- 639 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Buluş
Sessizlik içinde Diagoras uzay istasyonunun kontrol odasından çıktım. Koridorlarda amaçsızca yürümeye başladım. Herhangi bir noktaya ya da konuya odaklanamıyor, sadece yürüyordum.
“Sonunda seni yakaladım. Konuşmamız lazım. Olanlar senin suçun değil.”
Fayla bir şeyler söylemeye devam etti ama onu dinlemedim. Adımlarım beni odama getirmişti. Benimle beraber içeri girmeye çalışan Fayla’yı durdurdum ve kapı kapandığında dışarıda kalmasını sağladım. Kapını kilidini devreye soktum, zilinin sesini kapattım ve yatağıma uzandım.
Ganymede’e ilk inişi gerçekleşterecek ekip, yörüngedeyken ortadan kaybolmuştu. Bölgenin görsel olarak taranması, radyo-teleskoplarla dinlenmesi devam edecekti ama bir sonuç alacağımızı sanmıyordum. Astronotları taşıyan gemi artık yoktu; bundan emindim.
Gidenlerin altısını da tanıyordum. İstasyondaki eğitimlerinin çoğuna katılmış, ayrıca pilotların her ikisiyle de özel olarak ilgilenmiştim. Onlar da jest yapıp rota hesaplayan bilgisayarlarına benim adımı vermişlerdi: Mavek. Şimdi o insanlar yoktu. Birazdan programdan sorumlu Dr. Lidell dünyayı arayıp, olanları anlatacaktı. Anlatırken “Aslında her şey Mavek’in yaptığı bir yanlış hesaplama sonucu oldu.” diyecek miydi? İtiraz edemiyordum; hepsi benim suçumdu.
Mavek Yareth rotayı planlarken aklına kupa finalinin başladığı gelir... Ya da Mavek Yareth rotayı planlarken elinde bir şişe şarapla Fayla Wrenn kapıyı çalar... Böyle şeyler olmamıştı. Yolculuğun hesaplanması bir sürece yayılmış, bir oturuşta gerçekleşmemişti. Defalarca simülasyon yapılmış, hesaplamalar tekrar tekrar kontrol edilmişti. Yine de bir şekilde rota sorunluydu ve bunun bedelini ekipteki altı kişi ödemişti.
O gün yemeğe inmedim. Aç olmamaktan çok insanların suçlayan bakışlarından korkuyordum. Daha da önemlisi, hatayı nerede yaptığımı bulmam gerekirdi. En azından hatamın farkında olmalıydım. Gün boyu gerek Fayla, gerekse projede görev alan diğer uzmanlar beni aradılar. Çağrılarına çıkmadım. Kendime bir kahve koydum ve hesaplamaların başına oturdum.
...
Altıncı kahveyi fincana dökerken hiç bir yere varamamıştım. Uçuş penceresi doğru hesaplanmıştı, gemi doğru zamanda doğru rota üzerinden yola çıkmıştı. Jüpiter’in uydusuna varana kadar geçen iki aylık sürede hiç bir anormallik yaşanmamıştı. Gaynmede’in yörüngesine girme manevraları yapılırken bilgi akışı kesilmişti. Tabi aradaki uzaklık yüzünden biz bunu olan bitenden 35 dakika sonra farkediyorduk. Yanlış giden neydi?
Belki de tek başıma sonuca varamayacaktım. Aklıma her şeyin üzerinden bir de Saruman’la geçmek geldi. Onu odama çağırdım; itiraz etmeden geldi. Her zaman böyleydi.
...
“Emrinizdeyim Sahip.”
İstasyondakiler Saruman’ı, bana bu şekilde hitap etmeye zorladığım için kızıyorlar, oryantalist olduğumu söylüyorlardı ama aldırmıyordum. Robotlardan bahsediyorsak bildiğimi okurdum.
“Biraz çalışmamız gerekiyor. Birlikte şu Ganymede uçuşunun detaylarının üzerinden geçeceğiz. Unutmadan, Dr. Lidell açıklama yaptı mı?”
“Altı saat yirmi iki dakika önce dünyayı bilgilendirdi.”
“Peki sonrasında ruh hali nasıldı?”
Cevap vermemesinden sorumun onun algısının ötesine geçtiğini farkettim.
“Tamam, tamam, soruyu unut. Gel, işimize bakalım.”
