21
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3096
Okunma
KÂĞIT TOPLAYAN ÇOCUK
12 YAŞLARINDAYDI TAHMİNEN.
İki tane küçük naylon tekeri vardı kâğıt topladığı arabasının. Boyundan büyük arabayı zor idare ediyordu. Kağıt toplaması verimli geçmişti bu gün. Yüzü gülüyordu.
Elbisesi eskiydi ama utanacak ne vardı ki; iş elbisesi idi. Başka elbisesi olmadığını el nereden bilecekti. Eli ve yüzünün kiri ise bereketti. İğrenmiyor ve utanmıyordu. Fakat çok yoruluyor ve çok üşüyordu.
Ayakkabısı su geçirmese ne güzel olacaktı. Fakat kimin küçük sıkıntıları yoktu ki?
Caddeyi zorla karşıya geçtiler. Kendisinden daha döküntü ve iki yaş küçük kız kardeşi işte o zaman göründü. Boylarını aşan kağıt yükü gizlemişti küçük kızı. Hiçbiri okula gitmiyordu.
Hayatı kazanmak için okunduğuna göre mesele yoktu. Çünkü onlarda çalışıyor ve hayatlarını kazanıyordular.
Yetim ve öksüz olmak tarif edilemez zorluklar ve gizli hisler yaşatıyordu bu çocuklara. Nerde konakladığı belli olmayan haylaz hatta ipsiz bir teyze vardı o kadar. Teyzenin kendine hayrı yoktu. Ara sıra gelirdi ve bir saatten giderdi. Her gelişinde yanında başka bir erkek arkadaşı olurdu. O da yuvadan yeni salınmıştı dışarı. O da kaderin sillesini yemişti. Düşmüştü ama teyzeydi yine de. Ya teyzeleri de olmasa ne yapardılar?
Demet evlerden gelen bir arkadaşı Cemal’i oraya çağırmıştı kağıt toplamak için. Daha az zamanda daha çok kağıt topladıklarını söylemişti. Ama gecekonduları Ataparktaydı ve Keçiören’in bütün sokaklarını biliyordu Cemal. Sakin ve çok güzeldi bu ilçe. Trafik yoktu Demetteki gibi. Zengindi de burası. Bir iki saati fazladan zevk duyarak çalışırdı.
Akşama teyzeleri gelecek ve iki göz babadan kalma gecekondularında onlarla kalacaktı. Nadir olurdu bu durum. Mutlaka bir beladan kaçmaktaydı teyzeleri ama onlar için hoş bir şeydi ve cemal bir şeyler yapmalıydı. Cep telefonunu teyzesiyle görüştükten sonra itinayla cebine soktu. Telefonu kullanmaktan büyük zevk alıyordu.
Ayşe’ye 20 lira uzatıp “ şu kuruyemişçiden karışık yaptır ve bir büyük kola al” emrini verdi.
Ayşe çok mutlu olmuştu. Bu dünyada abisi varken ona korku yoktu. Anası da babası da abisi de cemaldi. Çok ama çok seviyordular birbirlerini.
Bugün Ayşe daha mutluydu. Belediye başkanı dolaşırken diğer çocuklarla birlikte ondan top almıştı hediye.
Cemal hediyeye çok beğenmese de kalabalığı görünce Başkan’a hak vermişti.
Evlerine geldiklerinde bahçede yükleri sınıflara ayırmıştılar. Camı cam; naylonu naylon, kağıdı kağıtla birlikte istifliyordular. Bakır gibi kıymetli parçaları da ayrı yere koyuyorlardı. Haftada bir patron arabası ile almaya gelecekti. Hurdacılık da düzen isterdi. Aslında çok da kazançlıydı. Biraz daha büyüyünce araba ile bu işi yapacaktı Cemal.
Keçiören ilçesinin bütün sokakları ondan sorulacaktı. Gizli tuttuğu bir kuvvet isteği de vardı içinde. Ama ne isterse teyzesi ve kardeşi için istiyordu.
Kardeşini teyzesine vermiyordu kendisi gibi zilli yapar diye. Teyzesini sevse de yaşam şeklini hiç sevmiyordu. Teyzesi tamamen kötü yola düşmüştü.
Kararlıydı teyzesini kırmadan kardeşini koruyacaktı. Teyzelerini devletin neden koruyamadığını ise anlayamıyordu bir türlü. Niye yuvadan çıkarmışlar ve kötü yola düşmelerine neden olmuşlardı? Vardı elbet bir sebebi. Devlet baba zülüm yapacak değildi ya. Hem teyzesi de namusuyla çalışabilirdi pekâlâ. Yine de kardeşini devlete bile bırakmayacaktı.
O gün teyzeleri ile çok güzel bir gece geçirmişlerdi. Keşke bu saadetleri hiç bozulmasaydı.
Ertesi gün ise zorlu bir çalışma başlamıştı. Hava yine çok sertti. Her ikisi de çok üşüyordu. Nispeten daha ılıman olan Gazino mevkiinde dolaşıp arabayı yüklediler. Fakat taşıyıp onca yükü Atapark yamaçlarına çıkarmak zordu işte.
Parklarda dinlene dinlene Ayşe arkada Cemal önde kendilerinden büyük araba ile ilerliyordular.
Keçiören belediyesi yazan servislerle okuyan yaşıtları teleferiğe, deniz dünyasına, pikniklere gidiyordu. Havuza gidiyordu.
