- 1495 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Özleme ve Sevgi/li/ye Mektuplar (4)
Anlam, kendi içinde bir muamma, ara ara ruhumuzu örseleyen o asi derinlik
Kapanan her kapı açılır bir gün tersine, menteşede küf, büyür yürekte delik
Öyküler biriktirdim varlığına, kahramanı aşktan, partneri hüzünlerden sanık
Gözyaşıyla mı doldurdun kadehini! Umudun pazarında baharlar varmış satılık
Devrik bir şişeye tutunarak aradım gözlerini meyde, dudak kendi hicranıyla kanadı, tenin ellerimin hoyrat kalabalığına karıştı. Sev diyerek inledi yüreğin, ben kıpırtılarla açılan yer yatağında seni aşk olup sararken, senin coşkun gecenin o yosunlu sularında tutkularla yarıştı. Bir yarasanın kanatları değdi nefesimizle buğulanan cama, üşüdü an, kendi gölgesinin ardına düşerek uzaklaştı bir adam oradan.
Yüreğimizin o asil yörüngesine çarpan her su dalgası, incinmiş gönüllerin tuzlu yaşlarıdır, ütopyamızın kangren avuçlarına ışıkları almadan yıkık bir düşün köprüsünden geçiririz. Gövdemizin o iplik hasretleri şiir olur, can acır, yürek sancır ve gül dalında madımak seherlerde bile üşür. Bizler hayatı ve aşkı anlatırız, kimi yüreğimizin hokkasına ölüm düşer, kimi de sonsuzluk ovalarında mutluluk payımızdan düşen bir başak gibi nazlı nazlı rüzgârla oynaşır.
Düşlerle dengelenen bir terazinin tam orta yerinde toprak yeşertecek tohum arar kendine, rüzgârın ıslığına düş selamları yükleyerek. Kırık vakitlerin hüzün savar vakitlerinde ruhumuz talan artığı bir masada kadeh arar kendine, sevgilinin dudaklarındaki ıslaklığa şiirler derleyerek. Hep aynı masalın sevda elçileriyiz aslında, gönül atlılarımız mahmuzlar sevdayı, ölümsüz bir yüreğin kentlerini dörtnala geçerek.
Sabırsız düşünüşlerin girdabında kendi terimizi karıştırırken o çoğul sulara yangınlıdır yine de içimiz. Biriken, büyüyen ve çığ olup bizi çok uzaklara alıp götüren bu düşler yuvarlanışında en gerçek maya bil ki aşktır. Her insanın bir diğerinden alacağı vardır ve her insanın hakkıdır bu düşler kuşağında buluşmak.
Çok istemek, hayatın içindeki gelgitlerle büyümek, yaşamın kökündeki o emsalsiz özle beslenmek ve ruhumuzdan hayata dökülen coşkun ırmakları aşkın yüreğine çevirmek hep bizim elimizdedir. Bunu yapabildiğimiz an başarılı, bunu başaramadığımız anlarda da o hüzün salında, ellerimizde ıslanan yaşamın kırık dalıyla bir nehirde buluruz o hüzzam akışkanlığımızı. Çok olmak, çoğul olmak, düşünerek bir mutluluğun nehrinde yüzükoyun uzanmak ve her çığlıkta özgürce yaşamaktır yeniden yitip giden çocukluğumuzu.
Ne sen sor, ne de ben söyleyeyim gül dalı. Ben ömür törpüsünü yüreğine her sürtüşte kanayan, her gelip geçen günde içten içe ağlayan, nafakasının peşinden koşarak mutluluğu yudumlamak isteyen bir düş havarisiyim belki de. Bilirim ki, her aşk yarım, bütün aşklar da korkaktır demiştim aslında. Yarım tamlanmaz, korkular avutulmaz ve biz bir yârin gelişine umutlar bağlarız oturduğumuz her yerde. Şafak her sabah yeniden söker, güneş şafağı kandırarak hızla kendi dairesine döner ve bu devran acılarıyla, sızılarıyla, aldatılarıyla, sorgularıyla ve kayıp bir şehrin bomboş sokaklarıyla bizi cennet-i alada bekler.
