- 1276 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DELİ Mİ?
Beyaz gömleği üzerinde, güneşin yansımasıyla pürüzsüz görünen yüzü doktorun odasına dönük olan hasta, bahçedeki bankın üzerinde oturuyordu.
Bir süre sonra çevresindeki ağaçlara dramatik bir öyküyü anlatıyormuşçasına hayranlıkla dokunup konuşmaya başladı. Cılız kollarıyla ağaca sarılıyor, içe çökmüş yanaklarını gövdesine dokunduruyor, bir kadın tarafından öpülüyormuş hissi ile kendinden geçip, dakikalarca parmak uçlarını ağacın yapraklarında gezdiriyordu.
Böylesi bir hayranlıkla ağaca ilgi duyan hastaya karşı içimde inanılmaz üzüntü ve acıma duygusu oluşmuştu! Bu adamı merak edip doktora sordum:
‘’ Şu ağaca sarılan hasta neden burada?’
Doktor:
‘’ O aşk krizleri geçiren bir hastamız ’ dedi. ‘’ oldukça çarpıcı ve fantastik bir tutku sonucu delirmiş. Delirme sürecinde yapmış olduğu tüm çılgınlıklarını ve korkunç gerçeği bir günlüğe yazmış. Dilediğin zaman, bu merakını gidermen için bu günlüğü okumanı sağlaya bilirim’ dedi.
Birkaç gün sonra yeniden geldim ve günlüğü alıp doktor odasında okumaya başladım.
Günlükte yazanlar:
Bütün bir ömrüm boyunca, yalnızca tutkuyla seve bileceğim, uğruna hiçbir şeyden kaçınmadan, ölümü ellerine armağan ede bileceğim bir kadını sevmek istedim. Her insanın olduğu gibi benimde bir takım arzularım olmuştur.
Birkaç kadınla tanışmıştım ama hiç birinde yüreğimin titrediğini hissetmedim. Zamanla benden uzaklaşıyor, bir süre sonrada ulaşılmayacak kadar uzak oluyorlardı. Aşksız yaşamak çok acıydı. Bir ağaç yaprağında gezinen böceğin, ufak kurtçuklara yem olması ne kadar zalimce bir cinayetse, kadınların yüreğime bırakmış olduğu izlerde, beni yaşama bağlayan duygularımı birer birer öldürmekteydi.
Tüm boş zamanımı tıbbi araştırmalar yaparak geçiriyordum. Dokunma arzumuzu yerine getiren elleri, bir kadında keşfede bildiğimiz muhteşem güzelliklerle süslenmiş gözleri, onların sevilmeye değer yüreklerini, en ince ayrıntısına kadar araştırıyor, bu sayede tıbben bilgi sahibi oluyordum.
Bir erkeğin hükmede bildiği, kapısından içeri girdiğinde yaşadığı mutluluğu ifade ede bilen yürekler! İnce beyaz derinin ardına gizlenmiş ve tüm hüzünlü şarkılara aynı ritimle eşlik eden donanımı araştırdığımda, biran her hangi bir kadının yaşamasını sağlayan yürek olmayı arzuladım. Elbette bu mümkün olamazdı. Oysa yıllardır, öldürülen duygularımın katillerini, daha yakından incelemem için bana verile bilecek en güzel fırsat olurdu.
Bir zamanlar tatlı öpücüklerini yanaklarımda, dudaklarımda hissedebildiğim kadınlar için çok acı dolu geceler geçirdim. Bugün öpme arzusu beni korkutuyor, geçmişe dair tüm özlemlerin rüzgârlı bir gecede yolculuğa çıktığı şu saatlerde, hangi kadının zarif dudaklarını bedenime misafir ede bilirim ki? Her geçen dakikada bir parçamı alıp, sonrada hiç bilmediğim kentlere yol alan bu zamansız konukları taşıya bilecek, daha fazla gücüm olmadığına inanıyorum.
Bir öğle üzeri yakın bir arkadaşımın cenazesi için mezarlığa gittim. Ruhum daralıyor, ayaklarım titriyor, serserice mezar taşlarında yazan isimleri okuyup, kendi ölüm tarihimin hangi yıl olacağına dair hesaplar yapıyordum. Birden yeşil granit mermerin üzerine pirinçle yazılmış şu yazı dikkatimi çekti.
‘’ Düşüncelerimle birlikte sakin uykudayım’
Bu söz henüz otuz üç yaşında ölmüş genç bir kadına aitti. Birkaç adım atıp yeniden ardımı dönüp okumak istediğimde, beni yanına çağırdığını hissettim.
