- 4120 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Çiğdem Zamanı
Bizim çocukluğumuzda ne gazoz bilirdik ne çikolata ne de cips. Canımız her hangi bir çeşni istediğinde ya gider dalından elmayı koparır yerdik veya annemizin bostandan getireceği ilaçsız, hormonsuz salatalığı, domatesi beklerdik. En büyük lüksümüz belki de “etter “ dediğimiz at arabalarıyla köye gelen ve “kırık leblebi” “keçiboynuzu” “kuru incir” “kara üzüm” satan kişiden yumurta veya yün karşılığında alacağımız yiyeceklerdi.
Bazen de özellikle bahar mevsiminde ara sıra nevale çeşitliliğini artırmak amacıyla, mahalle arkadaşlarıyla kurduğumuz guruplarla çiğdem kazmaya giderdik. Çiğdemler genellikle mart bitip nisan ayı başladığında, dağlarda henüz karlar tam manasıyla erimemişken açardı. Çiğdem kazma mevsiminde zemin ayak bileklerimize kadar çamur olurdu. Arkadaşlarla 8-10 kişilik guruplar oluşturulur, “küsküç” dediğimiz bir metre uzunluğundaki kalın sopaların ucu sivriltilir, topladığımız çiğdemi koymak üzere sırtımıza bez bir torba asılır ve dağlara yolculuk başlardı.
Bizim oralarda “çiğdem” ve “kırkkabuk” isminde iki çeşit çiğdem olurdu. Genellikle “kırkkabuk “ dediğimiz çeşit pek rağbet görmezdi, esas olan “çiğdem” çiçeği idi. Bu bitkilerin soğan gibi kökü olur, hem bu bölümü hem de çiçekli bölümü yenirdi. Çiğdemi yumuşak topraktan dikkatli bir şekilde “küsküç” vasıtasıyla kazar, toprak ve çamurdan temizledikten sonra ellişerli demetler halinde sarar ve çantamıza yerleştirirdik. Arkadaşlar arasında o kadar yoğun bir rekabetle kazma işlemini gerçekleştirirdik ki, sanki kıyamet kopmuş da dünyada sadece biz aç- susuz kalmışız gibi yarış yapardık.
Sabahtan akşama kadar bu koşuşturma devam eder, akşam olduğunda, bir an önce eve ulaşmak için hızlı adımlarla köyün yolunu tutardık. Evde bizi bekleyen ablalarımız, anne ve babalarımıza heyecanlı heyecanlı gün boyu yaşadığımız yarışı anlatır, topladığımız çiğdemin bir bölümünü de amcamız, teyzemiz, dayımıza verirdik.
Bu işin sonunda bize genellikle birkaç haftalık bir hastalıkla, küsküç’ün kasıklarımızda bıraktığı şiddetle ağrı hissi kalırdı.
Ama Anadolu’da yapılan her faaliyetin sonunda alınan bir ders olduğu gibi, çiğdem kazma faaliyetinin sonunda da, çocuklarda “kendine güven” “başarma azmi” gibi olumlu kazanımlar meydana gelirdi.
YORUMLAR
bizi çocukluğumuz alıp götürdün yiğidim.bizim oralrda çok nadir yetişir.ama Kütahya çiğdem cenneti.Çiğdem çiçekleri arşivim bile var.Çiğdemlae aynı anlarda açan kısa boylu mavi yüzlü çok bir çiçek daha ismini bilmediğim.bazen ikisini birden resmederim onların.Sanki kardeşler gibidirler.Karlar erir erimez ortaya çıkarlar yine az kaldı çiğdem zamanına yine..tebrikler..
Hüdaverdi ER (Hüdai)
Büyük bir zevkle okudum “Ç İ Ğ D E M Z A M A N I” yazınızı. Anadolu’nun çok asil bir “Endebit” bitkisidir ÇİĞDEM. Siz de oldukça güzel işlemişsiniz Çiğdem serüvenini. Beni de alıp götürdünüz çocukluk yıllarıma.
Gerçekten de şölensi bir atmosferde geçerdi Çiğdem sökmeğe gidişlerimiz. Sopalara takılmış el büyüklüğünde özel çelik BEL’lerimiz vardı, çiğdemleri soğanından koparmadan sökebilmemiz için. O bel’lerle hem çabuk, hem de doğal halleriyle bol çiğdemler sökerdik.
