- 1063 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Fısıltıyla Arala Gönlümün Yorganını
Kollarında şafak sökecekse, en deli nehirler gibi akarım sana
Yakamoz ışıltılı bir geceden deniz çiçekleri toplarım şarkılarla
Sana hiç söylenmemiş şiirlerle şölenler kurarım kral sofralarıyla
Ateşlere yastık sererek pınar dökülüşleriyle uzan aşk yatağıma…
Yine içimin kapılarını açarak sana koşuyorum. Biriktirdiğim en güzel sözlerle kollarına atılıyorum. Bana yeniden evliyalar şehrini gezdiriyorsun. Kamaşıyor gözlerim seninle oldukça. Kıyıda unutulmuş eski bir kayıkça dudaklarının ıslaklığına muhtacım. Kürekleri kırık gönlüme doluyorsun nehirler gibi. Uykusuzluğuma günaydınlarla doluyorsun ve ben o yerde gözyaşlarını topluyorum aşkımızın kutsal hasadı gibi, sevgiyle ve yüreğindeki vefayla.
Neresinden bakarsam bakayım, önce gözlerin damlıyor yürek çatıma. Sularını biriktiriyorum denizlere yöneltmek için. Bir gökkuşağıyla içime dolanıyorsun. Soluğunla ısınıyor, ellerinin şefkatiyle huzurun kanatlarına tutunuyorum. Sen bütün bunlardan habersiz koca bir şehri geçiyorsun yorgun adımlarınla. Geceme sessiz çarşaflar seriyorsun kadın duygularınla.
Aşkın en bildik sahnesinden öpücükler kondurdum sen uyurken gece saçlarına. Birikip bulutça ülkene yağdım özleminin dayanılmazlığıyla. Usulca yatağına sokularak kulağına fısıldadım aşkla. Ellerini kokladım, gül nefesinden yaşamak türküleri dinledim. Sen uyuyordun, ama ben yanında bir kez bile gözümü kırpmadım.
Yarınları sakladığın tahta sandıklarda özlemin mendiline sürme gözyaşlarını yokluğumda. Ben sana şiirler biriktiriyorum seninle yürüdüğüm bu aşk yolculuğunda. Damarlarımdaki sürgünler ülkene yürüyor seni sevdikçe. Kulak ver dinle beni her özlediğinde. Suskun coğrafyamın bütün iklimleri seni gösteriyor sevdiğim, çünkü yaşanacak bir ömür var seninle.
Düşlerinin dallarına astığın şiirlerimi topla da öyle gir yatağına. Bir fısıltıyla arala gönlümün yorganını. Terli gecelere soyun ayak ucumda. Zulandaki öpüşlerle, öldürücü gülüşlerle inlet odamı. Mum aksın, göğsünde şafak söksün. Aynı sarılışlarla günler çalalım ekmeğimize, aynı coşkuyla karıştıralım sevda çayımızı birlikte. Adımlarımıza yapışan geçmişin tozunu silkeleyelim gülüm yıllarca.
Bütün bölüşülmüş sancılarında hayatın, aslında yalın bir mutluluk vardır. Durmaksızın işleyen bir saatin dişlileri bile sevdalıdır zembereğe. Kırık gün batımlarında hüzün sürdüğümüz ekmeği dişlerken biz, aynı gün doğumlarıyla uyanırız dişlileri çürük bu yaşama. Yüreğimizdeki sancılı boranlar kesilince umutla yakarız isli fenerleri. Yaşamak türküsüdür dilimizdeki, mağrur bir edayla mırıldandığımız.
Kollarında şafak sökecekse, en deli nehirler gibi akarım sana. Yakamoz ışıltılı bir geceden deniz çiçekleri toplarım şarkılarla. Sana hiç söylenmemiş şiirlerle şölenler kurarım kral sofralarıyla. Ateşlere yastık sererek pınar dökülüşleriyle uzan aşk yatağıma. Karelerle çevrili o sarayda sesimi düşle, alevini ruhuma vererek. Değişimin simleri yansısın yüreğinde gülüm, sessizliğime gülümse güllerce kokunu savurarak.