Kendisi ve kardeşi bundan hiç yararlanamayacaktı. Nede olsa kimsesiz ve sokak çocuğuydular. Evleri vardı ve çalışıyordular ama okuyamıyorlardı. Güzel Keçiören’i bu şanslı çocuklara kıskanıyordu için için.
Nihayet uzun bir emekten sonra Atapark göbeğe gelmiştiler. Ayşe’yi arabaya bekçi bırakıp ayakkabı tamircisine eski ayakkabı sormaya gitti caddenin karşısına. Tam bütçesine uygun az kullanılmış bir ayakkabı bulmuştu. Artık ayakları su geçirmeyecekti.
Dışarı çıktığında caddenin karşısındaki Ayşe’ye doğru bayrak gibi sallıyordu ayakkabılarını cemal. Ayşe fark edememişti.
Cemal hızla ekmek teknesine doğru hareketlendiği sırada acı bir fren ve gümleme duyuldu.
Önce acı ilen bir karanlık ve sonrasında sonsuz yeşillik. Cemal’e vuran taksi onun hayatına son vermişti. Ayşe yere çömelmiş ve dona kalmıştı. Zaman durmuştu adeta.
Bu güzel diyara herkes sığmış da bir Cemal ve kardeşi mi sığmamıştı. Bazıları altta, bazıları köşede, bazıları dışarda kalıyordu. Keçiören de bile mutsuz olunabiliyordu. Çünkü hayat zordu. Keçiören’in de başka yüzleri vardı ve yaşayan görüyordu. Ne yazık ki Keçiören’de bulunmak ile orada yaşamak çok farklıydı. Teyzesinin kaderini paylaşarak bunu anlayacaktı kâğıtçı kız.
Ama yook. O yuvada okuyup öğretmen olacaktı.
Belki de olmuştur.
Ayşe öğretmeni tanıyanınız var mı? O okuyarak sınıf atlayacağını söz vermişti abisine.
Mutlaka bir okulda öğretmenlik yapmaktadır. Belki de Keçiören’dedir hala diye düşünmeden edemiyordu insan.
Ankara’da sıcak bir mekânda yetişkin bir genç bayan öğretmen; karakalem resim yapıyordu. Resim dersinde etrafını çeviren öğrencileri merak ve hayranlıkla izliyorlardı öğretmenlerini. Onlar da öğretmenlik hayalleri kuruyordu.
Bir öğrenci merakına yenilip “Ne çizdiniz Ayşe öğretmenim” diye sordu.
Bir dakikalık duraklamanın ardından “Kâğıt toplayan abisine kalbini uzatan küçük Kız’ı” dedi. O fark etmedi ama bu arada çantasından ikiye katlı bir pusula düştü öğretmen masasının üzerine ve neredeyse okunabilecek kadar aralık durdu.
UNUTMA KEÇİÖREN’İM
Abiyim, teyzem, sen ve ben;
Ne güzeldin Keçiören.
Kimsesiz, fakir ve çocuktuk;
Devletin kayıtlarında da yoktuk.
Kâğıt toplardım Cemal’le ben, biz seven sen sevilen.
Kimsesiz; fakir ve çocuktuk, Fark edilmezdik ama çoktuk.
Sen ise; güzel, nazlı ve zengindin.
Bizi niye ezdin, niye sevmedin?
Tiryakindik senin bir bilsen nasıl; hep seninleydik ve sana yakın.
İstiyorduk “Aç kollarını sıkıca sarıl”, bizi senden kimse koparamasın.
Bardak bardak içerdik, nefes nefes çekerdik.
Ölürcesine severdik; tek sen vardın tek sen vardın.
Kimsesiz, Fakir ve çocuktuk. Aslında çoktuk fakat yoktuk.
Bizi harcadın Keçiören. Cemal de teyzem de yok artık.
Ben yandım. Yandım da-yandım.
Neden bizi sevmedin Güzel Keçiören’im
Üvey miydi bu evlatların?
Balici, boyacıysak, kâğıtçıysak, fakir, kimsesiz ve sürtüksek kime ne!
Sevmeye ölüm cezasını veren hangi mahkeme?
Teyzem kokan, abim kokan can Keçiören;
Kimsesiz bir can daha yersen YAN! Keçiören.
Dayanamam yandığını görmeye,
Lavlarınla beni de sar; içine al Keçiören.
Kıskanırım seni ben, kıskanırım ellerden.
Seni bir gün görmesem, ölürüm kederimden.
Sevdiklerimin de her şeyi kaldı sende.
Can ve bedenleri de kaldı sende.
Seni çok sevdikleri içinde severim seni.
Terk etmeden dünyayı, terk edemem seni.
UNUTMA KEÇİÖREN’İM; üvey de olsak biz varız.
Sana hastayız, sana ölürüz.
AYŞE.
Keçiören bazılarına üvey evladı gibi davransa da seviliyordu. Parklarıyla, mahalleleriyle, tabii ve yapay güzellikleri ile çok farklı bir diyardı.
Ey acıların başkenti Ankara sen çekilir miydin Keçiören’de yaşamak olmasa?
Öğretmen Ayşe’nin yeni yazdığı ve çantasından masaya düşen ikiye katlanmış kâğıtta bulunan şiirinde ki duyguları sayfadan ilçeye yayılıyordu harf harf buharlaşıp. Keçiören Cemal gibi kokuyordu, teyze gibi, Ayşe Nur gibi kokuyordu.
Keçiören afyon gibi kanda dolaşıyordu. Biz onda o da bizde yaşıyordu.
Engin TATLITÜRK