HÜKÜMET MUSTAFANIN TOKATI..
HÜKÜMET MUSTAFA’NIN TOKATI
Yoğun bir gün geçirdiğimden masamın üzerinde bulunan günlük evrakları imzalayıp çıkmak hemen istiyordum. Günün stresini eve taşımamak için bir iki saat dışarıda dolanıp eve öyle gitmeyi adet edinmiştim. Yorgunluktan elinde paspası temizlik yapan hizmetli memura bile çıkarken “iyi akşamlar” demediğimi arkamdan seslendiğinde fark etmiştim.
Turnikeden çıkış kartını okuttuğumda sanki özgürlüğe adım atmış gibiydim. Ayaklarımın gittiği yöne doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Her gün bu saatlerde yerinde olan Otopark değnekçisi hava soğuk olduğundan biraz erken gitmişti. Bankanın duvarının dibindeki ayakkabı boyacısı İzzet’in işleri kesat gittiği duvardaki sandığına sinirli, sinirli yerleştirdiği malzemelerinden belli oluyordu.
Hiç hoşlanmadığım halde insanların en yoğun olduğu kalabalık bir caddenin içerisine girmiştim. Mevsim çıkmasa da vitrinlerde indirimler bu yıl erken başlamıştı. Hep istediğim ama alamadığım kahverengi deri monta takıldı gözlerim. Bir kez üzerimde denesem mi dedim ama küçük kızımın dershane ücretinde zorlandığım aklıma gelince vazgeçiverdim. Alamayacağımı bile, bile belki daha düşer diye kendimi avuttum.
Yanda bulunan kırtasiye dükkândaki aşırı bir yoğunluk vardı. Sanırım okulların yarıyıl tatilinden kaynaklanıyordu. Vitrinleri tatil kitapları kaplamıştı. Oysa yarı yıl tatilleri dinlenmek içindi ama gerçek böyle değildi. Anne babalar tatilde bile çocuklarına nefes aldırmamaya niyetli idiler. Oysa çocuklar kızak kaymalı, kartopu oynamalı, kardan adam yapmalı idi.
Kırtasiye dükkânının önünden tam geçerken küçük bir çocuğun aniden ayağıma sarılması ile az kalsın düşüyordum. Önce küçük yaramazın beni birisine benzetip ayağıma sarıldığını sanmıştım. Ama annesine dönerek “Anne şeker” dediğinde küçük Nilda’yı hemen tanıyıvermiştim.
Çok değerli bir üstadım bana bir sohbet ortamında şunu söylemişti. “Sevgiyi nerede olursan ol ek, yeşerdiğini göreceksin” Nilda benim sevgi çiçeklerimden birisi idi. Elinde boyama kitabı olan bu çocuğun küçük yüreğini çalıştığım iş yerine bir vesile geldiğinde bir lolipop şeker ile fethetmiştim.
Atmışlı yıllarda İstanbul’un Laleli semtinde esnaflık yapan babam ben doğduğum zaman memlekette olmadığından nüfusa bir yıl geç kaydolmuştum. Okul çağı geldiğinde emsallerim ile birlikte okula gitmem için yaşımın büyümesi gerekiyordu. Aslında babam bu hususa biraz ihmal davranmış Babaannemin baskısı ile yaşımı büyütmeye ikna olmuştu.
Kasap dükkânımıza ara sıra et almak için uğrayan yakası yukarı kalkık, ütülenmekten parlamış siyah bir kravat takan gri fotörlü bir adam vardı. Otoriter bir ses ile selam verip hemen tezgahın yanında duran babamın koltuğuna otururdu. Gri fotörünü masanın üzerine koyup babamın bu itibarlı adamlar için sakladığı kırmızı filtreli Harman sigarası yakardı. Ardından hemen kahvesini söylerdim. Bu adamın höpürterek kahve içmesine hep hayretle bakardım. Çok acayip bir ses çıkartıyordu..Asıl adı Mustafa olan mahalli dilde bey emi olarak hitap edilen bu itibarlı şahsiyete Hükümet dairesinde tahrirat katipliği yaptığından gıyabında anılırken “Hükümet Mustafa” denirdi.
Dilimlediği Pirzola kalemlerini bir yandan demirle döven babam, bir gün önce babaannemin yaşımın büyütülme talimatı almış olacak ki Hükümet Mustafa’ya bu işin nasıl olacağını soruyordu. Oda uzun, uzun nasıl olacağını anlatıyordu. Bir yandan izah yaparken Pirzola paketinin yanına kediler için ciğeri koymayı unutmaması için babamı uyarıyordu. Epeyce muhabbetten sonra müracaat için dilekçe yazılmasını söyleyip pirzola paketini alarak gitmişti.
Annem ertesi günü sandıktan çıkarttığı bayramlıklarımı bana giydirdiğinde çok sevinmiştim. Hükümet dairesine gideceğimi söylediğinde bende “Hükümet Mustafa’nın evine mi” diye sormuştum öyle biliyordum çünkü.
İçerisini hep merak edip giremediğim bu kapısında tüfeğinin ucunda süngü takılı asker olan koca binanın heybetinden ürkmüştüm. Hükümet binası aynı Hükümet Mustafa gibi sert ve soğuktu. Babam ile beraber binaya girerken şapkasını çıkartarak önünü iliklediğinde bende aynısı yapmıştım.
