- 803 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Edebî Bir Sohbet...
-Rum asıllı Türk Müzisyen, ünlü udi ve musikişinas Yorgo Bacanos anısına
Yağmur damlaları Muradiye Külliyesinin etrafında ufak göletler oluşturmaya başladı. Hamzabey’e doğru giden yolun üzerinde bulunan çınarın dalları, göklere dua ediyormuşçasına açıldığını nazar eylemek de! Huşû içerisinde bir atmosferi yudumlarken, ağır adımlarla Markar ile Yorgos’un beni bekledikleri kıraathaneye doğru yürüyorum. Ecdadın makbere nâil olmuş ervahı, sanki enfüs idi dar Bursa sokaklarında. Memat, Azrail’in asasında hâkikat iken, ruhumun rikkat merhalesinde, semânın burçlarına yükselen bir âşkı hissediyorum.
Allah, Ya Rabbenâ lâ tuziğ kulû benâ... Yaşlılık insanın ayaklarında dermân bırakmıyor. Şu romatizmadan çektiğimi, başka hiçbir şeyden çekmedim. Bu dünyada benim yaşadığım şartların umumî değişim ve tahavvülü için lâakal yirmi beş sene geçti, geçti de hâlâ şahsıma i’timad eylemem!
Yorgos’un keyfine keyf-i alâ! Udi Yorgo’nun hâlis hayranı, yıllardır şu zevkini bırakamadı gitti! Markar’ın keyfi ise yok, uzaktan alenî, aşikâr! Son zamanlarda yine Ermenileri sıkıştırıyorlar. Anlamsız bir kavga bir asra yakındır iki milletide birbirine düşürmekten başka bir netice vermedi. Allah akıl versin bu ayrılığa, gayrılığa sebep verenlere; hidayet bulsunlar!
Markar asil bir Ermeni asıllı Türk vatandaşı. Kimliğiyle gurur duymasını çoğu defa ben dile getirdim. Babası Mudanya eşrafından Makruhi Selâmoğluydu. İyi bir insandı ve gayrimüslim olmasına rağmen, islâm olan ahali ile hiçbir münâkaşa yaşamamıştı. Markar’da Mudanya’da Rum ve Türk çocuklarla beraber büyümüş ve rengârenk bir kültür helezonu içerisinde âkil bir insan olarak yetişmişti. Hem dünya görüşü hem de insan sevgisi fevkalâdeydi.
Yorgos ise İznik Rumlarındandı. Babası Kaptan Dimitri olarak bilinir, şarabın iyisini çok iyi bilirdi. Markar ile beraber İstanbul’da bir Pazar ayininde tanışmış ve kırk senedir dostlukları devam ediyordu. İkisini altı yıl önce, İkindi namazı yine Muradiye’den çıkarken, kıraathaneye uğradığım zaman tanımıştım. O zamandan beri de muhabbetimiz fevkiyle devam ediyordu.
Markar beni görünce ayağa kalkar gibi oldu.
-Azizim, geç geldin bu sefer. Bir mânia yok, değil mi?
Markar’ın tebessüm eden simasıyla kıraathaneye girince, hoşnut oldum. Bilâistisna olarak her vakit bu kıraathanenin içerisine girdiğimde, dünyanın tüm fenalıklarından uzaklaşıyormuş gibi, rahatlıyordum. Yorgos udunun tellerine hafifçe dokunuyordu.
-Kuzum, bu ne yavaşlık böyle? Şerefsudur ediyorsun mekânı, velâkin geç kalıyorsun sohbetimize.
-Hayırdır musikîm, hayır ola inşaallah ? Siz beni bu kadar merak etmezdiniz, bir iş var bu iş içinde! Meâli nedir peki Markar?
-Azizim, udîmiz bugün helecan içinde. Muvacehesinde âlicenap bir şahsiyet görmeyeli çok oldu!
-Eee, kimdir gelecek olan?
-Bilmeyiz, bilmeyiz azizim!
Yorgos hafif hafif kıkırdamaya ve udunu yanındaki sedire koyarak, bana bir şeyler söyleme meramındaydı.
-Kuzum, ah kuzum! Gülmekten kendimi alamıyorum. Dur, dur hele geç bir otur.
Yorgos’un gülmesi sürerken ben de karşılarındaki sedire oturdum.
-Musikî erbâbı kimse gelmiyor kuzum.
-Ya nedir meselemiz? Geç kaldığımı nereden çıkardın musikîm?
-Ya kuzum, Markar ile sana bir latife edelim dedik.
-Eee, kimse gelmiyor mi şimdi?
’Gelecek azizim, gelecek..’ diyerek Markar söze girdi.
-Kuzum, bize üç ıhlamur getir. Bana bir parça limon daha fazla koy tabağın yanına.
Yorgos’un gülmesi kesilmişti ama yüzündeki samimi ve güleç ifadesi değişmedi. Kıraathane sahibi Akif’ten ıhlamur istedikten sonra, benimle konuşmaya devam etti.
-Kuzum, hercaî olmayasın şimdi. Senin ile alakâdar olduğunu düşündüğümüz bir mevzu var.
-Hayırdır?
-Azizim, bakma sen musikîye. O mübalağa yapıyor.
-Yahu ne mübalağası canım? Senin arzun dahilinde bugün bir sohbet istihzar eyledik. Hem, dedik ki namaz sonrası sevinir bu muhabbetten dolayı.
Şaşırdım. İki kafadar bir şeyler karıştırıyorlardı ama henüz anlayamadım. Yorgos elleriyle dizime doğru hafifçe dokunup, yine sakladıkları mevzu için konuşmasına devam etti.