Ne güzel bir davetti bu! İnsan bir yazıyı okuyor ve yavaş yavaş sahibine karşı ilgi duymaya başlıyor. Biçimi, şekli, görselliği, çekiciliği beni ilgilendirmedi.
İçimde git gide artan gizli bir isteğin kurbanı olmaktan korkuyordum. Sonra birden aklıma, okuduğum tıbbi kitaplardan bir söz geldi.
‘’ İnsan beyni tüm düşüncelerin toplandığı merkezdir’
Ah! Bu söz! Henüz ölümünün ikinci ayında olan bu kadını anlamak, onunla konuşmak ve neler düşündüğünü görmek istedim. Bir çılgınlığın kurbanı olmaktan korkan insan, ancak kendini cesaret aynasında gördüğünde, imkânsız olanları ezip geçe bilir. Şimdiye kadar hep kitaplardan okuduklarımı hafızama yerleştirmiştim. Peki, gördüklerim bana neler ifade ede bilecekti?
Gün batımına kadar mezarlıkta gezdim! Onu görmek için sabırsızlanıyordum! Çürümüş olsa bile ondan korkmayacak ve avuçlarıma onun muhteşem hazinesini alacaktım. İnsan bedeninin yönlendiren donanmaya ulaşa bilme arzusu, her geçen dakika beni heyecanlandırıyordu!
Bir hırdavatçıya gidip kazma, kürek ve ışıldak aldıktan sonra mezarlığa geri döndüm. Mezarın sal taşlarını buldum. Toprak oldukça yumuşaktı, henüz sertleşmemiş ve tam olarak oturmamıştı.
Kefene ulaştım. İğrenç bir koku aldım. Dışarıda hayranlıkla izlediğim varlıkların böylesi kötü bir çiçek gibi kokuyor olması beni şaşırtmıştı.
Kafasının üzerindeki ipi çözdüm ve yüzünü açtım. Çenesine geçirilen ipi bıçakla kestiğimde aniden ağzının açılmış olması çok hoşuma gitti! Morarmış ve oldukça çirkin bir yüzü vardı. Düşünceleriyle birlikte sakin uykusunda olan bu kadının, neler düşündüğünü görmek istiyordum! Ama nasıl?
Tahmin etmeliydim! Kafatasının içine tutsak edilmişti düşünceleri! Sinir hücreleri çoktan ölen bu küçük organa ulaşmak, benim için yeni bir araştırmanın konusu olacaktı. Böylece evde sıkılmayacak ve sürekli onu inceleyecektim.
Kafatasını parçalarsam, beynine zarar vere bileceğimi düşündüm.
Hiç kimseye yakalanmadan oracıkta kafasını kopartıp hızla evimin yolunu tuttum! Geride herhangi bir iz bırakıp bırakmadığımı düşündüm. Üzerine ( sal taşını ) geri örtmüştüm.
Eve geldiğimde sabırsızlıkla beyin ameliyatı yapmak için neler gerektiğini düşündüm.
Birden aklıma, ünlü cerrahın Ukrayna’da yapmış olduğu ameliyatın açıklaması geldi:
Kadının beyninde tümör vardı ve biran önce ameliyat edilmesi gerekiyordu. Bunun için gerekli ve yeterli malzeme olmadığı için, hastasının kafatasını matkapla delmişti!’
Malzeme odasına gidip matkap getirdim. Şarjı bitinceye kadar hiç durmadan kafatasını delmeye çalıştım. Bende o doktor gibi hiç kimseye özellikle yeni yetişen cerrahlara matkap önermiyorum.
Kendimden geçmiş halde, kafatasının içindeki beyni avuçlarıma aldım. Onu hayata kazandırmış olmanın mutlu yanlarını yaşayarak, dokundum ve inceledim. Ertesi gün işe yaramayan kafasını bir poşete koyup, taşa bağlayarak denize attım.
Mutfaktaki yemek masamın üzerine büyük bir saygı ile beyni koydum.
Öncelikle duyu merkezlerini inceledim. ( görme, tat alma, koklama, işitme duyularını misafir eden odacığı) Ah! Burada neler gördüm! Bir erkeğe uzanan elleri, gecenin en güzel saatinde çığlınca sevişen kadının ve erkeğin çıplaklıklarını gördüm. Ağır adımlarla mutfağa giden, bir şişe şarapla geri yatak odasına dönen kadının, kırmızı renkli geceliğinden savrulan mükemmel kokuyu aldım. Dudaklarına konuk olan şarabın ekşi ama onun için mükemmel sayılan tadını hissettim. Yatakta saatlerce birbirlerinin kulaklarına söylemiş oldukları aşk sözcüklerini yazmaya kalksam, eminim başarılı bir aşk romanı yazıla bilir. Bir süre pencereyi yumruklayan rüzgârdan korktuğunu gördüm kadının. Endişeyle erkeğine sarılıyor kafasını yorganın altına gömüyor ve bu endişe verici anın son bulmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Yağan yağmur damlacıkları biraz sonra onu pencereye koşturmuştu. Yağmur kimileri için bereketin anasıdır, kadın için yalnızca yüreğini okşayan bir şarkı.