Kanatlı kapısı ve duvarında kırmızı yazıdan tabelası olan büyük bir odanın yanı başındaki odaya girmiştik. Dükkanımıza gelip höpürterek kahvesini içen kalın sesli adam dirseklerine kadar siyah kolçaklar takmış, topacımın ucuna çaktığım kabaralar ile tutturulmuş kırmızı çuhası olan ceviz koltukta oturuyordu. Briyantin sürülerek geriye taranmış kır saçları ve burnunun ucuna kadar indirdiği gözlüklerinin üzerinden bize bakıp elindeki kağıdı masanın üzerinde bıraktı. Bir süre otoritesini hissettirmek için babamı ayakta tutuktan sonra karşısında boş duran sandalyeyi göstermişti. Ben tembihle babama teğet dokunup yanında ellerim hazır ol vaziyette durup bir duvarda asılı duran Atatürk’ün taranmış saçlarına bir Hükümet Mustafa’nın aynı tarzda taranmış saçlarına bakıyordum.
Duvardaki resme o kadar dalmışım ki yanımdaki masanın üzerinde duran bir makineye iki beyaz kağıdın arasına siyah bir kağıt konduğunu crıtt diye bir ses çıkartıp takıldığında fark etmiştim. Hükümet Mustafa babama benim adımı soruyor ve parmaklarını vurduğunda tık sesi çıkartan bir makinede bir şeyler yapıyordu. Daha dikkatli baktığımda her tık sesi ile siyah yazılar beyaz kağıdın üzerine yazılıyordu. O güne kadar buğday çıkardığımız harman makinesinden sonra gördüğüm değişik makineydi bu. Ama nasıl hareket ediyordu..Sanki serçe ayağı gibi..
Babamla muhabbette dalan kolçaklı adam sigarasını yaktıktan sonra çaycının getirdiği kahveyi yine aynı sesle içmeye başlamıştı. Biraz ortama alışmış bu tık,tık ses çıkaran makineyi yan gözle izlemeye başlamıştım.. Bunun kolu da vardı. Harman makinesinin dişlileri gibi dişlileri de. Acaba yağlanıyor muydu? Yağdanlığı da var mıydı? Bir kere dokunsam kızar mıydı?
Konuşmanın derinliğinden faydalanıp elimi bir kez daktilonun tuşuna dokundurup hemen çekmiştim. Ama tık yapmamıştı. Elindeki dilekçe ile ayağa kalkan babamın gideceğini anlayıp bir kez daha elimi uzattığımda tık sesi çıkması ile Hükümet Mustafa’nın enseme aniden indirdiği tokadın acısı ile bu merakımın bedelini ödemiştim. Elimi çekerken masaya çarpmış çok acımıştı. Sızlayan elimi tutarken mahcup bir şekilde suçumdan dolayı beni azarlayan babam kolumdan tutarak odadan çıkarmıştı. Çocuk yüreğimde kocaman bir binanın içerisinde elimdeki sızı ile ayrılıyorduk.
Bu olaydan sonra Hükümet Binasından ve Hükümet Mustafa’dan hep korkmuştum. Dükkânımıza gelen bu kolçaklı insana o dükkandan gidene kadar hiç görünmez, hükümet binasının önünden mecbur kalmadıkça geçmez olmuştum. Hata resmi bayramların geçit töreninin yapıldığı bu binanın önünde uygun adımlarım sıklaşır biran önce uzaklaşmak için hep sırayı bozardım. Ta ki on on beş yaşımda okul müsameresinde okuduğum türküyü beğenen Kaymakamın makamında bana türkü okuttuğu güne kadar hükümet isminden hep tırsmıştım.
Çocukların severken göz seviyesine kadar çömelip kendilerine bu seviyeden hitap edildiklerinde karşısındaki insanlara daha çok güven ve itimat duyduklarını hizmetinde bulunduğum üstadımdan öğrenmiştim.
Bir gün eğer bende bir idareci olur isem aynı şeyi yapacağım diye kendi kendime söz vermiştim. Yıllar öncesi içimde kalan bu acıyı hafifletmek için ben de makamıma gelen çocuklara ayrı bir ihtimam gösterir onları çok kıymetli bir misafir gibi ağırlarım. Onlar için her zaman sevdikleri lolipop şekerler ve çikolatalar bulundururum. Odama anne ve babalarıyla geldiklerinde ikram ederim. Devletin bu sevecen ikramının tadını çocuk çağında tatmaları için. Devletin şeker tadını damaklarında bırakmak için. Anneleri onlara sunulan ikramlardan sonra ısrarla “ Teşekkür etsene çocuğum” deseler bile onlar “Hükümete” kadar gelmeleriyle zaten en büyük teşekkürü yapıyorlardı.
Hükümet konağında şekerle karşılanan ve ayrıcalıklı bir misafir olarak ağırlanan çocukların yüreğine ekilen bu sevgi sanıyorum taş atan elleri de yetiştirmeyecekti. Resmi bayramlarda daha bir güvenle ve düzenle tören adımıyla geçilecektir hükümet konağı önünden. Kapısının önündeki büste ve yanında dalgalanan al bayrağa damağında bırakılan şekerin tadıyla bakacağından hiç şüphemiz olmayacaktı.
İşte o şeker tadı alan bu küçük yaramaz sokakta da beni tanıyıp ayağıma sarılmıştı. Annesinden müsaade alıp ayağıma sarılan küçük Nilda’yı kucaklayarak karşı büfenin tezgâhında bulunan renk, renk lolipop şekerleri almanın tadını çıkardık beraberce günün yorgunluğu uçup gitmişti.
Keyifle eve dönerken bütün ilan panolarına şunu yazmak istedim.
“Sevgiyi nerede olursan ol ek, yeşerdiğini göreceksin”
Faruk KÜÇÜKTAŞ 26.01.2012 © 22;00