- 1416 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Anne İle Oğlu
Dışarı çıkmak istiyordu. Dışarı çıkıp, bütün dünyayı baştanbaşa gezmek! Ama bilmiyordu nasıl gezeceğini. Korktu ve vücudunda olan bütün şeftali tüylerinin kabardığını hissetmeye başladı. Eline kalem aldı. Sadece kalem. Herkesin dediği gibi kağıt kalem almadı eline. Sadece kalem aldı. Ve kalemin arkasında bulunan silgiyi ısırmaya başladı. Bu kalem çocuğuna aitti. Bir şeyler yapmak istiyordu, bir şeyler! Dışarı çıkmak istiyordu. Dışarı! Korktu, kapıya terliğini fırlattı. Dışarı çıkmaktan vazgeçti. Çocuğu arkadaşındaydı, daha vakti vardı. Bir şeyler yazmalıydı.
Aslında sesi o kadar da kötü değildi. Ama kalın çıkıyordu ince sesi. Tüm zıtlıklara kendisi sahiplenmişçesine oturduğu sandalyesinde ayağını masanın kenarına doğru sürtmeye başladı. Canı sıkılıyordu. Bir anneydi, anne olabilirdi; ama onun da canı sıkılabilirdi. Hakkının olduğunu düşündü. ’Evet, evet canım sıkılabilir!’ dedi sesli sesli. Cüneyt Arkın filmlerinden kalma bir heyecana bağlı aşklardan seçme gökyüzünün bulutlandığını farketti. Kar yağmıyordu, yağacaktı ama!
Kalem ile kağıda çizdi. Kağıt parçalandı. Sağ eline bakmaya başladı. Saçlarını sol eliyle topladı. Saçlarından midesi bulandı. Birkaç tel eline geldi, korktu. Kel olacağım dedi. Kel olmayacaktı. Ama korktu. Canı sıkıldı. Ayağıyla masanın ayağına daha hızlı bir şekilde sürtmeye başladı. Ayağını sürttü. Ayağının en üst derisi soyulmaya başladı. Banyo yaptığı an aklına geldi. Birden küçüklüğü aklına geldi. O kırmızı leğenin içinde sulara eliyle vuran 2.5 yaşındaki çocuktu. Göğüslerine baktı. Göğüsleri o çocuğun ne kadar da büyüdüğünü gösteriyordu! İtiraf etti kendi kendine: ’Ben büyüdüm!’ Saçlarıyla uğraşmaktan vazgeçti. Annesi aklına geliyordu. Annesi aklına gelmemeliydi! Bir kadın kaç yaşında olursa olsun, annesi aklına gelmemeliydi! Annesi aklından gitmedi, ama konuyu değiştirdi. Saçlarını son kez geriye itti. Canı sıkıldı. Yazacak bir şey bulamadı! Kalktı ayağıya.
Sağ eline bakıyordu en son. Sağ eline bakmaktan vazgeçtiği anı anımsadı. Yürüdü azıcık. Ölen halasının yeleğini sağ eline aldı. Üzerine giyindi. Halası bunu elleriyle dokumuştu. Ellerine baktı. Korktu! Halasının elleriyle dokuduğu yelek vardı, ama halasının elleri artık yoktu! Ölümü hatırladı, mutfağa gitti. Tezgahın üstündeki mermere dokundu. Mermer sertti, mermer küstah.a ona bakıyordu. Bir travestinin göğüsleri kadar sertti mermer. Ama bir travestinin göğsü neden sert olur bilmiyordu. Güldü. Çiçek desenli bardağına suyu doldurdu.