“Nasıl isterseniz Sahip.”
...
Sonuç değişmedi. Saruman’la adım adım gittik ve adımlarımız bizi bağlantının koptuğu noktaya getirdiğinde durduk. Saruman’a baktım, o da bana bakıyordu. Bir robotla çalışıyorsanız alışmanız gereken şeylerden biri de onun gözlerinin sürekli üzerinizde olmasıydı. Bir süre sonra hissetmez oluyordunuz.
“Şimdi ne yapacağız Saruman?”
“Siz ne istersiniz onu, Sahip.”
“Zamanı geriye döndürmemiz mümkün mü?”
“Eğer zaman akışını lineer ve tek yönlü kabul ediyorsanız mümkün değil Sahip. Her ne kadar bu konuda...”
“Tamam, tamam!” diyerek sözünü kestim. Belki de yüksek sesli düşüncelerinize cevap veren bilgisayarlar yapmak en başından beri akıllıca bir fikir değildi. Her ne ise, bundan yakınmak için çok geçti.
“Atladığımız bir şey olabilir mi? Ya da şöyle sorayım: İlk rota hesaplamalarımızla şu andakiler arasında bir farklılık var mı?”
“Var Sahip.”
“Nasıl? Ne farkı?”
“İlk hesaplamaları yaparken sizi Ganymede etrafındaki yörüngeye yaklaşırken olması beklenen güneş patlamasıyla ilgili uyarmıştım. Şimdiki hesaplamalarımızda bunu dikkate almadık.”
“Evet, hatırlıyorum. Ama Jupiter yakınlarında Güneş patlamalarının etkisi minimal olur. Ekipmanlarda bir hasara yolaçması beklenemez.”
“Bunu o zaman da söylemiştiniz Sahip. Yalnız yarıçapı 20 metrenin altındaki göktaşlarının yörüngelerini hesaplayan bilgisayar hassas ölçümler yaptığı için etkilenebilirdi. Durumu size belirtmiştim, siz de sorun olmaz demiştiniz.”
Bu bölümü hatırlamıyordum.
“Ne zaman dedin bunu?”
“O konuşmamızın devamında. Saat 14:22, tarih Kasım 4 idi.”
“Bana hatırlayabileceğim detaylardan örnek ver. Ne bileyim hangi tarihte ne söylediğimi? Yalnız mıydık? Bir şey yiyor, içiyor muydum? Diğer günlerden bir farkı var mıydı? Bana söylediklerini hatırlamıyorum.”
“Diğer günlerden farkı tarihlendirilmesi dışında yoktu Sahip. Yalnız güneş patlamasından bahsederken Uzman Fayla Vrenn odaya gelmişti. Sizinle akşam yemeği hakkında konuşacaktı.”
Evet, şimdi bir şeyler hatırlamaya başladım. Saruman her zamanki itirazlarından birini yapıyordu ve Fayla gelmişti. Uğraması beni şaşırtmıştı çünkü istasyona geldiğim günden beri ben yokmuşum gibi davranıyordu. O akşam beni yemeğe davet etmişti. Teklif karşısında şaşalamıştım. Şimdi düşününce, bir yandan da Saruman’a cevap verdiğimi hatırlıyorum.
“Saruman, ben sana o sırada tam olarak ne dedim?”
“Size kaydını dinletebilirim Sahip.”
...
Kızmıştım:
“Belli ki Fayla’nın gelişi ve sorusu dikkatimi dağıtmış, sana da gelişigüzel bir cevap vermişim. Sen ne diye beni uyarmadın?”
“Bana bunun bir sorun yaratmayacağını ve artık soru sormamamı söylediniz Sahip. Emirleriniz gayet net ve kesindi. Bunun gelişigüzel bir cevap olduğunu değerlendirecek nitelikte değilim.”
“Ama sorunun hayati olduğunu değerlendirecek niteliktesin. Senin dangalaklığın yüzünden altı kişi öldü.”
“Bana susmamı ve bu konuda soru sormamamı söylediniz Sahip. Sadece dediklerinizi yaptım.”
İfadesizce yüzüme bakıyordu. Onun için her şey normaldi.
...
“Dr. Lidell? Yakın tarayıcılarımızda daha önceden olmayan bir cisim var efendim.”
Lidell ekranından başını kaldırdı.
“Yörüngesi nedir? Bizimkiyle kesişiyor mu?”
