfürülüp de kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalktıkları gün!.. İşte asıl Ceza Günü o gündü!.. Din Günü!.. Din Günü’nün Sahibi’nin huzuruna çıkılacak gün!.. O gün bazıları Muahhir sıfatıyla geride bırakılacak, bazıları Mukaddem sıfatıyla öne alınacaklardı. Cennet de kat kattı. Alt katta olanlar üstte olanlara imrenecekler, orada olmayı isteyeceklerdi. Ya cehennemde olanlar? O da yedi kattı. Zalimlerin halleri nasıl olacaktı? O Müslümanlara zulmedenlerin...
Allah’ım! Bizleri iki cihanda da kıdemli olanlardan, takdim edilenlerden eyle! Meleklerden de peygamberlerden de takdim edilenler var. Bizi de üstün olan kullarından eyle! Derecelerimizi yükseltmemiz için yardın et! Efendimizi Âlemlerin Efendisi kıldın. Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmud’a erdirdin. Bizleri de Sana layık kullar, Habibine yakışır bir ümmet olmayı nasip eyle! Senin ertelediğini kimse geri alamaz, ilerlettiğini geriletemez. Senin geri çektiğini kimse öne alamaz, gerilettiğini ilerletemez.
Hiçbir şeyi hak ettiğimiz için dilemiyorum. Bizlere Fazlınla muamele et, Ya Rabbi! Fazlınla muamele et!..
Âmin!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 340