KİTAPLARLA DOSTLUĞUM
“Bütün paramı bu kitaplara verdin” derdi annem üç-beş kitaptan oluşan iki raflı kitaplığıma bakarak. O da bilirdi, sayıları iki elin parmaklarını anca geçen o kitapları harçlığımdan bin bir güçlükle artırdıklarımla aldığımı. Bilirdi bilmesine de yarı şaka yarı ciddi takılırdı işte. Hatmedercesine okuduğum o kitaplar şimdi kitaplığımın başköşesinde, sanki ilk gözağrısı olduklarının bilincindeler de diğerlerine tepeden bakarak kurumla oturuyorlar.
Uzun yaz günlerinde, ortalığı yakıp kavuran –hani insanın ensesinde boza pişiren cinsten- sıcakta sığınılan gölgelerin insanın içinde kabaran harareti dindirmede kifayetsiz kaldığı saatlerde herkes kendini uykunun rahat kollarına bırakırdı, ben bir pınar serinliği bulduğum kitaplara koşardım.
Bilgisayar daha dün girdi hayatımıza, televizyon ise evvelsi gün girmişti.Televizyonu olduğu gibi bilgisayarı da baş tacı yaptı başına bir taç geçirme meraklısı olanlar. Biz yazılı kültürden çok sözlü kültürün egemen olduğu bir milletiz ya! Bense bu iki yeni dostuma hep ihtiyatlı yaklaştım. Ateşe yaklaştığım gibi. Televizyonu nereye koyduysam yaşamımda bilgisayarı da oraya koydum. Her şey yerli yerinde olursa ritmi bozulmuyor hayatın. Ne televizyona ne de bilgisayara sırt çevirmedim, bilakis ikisine de kucak açtım, teknolojinin diğer çocuklarına kucak açtığım gibi. Sadece bir mesafe koydum aramıza. Kitaplara tanıdığım senli benli olma ayrıcalığını onlara tanımadım.
Bilgisayar monitöründen, internetten değil kitap okumak, gazete okumak bile hep soğuk geldi bana.Görsel elemanlarla desteklenenler bile saman kağıdında okuduklarımın tadını vermedi. Edebi çalışmaları bilgisayarda okumak insana haz vermiyor. Bilgisayarın ve internetin at koşturabileceği oldukça geniş bir alan var, bana sorarsanız –tabi kimse bana sormuyor- onu kitapların egemenlik alanından uzak tutmalıyız.
Bir şiiri, bir hikayeyi, bir edebi yazıyı ne bileyim işte bir köşe yazısını önce bilgisayar monitöründe okuyun, sonra da kâğıtta. Samimi olarak zihninizde bıraktığı lezzeti mihenk taşına vurun. Hangisi, istediğiniz her vakit yiyemediğiniz o çok sevdiğiniz yemeğin damağınızda bıraktığı tadı dimağınızda bıraktı?
Belki alışkanlıktan, bekli de yeni durumlara yeterince çabuk adapte olamadığımdan olacak, zaman ve mekana bağlı olmaksızın edebi ürünleri okumada benim tercihim kitaptır. Kâğıdın o kendine has kokusunu ve insanı sadık bir dost gibi sarıp sarmalayan sıcaklığını, monitörün soğuk yüzüne dün olduğu gibi bugün de tercih ederim.
Ne zaman bir edebi metni bilgisayar monitöründe okumaya başlasam başıma bir ağrı musallat oldu. Gözlerimden gönlüme ve zihnime giden kanallarda bir tıkanma meydana geldi. İçimi ürpertmesi gereken dizeler içi geçmiş karpuz gibi bozdu dilimin ve gönlümün tadını. En soylu fikir ve duygular samanlaştı da sanki ırgalamadan geçti yüreğimi.
Ben her defasında yana yakıla kitaplarıma döndüm. Kırk yıllık dostlarıma yıllardan sonra ilk defa görüyormuşçasına hasretle sarıldım. Sayfalarını çevirdikçe onlarla bütünleştim, kendimi kaybettim. Uzun bir gurbetten baba ocağına döndüm sanki.
YORUMLAR
Bacon’un şu sözü ne kadar manidardır; “Kurnaz insan okumayı küçümser, basit insan ona hayran olur, akıllı insan ondan yararlanır.” Geri kalınmışlığa mersiye yakmak, komplekse kapılmak yerine; “Ayaklı Kütüphane” denilen gönül fedailerine ihtiyaç vardır. Okuyan toplumlar tarihin her zaman öznesi olmuşlardır. Tarihin nesnesi olmaktan kurtulmanın yolu ise okumak, belki de en önemlisi “Okumayı Okumaktan” geçer. Anlamayan, satır aralarını iyi okuyan kitap hamallarından kimseye fayda gelmez. Okuduğunu uygulamayan, anladığını, bildiğini yorumlamayan insan, çift sürüp tohum ekmeyen insana benzer ki; en has gübre, en iyi sulama, en mükemmel çapa beyhudedir. Yazarlar ve yazılanlar tarihini inceleyen insanlar bir gününe on, yirmi, otuz sayfa el yazısı düşen fikir çilekeşleriyle karşılaşacaklardır. Onlar mutluluğa giden yolun anahtarını bulmuşlardır.
ÖNEMLİ BİR YAZI
KUTLARIM