Endamının çelik halatlarıyla güçlendirilmiş bir gemide el salla gecelerime kükreyerek. El senin, kürek geminin, sevda ikimizin olsun. Şimdi koy yastığa başını, düşün yüreğimizin kutsal aşkını, ver yüreğini en doyumsuz rüyalara.
Gün dökülünce yaşam kadehine, mey olur, içilir aşk, söylenir şarkı, dilde sevgi tableti olur. Ağrısında hüzünlendiğimiz, sızısında düşünüşlere durduğumuz yonca bahçeleri yeşerince bahar gönlümüzde koyu olur. Sevda gül dudaklım, sustukça mağrur bir edayla yüreklerimize sokulur. Biliriz ki, suyla yıkanır her gün düşler, biz yüzümüzdeki ağrıları ovuştururken. Bir halay titreyişiyle mendil sallarız sevgiliye, özlem sardığımız kâğıtlarda sözlerimiz vardır. Yoksul cakalarla onurumuzu yazarız gecenin kalp atışına inatla.
Soluk benizli yorgun gemiler getiriyor rüzgârın. Mavi kirpiklerine unutulmaz sevinçler yüklemiştim yanımdayken. Savrulan saçlarında hüznümü sorgular, kaçamak bakışlarında yüreğime gıpta ederdim. Toprak önümüzde tavlanır, derinliğini hesaplayamadığımız iklimlerde yaşanmamışlıklarımızı sorgulardık. Vakitsiz buluşmaların sararmış yüzlerini birlikte okşar, bizi aldatmayan bütün sözcükleri gecelerimize sererdik.
Her yanlış anlatıdan sonunda yine kendimize dönerdik, yaşamı yeniden kucaklamak için. Öfkemiz köpürdükçe yüreğimizi dinler, dökülen çiçeklerimizin yapraklarından yeni sevinçler yaratırdık. Yüreğimizdeki imbiklere sevgisizliği yükleyerek parmaklarımızdaki çizgilere dalardık. Utangaçtı bakışlarımız, aldatıcı düşlere aldırmaz, kendimizden başka hiçbir yurtta barınmazdık. Göçebe bir zemheriydi tutkunluğumuz, duyarsız yakıştırmalardan sıkılırdık.
Yüreğimizdeki ekşimiş mayalarla ilmek ilmek sevda dokur, ruhumuzdaki alevlere her gece döşek sererdik, biz yalnızlığın atardamarına dolandıkça. Kısık alevlerde dilimizin duldasına kemirgen öpüşler yükler, ucuz yalanların söylendiği gecelerin ardına gizlenmezdik. Şafak habersiz doğardı üzerimize, akrep ve yelkovana hiç aldırmaz, kötürüm ayrılıkların şehirlerini hiç konuşmazdık.
Hoyrat vedaların saatleri çalardı yine de, yüreğimizi sonuçsuzluk incittikçe. Örslerde dövdüğümüz demirler soğur, gerçeğin katranıyla yüzümüzü boyardık. Gönül yapılarımızın harcını bahçemizde kurumaya terk eder, defalarca gelip geçtiğimiz aşkın saraylarında kendimizi kaybederdik. Hüzün dolardı odamızdan içeri, sırlarımız sağanaklara tutulur, moraran gözlerimizle umut şiirleri yazardık.
Selahattin Yetgin
Bu şiirin hikâyesi:
’Sarmal bir bekleyişe sarılır bütün sağanaklarda yürekler. İçinde sevinç taşıyan, umut taşıyan bütün hasretlerin sesine ses olup, karanlıkta verilmiş molalarca sığınaksızdır insan. Bizler, ırmağımızın akış yönünü tersine çevirmek için şiirler asarız gecelere. Alay alay turnaları izleyerek nice cepheleri türkülerle geçeriz.’...
(Not: Sevgiye düşülen notlardan...)