Suyunu içti. Boğazının içindeki tüm kuruluklardan kurtulduğunu düşündü. Ama boğazı hâlâ kuruydu. Eliyle bardağı itti. Bardak mermer ile buluştu. Gülümsemedi bu sefer. Mermerin üzerinde kırmızı bir damlanın aktığını farketti. Dudağından gelmiyordu bu kan. Boğazından geliyordu. Faranjitti. İçtiği sigaralara artık bir son vermesi gerekiyordu. Sigara kötüydü, sigara içmemeliydi! Ama o sigara içiyordu. Korktu. Halası aklına geldi, ölebilirdi! Ama herkes ölecekti. Sevindi. Herkes öleceği için, ölenin ardından üzülmeye gerek yoktu. Aklına dedesi geldi. Küçükken yanında dinlediği Kuran-ı Kerim’i özledi. Kuran okumak istedi. Evde Kuran-ı Kerim vardı ama o okumayı bilmiyordu. Hayatının çoğunu boşa geçirdiğini düşündü. Okulu, evliliği aslında ne kadar da gereksiz bir şeydi! Yaşamanın manası sadece bu kadar olabilir miydi, diye düşünmeye başladı. Sebepsiz bir irkilme değildi. Tezgaha tutundu. Sağ eliyle tutundu. Üç kez öksürmüş, iki kez tükürmüştü lavaboya. Kan akmıştı tükürüğü ile beraber. Bu sefer korkmadı. Midesine çok fazla yükleniyordu. Daha fazla asitli yiyecekler tüketmemeliydi! Kahveyi de az içmeliydi. Bir de adet döneminde rahminde oluşan ağır sancılardan dolayı içtiği haplara bir son vermeliydi! Erkek olsaydım diye düşündü. Neden erkek olmak istiyordu ki! Vazgeçti! Erkek olamazdı. Tekrar masanın yanına geldi. Masanın üzerinde kendi elleriyle yaptığı bir vazo vardı. O garip deseni, o kabartmıştı vazonun üzerine. Hoşuna gitti. Yapabildiği bir şeyler vardı. Ama daha fazlasınıda yapabilirdi. Bir başbakan olabilirdi mesela. Emri altında erkekler olabilirdi. O zaman daha rahat hissedeceğini düşündü. Emri altındaki erkeklerden, sevmediği erkekler için öc alabilirdi. Düşündü. Durdu. Sandalyeye oturdu. Vazoya bakmaktan vazgeçti. Onun yapabildiği tek iş buydu. Bir de çayı güzel demleyebiliyordu. Sustu. Zaten susuyordu. Eline kalemi tekrardan aldı.
Güldü. Aslında hayat güzeldi. Uçan kuşlar, çimenlikler arasında yürüyen böcekler, kediler, köpekler, daha fazlası! Çocuğu vardı, ama başkalarının çocuğu olmuyordu. Evi vardı. Az çok kazanabildiği parası vardı. Dert edebilecek sadece kendisi vardı. Korktu. Neden kendisi, kendisine sorun oluyordu ki? Başkalaşım geçiren bir aslanın son isteği, bir antilopu yemek miydi? Üniversitede ders bir öğretim görevlisi kadar sıkıcı hayatı olabilirdi. Ev hanımı değildi, ama hanımdı. Evinin hanımıydı. Evinin, kendisinin hanımıydı!
Telefon çaldı. Arayan bir arkadaşıydı. ’Nasılsın?’ dedi. ’İyiyim’ dedi. Ama sen nasılsın demedi. Biliyordu iyi ya da kötü müsün diye bir soru sorsa da, iyi olduğunda daha iyi olmayacaktı arkadaşı, kötü olduğundan ise iyi olmayacaktı! ’Akşama sana geleceğim’ dedi arkadaşı. ’Gel’ dedi. ’Tamam canım, görüşürüz’ dedi. Görüşürüz demedi. Telefonu kapattı. Sekiz dakika sonra tekrardan sandalyenin yanına geldi. Sekiz dakika boyunca bir şey yazmadan sadece düşündü, düşündü ve düşündü! Tek yaptığı şey, düşünmesi gereken şeyi bulmasıydı. Düşündu; kar yağmaya başlamıştı. Farkına yeni vardı. Çocuğu arkadaşındaydı.
’Bir kadının en çok sevdiği şey, fedakarlık yapmaktır!’ diye saçmasapan bir cümle yazdı. Sayfanın yarısının dolduğunu düşündü. Daha başka ne yazabilirdi ki zaten? Bir kadının fedakarlığını anlatmak kolay mıydı?
Anneannesini düşündü. Defalarca ne acılar çektiğini, nelerle uğraştığını... Sonra şehri aklına geldi. Gurbetin soluğunu solumak bir başka, annesinin kokusunun hasretini çekmesi bir başkaydı. O da kadındı, kadın kokuyordu, ama annesinin kokusu farklıydı. Çocuğum yanımda olsaydı, diye düşündü. Çocuğunun kokusunu özledi. Bebekliği aklına geldi. Yumuk yumuk elleri, yanakları, şişman bacakları, her gün yatmadan öptüğü gıdısı... Çocuğunu özledi, kalemin silgisini dişleriyle kopardı. Silgiyi ağzından dolaştırmaya başladı. Tükürüğü ile silginin siyahlamaya başlamış tarafları gri olmaya başladı. Silgi beyazdı. Dişleriyle silgiyi çiğnerken, silginin ufalanmaya başladı. Amilaz enzimine dayanamadı silgi ve atomlarına bölündü. ’Bir kadının en çok sevdiği şey, fedakarlıktır!’ diye yazdığı kağıdın içerisine tükürdü. Ağzında silgi kalmayacağı ana kadar tükürdü. Tükürdü, ağzında silgi kalmadı. Yazdığı cümleyi unuttu! Çünkü cümleyi yaşamayı daha çok seviyordu.