-Kuzum, şaşırdın sen di mi? Şaşırırsın tabi ki! İstinkâf eyleme, çekinme. Sizin ecdâd sabır etmeseydi bu aziz vatanı ecnebi devletler elinden alabilir miydik?
Yorgos Rum’du ama Osmanlı âşığı biriydi. Türk’leri çok seviyordu. Böyle dediği zamanda, mutlu olduğumu biliyordu. Devam etti konuşmasına.
-Ah kuzum, bugün Balıkesir’den misafirimiz var. Markar’ın gazeteci oğlu Yeter’in arkadaşı Halil Sezai diye musikî ile ahir vakitte meşhûr olan bir çocuk var. Bu çocuğun ailesi Balıkesir’de oturuyor. Babası ile Markar İstanbul’da Yeter’in evinde tanışmış. Bugün Markar’ın evine misafirliğe gelecekler. Markar biraz sonra alıp gelecek o adamı.
-Eee musikîm, bu adam ile benim ne alakâdarlığım olabilir ki?
-E’si var mı kuzum? Edebiyat ile alakâlı bu gelecek olan zât! Bizim Abdullah Efendi ile aynı yerde beraber çalışmışlar. Abdullah Efendi Türkşeker’den emekli olduğunda, bu zâtın kendiside orada servis şefliğine yükselmiş. Abdullah Efendi tanır bu gelecek olan misafiri, iyi birisi olduğunu söyledi; hakkında telefonda az lâkırdı ettik.
-Gelsin o zaman; demli çayla sohbet güzel gider değil mi?
-Kuzum Markar bak, ben sana demedim mi bizim efendinin hoşuna gider bu sohbet?
Markar gülmeye başladı. Gelen ıhlamurları içtikten sonra, Markar PTT binasının önünde 38 numaralı Terminal otobüsünden inecek olan Kemal Bey ile Hanımını almak üzere, taksiye bindi. Yorgos udu çalmaya devam ederken, iki ay önce kaybettiğim otuz beş yıllık eşim Hatice’m hayalime geldi.
Yüzü de kırışıkların iyiden iyiye artık belirdiği ve de gözlerindeki yorgunluğu görebildiğim bu kadın benim sultanımdı. Üniversite okurken, takıldığımız bir kahvenin müdavimlerinden biri olan Cemil Bey’in kızını ilk gördüğümde âşık olmuştum. Annesi ile beraber çarşıya gidecekleri zaman bizim oturduğumuz kahveye gelir ve o saf, tertemiz haliyle babasından aldığı birkaç bin lirayı küçük, ipekten cüzdanının içene koyup, usulca geldiği yoldan geri dönerdi. Ona iyicene alışmıştım ve uzun günler geçip de, onu göremediğimde canım sıkılıyor, ruhuma azap dolu dakikalar saplanıyordu. Bir keresinde yine kahveye gelip babasından para alırken, kahvenin ön tarafına geçip, onu izlemeye koyulmuştum. Benim onu takip etmediğimi zannettiğim için rahattım ama birkaç saniye sonra gülerek gözleri gözlerime baktığımda ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Dudağımda ısırdığım sigaranın külleri yeni aldığım gömleğimin üzerine dökülmüş ve naylon gömleğin düğme taraflarında küçük küçük delikler oluşmuştu. Cemil Bey içeri geçip, arkadaşlarıyla sohbete devam ederken, gözleriyle bana gülümseyen kızı ağır adımlarla yürümeye başlamıştı. O an aklıma koyduğum şeyi yapmam gerektiğini anlamıştım. Uzun lila rengi eteğiyle beraber önüme yürümeye devam eden güzel kızın, simsiyah saçları yeni yıkandığı için hafif nemliydi ve çok hoş gözüküyorlardı. Yanına yaklaştıkça kokusunu alıyor gibiydim. Benim onu takip ettiğimi bildiği için, ara sıra saçlarını havalandırıp; beni daha çok kendisine hayran bırakıyordu. Büyük caddeden dar bir ara sokağa girişte, birden durmuştu. Bende arkasından hemen durup, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bana doğru birden adımını attı. Ne olduğunu dahi anlayamamışken, soluğunu çok yakında hissetmiştim. İnsanın içindeki yağı eriten bakışlarıyla, tıkanmış kelimelerime dokunup yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra hızlıca ara sokaktan evine doğru koşmaya başlamıştı. İşte o yasemin kokulu kızı sevmiştim en çok ve onunla evlenmiştim. Cemil Bey’in ilmi mütalaaları sırasında evinde kızıyla konuştuğuma şahit olması işin rengini değiştirmiş ve ’Oğlum, biliyorum ki kızımı seviyorsun ve kızımın da sende gönlü var. Bu işi fazla uzatmayalım isterseniz. Gelsin ebeveynlerin, nişan takalım size’ demişti. O gece eve geldiğimde heyecandan annemgile postahaneden telefon açmayı dahi unutmuştum. Hep hayal kurmuştum. Bu güzel kızı daima sevip, kollayacağıma dair kendi kendime yeminler etmiştim.
Otuzbeş sene Hatice ile mutlu mesut, ferah-fezâ bir hayat yaşamıştık. Yorgos, taksimi bitirmeye yakın; Markar’ın yanında bir adam ile kıraathanaye doğru geldiğini farkettim. On dakikadır Hatice’min hayaline dalmıştım ve Yorgos’da her zamanki gibi hiç sıkılmadan udunu çalmıştı. Gözlerimden akan damlaları silerek, Kemal Bey’e ayıp olmasın diye güç bela ayağa kalktım.
Kemal Bey’in tebessüm eden yüzüyle beraber rahatladım. Asık suratlı birinin gelmesine tahammül edemeyebilirdim şu anda. Akşam namazına kadar vaktimiz vardı ve konuşacağımız nev’î münhasır mevzular ise pekti!
...