Yürek kendi içinde unuttuğu değerleri bir gün gelir arar da bulamaz. Her sancı aslını kaybeden bir düşün artığıdır, güneş saçlarımızda oynaşır, ay yüreğimizi ışıtır ve gökyüzü en sevinçli uçurtmalarımızı uçuşturur da mutluluğun tarifini kimselere söylemez. Her sancı içimizdeki umarsız devinimlerin gölgesidir, biz gülmeyi unutursak gövdemizin dalgakıranlarına gelgitler yapışır ve bir ömür boyu gölgemize güneş uğramaz. Unut o zaman dünleri ve unut sana gülmeyi unutturan devinimleri. Sür dudağına mutlu bir türkü ve söyle içindeki o unutulmayan çocuksu şarkıları.
Aşk çoğul bir ırmaktır, asırlardır akar denizlere sevdalı. Aşk kayıp bir yıldızdır tutulmayı bekler avuçlarda, prangalı. Ne kitaplar anlatır, ne şiirler. Ne sözler tamamlar, ne bekleyişler. Umutlar, onun dalgalarından oluşan gelgitler ve yaşamın içindeki o hazin çaresizlikler. Nereye bakarsan bak, nerede ararsan ara bu hayat çözümsüz bir bilmece. Bizler de bu labirentin içinde ömür tüketen bir göçebe.
Tenimizdeki o isterik sızılarla, ruhumuzdaki prangalı yolculuklarla ve ömrümüzün uçarı saatleriyle hep yüreğimizde bir nasırlı ova vardır. Biz düşünüşlerimizin kökleriyle toprağa sarıldıkça aşka tutunur, şiirlerle büyüdükçe de aşkın yarım törpüleriyle yontuluruz. Bizi nereye götüreceği değil, o suların bizi hangi esintiyle mutlu edeceği, o yolculuktan alacağımız inanılmaz yolculuk, belki günler, belki aylar boyu sürecek o yaşanası anların bize hangi olgunluğu katacağı, hangi menzilde coşkuyla haykırtacağı bir bilinmez denklemdir.
Seninle tanımlanmış bütün sözleri boş bir yatağa beleyerek yine sana döndüm işte önce gönlümü, sonra yüzümü. Günlerin fiyakalı yalnızlığına esir olmuş hallerimden sıyrılarak yine sana yanıt oldum. Beni sıkıştıran o anların yelesinden tutunarak sana geldim, seni yudumlamak için sözcüklerinle demlendim.
O kekre sancılardan her kurtuluşumda yürek kutucuğuna sözler dikeceğim bundan böyle. Bendeki donanım, bendeki bilgi zenginliği değil beni sana yönlendiren, ruhuna aşk eden. Ne gizemin, ne kaderin, ne beni tanımak isteyişin. Sen beni çoktan fetheden efsunlu yelinle, sen beni iklimler ötesine savuran sevda polenlerinle, sen yağmur ormanlarıma savurduğun yaşamaya meyilli sevda toprağınla bu aşk adamına ne yaptın, söyle!
Ben kırık gönlümün uçarı kanatlarını rüzgâra ve yağmura çıkarmaya korkan, ben yaşamdan bıkık ömrümün saçaklarını aşka ve sevdaya sunmaya hazır olmayan bir adamken seninle ben oldum, kendimle de sen oldum. Umut sıcacık bir ekmek ve şimdi onu lokmalara bölmek gerek. Her lokmada senin için ben olmak, her gülümseyişte birbirimize sokulmak düşlerin en alası, en anlatılamaz molası. Senli yaşanmışlıkların derin girdabında ışığı gözlüyorum, gel de kapansın bu derin aşk yarası.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.