Derin bir ’Offf....’ çekti içinden. Akşama arkadaşı gelecekti. Yemek yapmam gerekiyor, diye düşündü. Çok şey düşünmüştü son yarım saatte. Sağ eline baktı. 2. ve 3. parmağındaki mavi boyalar ona denizi anımsattı. Denizi özledi. Deniz çok uzaktaydı. Bir şarkı açmak istedi canı. Canı bir şarkı dinlemeyi çok istiyordu. Şarkıyı açmak için bilgisayarını açtı.
Şarkı çalmaya başladı. Ayağa kalktı. Canı sıkılıyordu, ama gülüyordu ve mutluydu! Derin bir boşluğa düşmüş gibiydi. Doğum yaparken neden morfin vermemişlerdi ona? Hamile olanlara morfin verilmesi yasak mıydı? Gülüyordu ve deliler gibi odanın tam ortasında dönmeye başladı. Saçlarının uçuştuğunu hayal etti. Üzerinde bembeyaz bir elbise vardı. Bu gelinlik değildi, kefeniydi sanki! Terlemiyordu, tersizdi. Dönmeye devam ediyordu. Ellerini daha fazla açtı. Ellerini açtı. Gök ona soruyordu: ’Beni ne kadar seviyorsun?’ Ellerini daha fazla açtı. Elleriyle daha fazla sevdiğini göstermek için daha fazla açtı. Ağzını da açtı. Beyaz tavandan yağmur yağıyordu. Robot seslerini duymaya başladı. İyonosferde kendi sesini daha fazla açmaya başladı. Ölmediğin farkındaydı. Daha fazla ellerini açtı. Şu anda yükseldiği gök, yüreğinin içinde bir balonun her salise şişen kumaşıydı. Canı sıkılıyordu, ama mutluydu. Ellerini daha fazla açmaya başladı. Açtı, elleri saçlarını daha fazla açmasına yardımcı oldu. Saç derisi bembeyazdı. Elleriyle saçlarını koparmaya başladı. Hiç acı çekmiyordu. Saç telleri kopmaya başlıyordu ama rahattı. Canı sıkılıyordu, ama gülümsüyordu.
Saçında bir tek teli kalmıştı. Bembeyaz saç derisiniin gölgesi simsiyahtı. Bir insan nasıl da zıtlıklar içinde yaşayabiliyor, diye bu sefer inancının yerine geldiğini farketti. Hayır, hayır bu son inancı saçmaydı. Duramadı. Dönüyordu. Her saç telinin beyaz bir dilekçe olup, göğün etrafında dönmeye başladığını görünce, mutlu oldu.. Zaten mutluydu!
Kapı zilini duymadı. Bir kez daha bastı oğlu. Kapı zilini duymadı. Bir daha bastı oğlu. Kuşların hiçbiri aslında ’M’ değildi. Ama oğlu ’M’ idi. Yavaşlamadan bir anda durdu. Başı dönmüyordu. Başım neden dönmüyor, diye düşündü. Başının dönmemesine sinirlendi. Bir ıslığın robot seslerine karıştığı mekanik bir karmaşanın soundtrack’ı ayaklarının yere değerken çıkardığı sesti. Karıncalar korkuyordu. Bu mevsimde karıncalar yaşayabilir miydi ki? Evinde karıncalar vardı. Farelerden sonra, bir de karıncalarla yaşamaya alışacaktı! Yalnız değildi.
Kapıyı açtı. Karşısında oğlu duruyordu. Çocuğu bu muydu gerçekten? Bir kız doğurmak istiyordu küçükken. 17 yaşında iken artık erkek çocuk doğuracağım diye kafasına koymuştu. Kendisine inancını ilk kez doğumunda anladı. Erkek çocuk doğmuştu. Hayattan istediğini ilk kez alabilmişti! Kendisine şaka yaptı. ’Sen benim oğlum musun?’ demekten son anda vazgeçti.
Çocuğun elinde binlerce beyaz dilekçe vardı. Annesine bakan gözleri gülümsüyordu. Annesi şaşkın şaşkın bakarken, çocuğun dudaklarında bir köprü daha intihar ediyordu:
-Anne, seni çok özledim! Saçlarını okşayabilir miyim?
Anne İle Oğlu Yazısına Yorum Yap
"Anne İle Oğlu" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.