Hafızasını incelemeye başladığımda, çocukluğuna dair özlemlerini okudum. Küçük bir kız çocuğunun babasının kolları arasında nasıl şımardığını ve ona olan nazını gördüm. Soba üzerinde pişen kestaneye nasıl istekli baktığını, ilkokul sırasında yanında oturan arkadaşının bir çöp kamyonu altında ezilerek can verdiğini, babasını kaybettiğinde yaşamış olduğu ağır depresyonun izlerini, hepsini hafızasına kaydetmişti.
Ruhsal durumların merkezine geldiğimde, büyük acılar çektim! Her gece yalnızlıktan deliye dönmüş vaziyette, dişlerini sıkarak çırpındığını ve döktüğü gözyaşlarına tanık olduğumda! Yanaklarımdan süzülüp giden gözyaşlarımın, vücut ısısını ayarlayan noktaya düştüğünü gördüm. Yangını bir tek su damlası söndürmüştü!
Kan basıncını, hormonsal denetimi, hiç yazmak istemiyorum!
Uzun süre ellerimde tuttum onu, bir müddet sonra bir aşk öpücüğünün dudaklarıma doğru yol aldığını hissetmeye başladım. Öpemezdim! Bu çılgınca arzudan kendimi uzaklaştırmak için dışarıya attım kendimi.
Hüzünle yolda yürüyordum ve ruhunun derinliklerine hükmeden damarlarda beliren, kadının ince dudaklarını hayal ediyordum. Öpmek!
Şu sözler döküldü dudaklarımdan ve bir park köşesinde hıçkırarak ağladım!
Öpmek istiyorum,
Öpmek alnından sevdiğim,
Dur!
İmkânsızı istemiyorum senden,
Korkutur bu bakışların beni,
Affet sevmişim seni.
Günlerim cehennem,
Günlerim ızdırap
Günlerim Alçak
Ve nankördür sevgilim..
Eve geldiğimde gidip onunla biraz konuşmak istedim. Birden ağır bir uykunun bastığını hissedip yatağa uzandım. Tam uyumak üzereyken bedenimde bir dokunuşun gezindiğini hissediyor ama bu ellerin kime ait olduğunu görmüyordum! Saçlarımı okşadığında kendimden geçiyor, yüzümün bütün hatlarında gezinen parmak uçlarını öpmek istiyordum!
Evet, bu gizemli insanla saatlerce yatağımda seviştim! O kadar mutluydum ki bunu ondan saklayamıyor ilk fırsatta buzdolabının kapağını açıp, onu bulunduğu soğuk hücresinden özgürlüğe taşıyor ve saatlerce konuşuyordum.
Bazen onu bahçemdeki ağacımın gölgesine götürüyordum. Tarif edilemeyen bir istekle saatlerce orada kalmamızı istiyor gibiydi. Ağaçta öten kuşların mükemmel şarkıları, yerde görmüş olduğumuz böceklerin heyecanları, sokakta oyun oynayan çocukların kavgaları, Tulumbadan damlayan suyun müzikal sesi, hepsi onun huzurunda bir resital vermekteydi.’
Günlük bitmişti. Doktora aklıma ilk gelen soruyu soracaktım ki, içeriye tarifsiz bir heyecanla çalışanlardan biri girdi.
Görevli. ‘’ Efendim iyi dinleyin. Şu sevgilisinin kafasını mezardan çıkartan hastanın, evinin içinde ve etrafında araştırmalar yapmışlar. Bahçedeki ağaçta görülen oyuklardan şüphelenen polisler, ağacın gövdesindeki küçük kapağı açmışlar ve beyni bir poşetin içinde bulmuşlar.’
Dehşet içinde kekeleyerek: ‘’ Sevgilisi mi? Peki o nasıl ölmüş?’ dedim
Doktor, koltuğundan kalktı ve pencereye doğru benimle yürüdü.
Akıl hastası olan adam, ağacın etrafında gülümseyerek dolaşıyordu. Biran göz göze gelmekten korkup başımı yere eğdim.
Doktor başını sallayarak konuştu:
‘’ Kadını öldüren abisiydi. Onun suçu şu zavallı adamı sevmekti. Ailesine göre suçlu, yalnızca sevdiği erkeğe kaçan ve bedelini canıyla ödeyen kadındı’
Bostancı/İST
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.