İlk söküldüklerinde bir “kıskacık” soğan büyüklüğündedir soğanları. Koyu kahverengi bir kaç kat perfere delikli (Tel elek gibi) kabuk içinde korunaklıdır süt kadar temiz ve görkemli çiğdem. İlk söküldüğü anda, geçmiş yıllara ait beş – altı tane daha fosilleşmiş “Mantar haline gelmiş” tesbih gibi dizili halde ölü çiğdemler de kabuklu soğana yapışık haldedirler. Ölü çiğdemler, sökülenin kaç yaşında olduğunu gösterir. Çünkü toprakta kalan çiğdem, her mart ayında yeniden birkaç çiçek verecek halde filizlenir.
Sökülmeyip toprakta kalan çiğdemler Nisan mayıs aylarında “BACIT” denen içi kahverengi tohum dolu, “hamamböceği yumurtası kapsüllerine benzer” tohum kapsüllerini oluştururlar. Bu tohumlar çayırlara dağılarak ertesi yılın genç çiğdemlerinin münbit halde oluşumlarını sağlarlar.
Çiğdem çok yıllık harikulade asil, özel ve güzel bir bitkidir. Çiğnenip zedelenmedi taktirde, kendini 6 – 7 yıl tekrar, tekrar yeniler. Ancak çoğalıp yaygınlaşması soğanından değil, tohumlarının çayırlara yayılmasından olur.
Tohum zamanını da geçirmiş çiğdem soğanları irileşmiş, tam kıvamında olgunlaşmış sayılırlar. Olgun soğanların da sökülerek, romatizma, mide – barsak, cisel güç, kadın ve genç kızlarda da güzellik ve güzelleşme ilacı olarak kullanıldığı görülmüştür. Böylesine değerli bir bitkidir ÇİĞDEM. Bu nedenle ona “AŞK iksiri” diyenleri de haklı çıkartır.
Bu anlattıklarım Bizim Kilis – Polateli yöresi topraklarında yetişen çiğdemlerine aittir. Çünkü yöresel farklardan dolayı, bazılarının soğanları kinin acılığında olur, koyu yumurta sarısı rengindeki çiçekleri de kokusuzmuş. Oysa ufacık bir çiğdem çiçeği, bir eve günlerce müthiş ve harikulade güzel kokular yayarak huzur verir.
Bunu şunun için belirttim: Çocukluğumda taşlarını ayıklayıp, kavun – karpuz yetiştirip, buğdaylarını biçtiğim tarlalarımızın çayırları mis kukulu çiğdemlerle doluydu. Uzun yıllar o güzelliklere özlem duydum. 2003 yılında Mühendis olan kardeşim, oradan üç tane çiğdem söküp bolca toprağıyla bana getirmişti. Belki yaşarlar umuduyla kendi toprağıyla balkonumuzda genişçe bir saksıya ektim. Çiçekleri henüz gonca halinde üzerinde olan çiğdemlerin Nisan ayında tohum bacıt’larını ”Kapsüllerini” görmek istedim. Ama oluşmadı. Fakat çiçeğinin kokusunu tam anlamıyla, doyasıya, koklayıp teneffüs ettik. eresi yıl, balkonumuzda sadece kuru toprak görünümdeki saksıya ocak ayında belki yeşerir umuduyla su verdim. 20 ocakta, kibrit çöp kalınlığında üç tane görkemli filizin geldiğini gördüğümüzde müthiş sevindik ailecek.
Kardeşim: “bunlar hatır gönül bilir, saygın çiçeklerdir abiy; İstanbul'a kadar taşınmalarının ödülünü elbette vereceklerdi. Hele bir de çiçeklerini açsınlar da sen o zaman gör, Polateli çiğdemlerinin görkemini” diyordu.
Mart ayının ikinci haftasında, her kök ikişerli 6 çiçek açtılar bir – iki gün aralarla. Dairemizin önünden geçen komşular, zili çalıp soruyorlardı, “sizden mi geliyor bu çiçek kokusu” diye.
2010 yılına kadar üç çiğdemin üçü de yaşadı ve her sene nefis çiçeklerini açtı, mis kokularını yaydılar bize. 2011 yılında 2 çiğdem yeşerdi ve de çiçeklerini aynı görkemle açtı kokularını yaydılar. Bir tanesi sanırım bize küstü ve ömür sürecini tamamladı.
