Yaşarken Ölmek
Kasım sonlarıydı. Sonbahar kışa hazırlansa da Bursa’nın güneşi , ikindi akşama dönerken kızarır.Uludağ’ın tepesinde bir süre eylenip kalır, insanı ısıtmaz ama batım yerini yangına vererek kırmızı güllerden bir cümbüşü ikram edip kaybolur.Sonra morarmış dağın tepesinden ay doğar.
Özlemişim, tam on yıl sonra döndüm. On yıl önce tüm anılarımı, hayallerimi dürüm dürüm dürerek sırtıma sarmış, çekip gitmiştim. Habersizce, hırsızlama.Kimden, neyden kaçmıştım hala bilmiyorum. Ama sonuçta onu terketmiştim. Bunu her hatırladığımda bileğim sızlar. Bir doğum günümde bana hediye ettiği üstünde adım yazılı künye takılı olan bileğim.
Sırtımda bir kamburdu bu bu vefasızlığım, ben nereye gitsem peşimden geldi.Bir gözyaşı sessizliğinde kıvrım kıvrım akıp içimi acıtan bir kambur.
Birden gördüm onu. Bir okulun bahçe kapısının önünde. Gözlerini hafifçe yumdu beni görünce, yumuşak kuş tüyünde. Bir kirpik ucu kadar sürdü, gözlerini açtığında kızarmış olsa da gözleri bir ceylan gözünün düşsü güzelliğindeydi.Parmak uçlarımdan yüreğime doğru sayısız çiçek boy verip açıyordu ve her çiçekte ayrı renge bürünmüş onun gözleri vardı.Bana baktı, acıyarak mı, nefret ederek mi? Tek bildiğim o bakışların kor ateşlerde yanıp, taş katılığında bir beden olup vücuduma oturduğu...
"Ben evlendim, oğlumu almaya geldim. Birazdan çıkarlar, bugün doğum günüydü sınıfta kutladılar."
Yutkundu; "Neden gittin neden?"
Herşey sislendi.O sislenmede az önce yüreğimde açan çiçeklerdeki gözlerinin renkleri birer birer sönmeye başladı.
Sarısı buğday başagına vurmuş gün ışımasında bir çocuk yüzünü o sisler arasında hayalleme gördüm.Elim bileğime gitti. Yıllar önce bir doğum günüde verdiği künyeyi çıkardım. Oğlunun bileğine taktım.
Gidiyordu. Dönüp bakmadı.Birden oğlu döndü bana seslendi.
"Hediye için teşekkür ederim, ismimi de yazdırmışsın"
Tüm çiçekler söndü.Herşey sustu.