- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÖRÜNMEZ ADAM..
-1-
İstanbul’a kar yağıyor!
*
Sizler anlamsız, hatta saçma bulup şairle alay ettiniz; ama...
Orhan Veli “Dalgacı Mahmut” şiirini bana yazmıştı sevgili okurlar!
“İşim gücüm budur benim
Gökyüzünü boyarım her sabah
Hepiniz uykudayken
Uyanır bakarsınız ki mavi”
“Deniz yırtılır kimi zaman da
Bilmezsiniz kim diker
Ben dikerim!”
*
Şimdi ben kimim desem “ayna” diyenleriniz olacak, “İstanbul” diyenleriniz olacak, hatta “Süpermen” diyenleriniz bile olacak; ama kazın ayağı öyle değil a dostlar.
Hava bozdu, evet!
Erenköy’de bu saatlerde kar diz boyu...
Ocak ayının son günüydü. Arabaların üzeri, ağaçlar, çatılar binlerce, milyonlarca yastığın, yorganın pamuğu gökyüzünden serpilmiş gibi. Çocuklar ve sevgililer için sokaklarda, bahçelerde dolaşmanın keyfine diyecek yok. Yazılmamış bir sayfanın özgürlüğü ve temizliği var sokaklarda. Her yer kütür kütür bembeyaz kar. Uzun yollar kat etmiş bir rüzgâr eşliğinde daha günlerce de yağacağa benziyor ne yazık ki.
*
Düşünen insan için, şu İstanbul’daki kat kat yaşanmışlığın, eski devirlerin sesini duyabilenler için, tarihin renklerini, çizgilerini görebilenler için kar görüntüsünden daha derin görüntüler, tipilerden daha yoğun düşünceler uçuşuyor havada. İşte Yahya Kemal de böyle bir gecede yazmıştı ünlü “Kar Musikileri” şiirini Varşova’da:
“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.”
İnsan ömrü ne ki? Dünyanın milyonlarca yıllık ömrü var. Biz buralarda yokken de yağmur, kar, tipi ve fırtına vardı. Bu sular, bu dalgalar, bulutlar, savrulan yapraklar…
Gökyüzünün bu öfkesi bizden önce de vardı, evet! Ve bizden sonra da olacak.
İnsan yalnızlığına sarılmışsa böylesi gecelerde,
ve uğultulu bir yolculuğa çıkmışsa tek başına…
İnsan ömrü, savrulan bir kar tanesinin ömrü kadarmışçasına küçülüyor böyle geniş zaman yolculuklarında. Ve yolcular ayaklarına sarılan karanlıktan çizmelerini kurtarmaya çalışırken, insan yüzyılların çağrışımlarından kendini kurtaramıyor kuşatılmış saatlerde. O yorgunluklarla dizlerin kilitlenip nefesinin kesildiğinde sen artık dipsiz bir mağara ağzındaymışçasına irkiliyor, yaslanacak bir duvar tutunacak bir dal arıyorsun.
“Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plâkta.”
Kar köşelere yığılıyor.
Kar, merdivenlere, kapılara, pencerelere tırmanıyor, öfkeli.
Bir hüzün ve çaresizlik eşliğinde anılar, renkler, şarkılar, nağmeler uçuşuyor suskunluğunda. Gözlerin uzaklarda, pencere önünde dalıp gitmişken bu uğultudan bir nağme alıp huzurlu kıyılara taşıyor seni. Bazen de bir şiirden aklına yer etmiş çarpıcı iki dize kurtarıyor zevahiri.
*
Nazım Hikmet, bir zamanlar Marmara’nın koynunda doğanın sessizliğini harmanlayan Kadıköy sokaklarında yaşamıştı bu hüznü. Çok çiğnenmiş sakızlara rağbet etmemişti gönlü ve sığamamıştı bu solgun yaşantı tekrarlarına da uzak diyarlarda taze heyecanlarla yoğurmak istemişti şiirini.
Yeni insanı besleyecek hayallerin, ümitlerin türlü meyveleriyle, büyük aşkların dizeleriyle doldurmuşken sepetini ve saçlarına aklar düşerken bir sabah, yorgun yüreğiyle dönmüştü yedi tepeli şehrine tepeden tırnağa bir aşk meşalesiydi.
Kar Camlara Sıvanıyor.
a.albatros
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.