Bu sene ocak ayında da kuru saksıyı sularken endişeliydim, acaba bize küsmeyen çiğdem kaldı mı, diye. Korktuğumuz olmadı 18 ocakta sevgili çiğdemim eşini kaybetmiş olarak, cılız da olsa toprağını yarıp çıktı ve bizi selamladı. Şimdi altın sarısı ışıltılı çiçeğini de görür, o misk’i amber kokusunu teneffüs ederiz inşallah.
Çok severim çiğdem çiçeğini Hüdai bey kardeşim. Bundaki asalet hiçbir çiçekte yok gibi gelir bana. Bizde onlardan Çelenkler yapar boyunlarımıza takar, sevdiklerimize hediye ederdik . Çünkü bu yaz boyu ölüp; kışın tüm haşmetiyle ve oanik yapısıyla, hiçbir yardım ve müdahaleyi beklemeden ortaya çıkan nadide bir bitkidir; Nergiz gibi, lale gibi. Ama hepsinden ayrıcalıklı olarak, onu özel ve değerli kılan soğanının birçok derde deva oluşudur.
Esenlik ve mutluluk dileklerimle selamlayıp kutluyorum değerli dost şairim sizi.
Kemal Polat
Hüdaverdi ER (Hüdai)
kempol
Önce sayfama bir yazı olarak kaydetmeyi düşündüm, ancak sonradan sizin bu denli duygulu ve güzel olan yazınıza haksızlık edeceğim, bu yorumumun böylesi güzel , ince ve zarif duygular yüklü yazınıza çok yakışacağını, hatta daha da kapsamlı yorumları hakkettiği kanısına vardım, güzel çalışmanızın değerli kardeşim. Sizin gibi coşku ve mükemmel duygular yüklü, CUMHURİYET aydını, değerli bir kalemi bastırmak amacımız ve haddimiz olamaz, can kardeşim. Kapsamlı ve duyarlı tüm çalışmalarınız olsa, olsa, taktirlerimize vesile olur, bu çalışmanızda olduğu gibi.
Sonsuz sevgilerimle, esenlik ve mutluluk dileklerimle selamlıyorum sizi değerli dost Hüdai bey. Nice böylesi güzel çalışmalarda buluşmak üzere esen kalınız. kemal Polat
Ama Anadolu’da yapılan her faaliyetin sonunda alınan bir ders olduğu gibi, çiğdem kazma faaliyetinin sonunda da, çocuklarda “kendine güven” “başarma azmi” gibi olumlu kazanımlar meydana gelirdi
üstelik geyet doğaçlama, dersanesiz, hocasız güzel bir faaliyet olarak...
çok güzel bir tema...
paylaşım için teşekkürler..
ve sabahın ilk ışıklarıyla sıcak yataklarından, yaşlarına ve henüz küçücük olmalarına bakılmaksızın, 5,6 hatta 7 yaşındaki çocuklar kaldırılır kuzuya gönderilirdi. Kimse bu alaca karanlıkta çocuğuma birşey olursa diye düşünmezdi. Çünkü kişilik ve öz güven böyle geliştirilirdi. çocuk korkusunuda kendisi yener, sorumluluğunuda o küçücük yaşta alırdı boynuna...... Ya şimdi 20 yaşına gelmiş gençlere hala çocuk muamelesi yapıyor ve ebeveyin olarak onların sorumluluklarının çoğunu üstleniyoruz... onların adına sınav giriş tarihlerini takip ediyoruz v.b. işlerini onlara bırakmadan bizler yapıyoruz..... onun içinde öz güveni gelişmemiş bana neci gençlik kapıda bekliyor. suç bizde.... saygılar.
Allahrazı olsun beni çocukluğuma döndürdü yazınız çiğdem yemeyi çok isterdim yürürken çok defa düşerdim dedem bir zaman ellerimden tutardı sonra baktı ollmuyor sırtında taşırdı.Çiğdemleri toplar hadi bakalım ye hepsini derdi.Kardelen ve çiğdemleri görmek için kar yağışını sabırsızca beklerdim.Allah rahmet eylesin .Bende doğal meyvelerle doğal besinlerle büyüdüm .Gazoz içsem iyak derdim babam gülerdi.Alışkın değilsin diye.Hala da asitli meşrubatlardan uzak dururum süt ayrana yoğurta meyvelere devam ..Güzeldi yazınız insanların maddiyatla neleri unuttuklarını gösterir haldeydi.SELAM VE DUA İLE.