“Hayır efendim. Bizden saniyede iki metre hızla uzaklaşıyor.”
“Niye daha önce farketmedik onu? Görüntü alabiliyor muyuz?”
“Bir saniye efendim.”
Sandviçimi kemiriyordum. Herkes gözlerini genel ekrana dikmişken ben Dr. Lidell’e baktım. Üzerinde bir şey atlamış olmanın gerilimi vardı. Bu duyguyu gayet iyi biliyordum.
Görüntü önce ekranda flu olarak belirdi, sonra giderek netleşti. Cisim bizden uzaklaşırken kendi etrafında da dönüyordu. Her dönüşünde Saruman’ı yüzü dev ekranda bir beliriyor, bir kayboluyordu.
YORUMLAR
Kumbaracı Halil'den Saruman'a nasıl bir yelpaze bu böyle! Hepsini ezbere biliyorsanız bir dahisiniz. Her öykü için araştırma yapıyorsanız, ki bu okur olarak benim daha çok içime sinen bir ihtimal, o zaman da tekrar tekrar elinize sağlık.
İlhan Kemal
Mekanların ve zamanların çeşitliliğine gelince: Genelde ilgilendiğim dönemlere tercih ediyorum. Bazen detaylar için araştırma gerekebiliyor (Döneme ait şarap markası ararken ya da Teksas'taki kasabanın içinde uygun bina seçerken) ama öykünün ana teması tanıdığım, bildiğim bir temele oturtuyorum. Tanımadığım yerlerden ve dönemlerden uzak durarım (Tek istisnası Antartikadaki bir uçak kazasının kurtarma çalışmalarını hikayeleştirmeyi denemem olmuştu).
Eminim ki bir çok Defter yazarı da benzer bir çeşitlilik gösterebilirler. Yapmıyorlarsa tercih etmediklerindendir. Çok güzel sözler yazmışsınız. Teşekkür ederim. Saygılarımla.
Gizemli başladı ve sonuna kadar gizemini korudu... Yine kendimi kaptırdım ve baktım öykü bitmiş
Tebrik ediyorum sizi, sevgilerimle....
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Sanırım tekrar okusam daha iyi olacak. Saruman mıydı görüntüdeki. Yoksa görüntünün ışığı mı Saruman'ın yüzüne değiyordu.
Nereden aklınıza geliyor bu kadar teknik detay? Her konuda da söyleyecek sözünüz var. Libyanın 1975 teki siyasi durumunu bile anında biliverdiniz. Yazarlık böyle birşey mi? Gerçekten bazen yazılarınızı ve yorumlarınızı okuduğumda ben kiminle karşı karşıyayım diye düşünmeden edemiyorum.
Böyle bir bilgiyi ve yetenekle zekice bütünleşmesini gel de kıskanma.
Not: Bu sözleri öyküyü anlamadığım için kaytarmak amaçlı söylemedim.
Saygılar.
İlhan Kemal
Farklı konularda yazmayı seviyorum. Bilim kurgu da bunlardan biri (Üniversitedeki odamdaki posterde "Uzayda çığlığınızı kimse duyamaz" yazar). Ama bir o kadar da yazmaktan korktuğum bir alan. Çok bilinmeyen işin içine giriyor, bunun üzerine tahminlerde bulunmak da iyiden iyiye güçleşiyor.
Bu öykü de bilim kurgunun iki önemli yazarına, Asimov ve Clarke, selam gönderen bir öykü. Öte yandan sizinle ortak sorduğumuz "Ölüm haberini nasıl almak sizi şaşırtır?" sorusuna "Teleskoptan bakarken" diye yanıt veren bir öykü. Gecenin bu saatinde okuduğunuz, anlamak için çaba gösterdiğiniz (Olmadıysa suç sizin değil) ve bu detaylı yorumu yazdığınız için teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
Odanızdaki posterin anlatmak istediği şey de gerçekten güzelmiş.
Teleskoptan bakarken alınan ölüm haberi mesleki olduğu için öyküyle bütünleşmiş. Acaba kahramanımız bir yakının, ailesinden birinin eşinin ya da çocuğunun ölüm haberini alsaydı olay nasıl gelişirdi?
Her ne ise...Sizin okumak bana daima iyi geldi ve sizden öğreneceğim daha çok şey var. Farkında olmadan çok şey öğretiyorsunuz.
Saygılar, başarılar...