- 1195 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bekleyiş
Ayrılma kararı alan iki eş adliye önünde saat 15.00’da buluştular.
Sıkıcı bir evlilik yaşadıklarını düşündükleri için mahkemeye başvurma kararı almışlardı.
Bir süre ayaküstü konuştuktan sonra, zayıf, orta boylu koca: boşanma davası ile ilgili hazırlamış olduğu dilekçeyi, bir zarf içinde karısına uzattı.
Kadının yanında üç yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Bu onların tek çocuğuydu.
Adam zarfı verdikten sonra, oğlunu öptü ve aceleyle oradan ayrıldı.
Kadın, adliye karşısındaki kantine doğru oğlunun elini tutup yürüdü. Kendisi için kahve, oğlu için portakal suyu söyledikten sonra masaya oturdu.
Huzursuz ve isteksiz bir tavırla kocasının vermiş olduğu zarfı açtı.
Dilekçede bildik boşanma vakalarına yönelik şikâyetler yazılmıştı. Şiddetli geçimsizlik, ilgisizlik, ekonomik sıkıntılar, çocuğun yasal hakları ve buna benzer ifadeler.
Genç kadın, zarfın içinde bir kâğıt parçası daha gördü, önce okumak istemedi, çünkü dilekçede gördükleri, biraz olsun onu güçsüz bırakmıştı. Bir kadın için ayrılma kararı hukuki boyuta kadar sürüklense de, mutlak onun kararsız tavrını yüz ifadesinde görmek mümkündür.
Dün gece telefon görüşmesi yaptıklarında, koca dilekçeyi hazırlayıp karısına teslim edecekti ve hukuki süreç boyunca onunla asla görüşmeyecekti.
Bir yandan kahvesini yudumluyor, diğer yandan zarfın içindeki kâğıtta neler yazdığını merak ediyordu.
Dayanamayıp kâğıdı eline aldı.
Siyah renkli kalemle yazılmış olan mektubu okumaya başladı:
Ah! Seni hüzünlü bir hayatın kapısına yürüttüğüm için sanma ki mutluyum! Aynı zamanda bu mektubu dilekçe ile birlikte ellerine teslim ettiğim için kendimden utanıyorum.
Bu kararın, ikimiz içinde sağlıklı olacağını düşündüğün için saygı duyuyor ve biraz olsun suçluluk hissinden uzaklaşıyorum.
Şimdi sana bir hikâyenin özetini yazacağım.
Dilediğin zaman mektubu yarına kese bilirsin ve ilk gördüğün her hangi bir çöp kutusunun içine atma hakkına da sahipsin.
‘’Bir kız çocuğunu ve onun mükemmel derecede gelişen bedenini düşün. Yalnızca beyninin algılama yeteneği olmadığını farz et.
Bütün çocukluğu boyunca, oynamasını, koşmasını, gülmesini, ağlamasını öğrenmiştir.
Fakat yalnızca konuşmasını becerememiştir.
Ailesi için sağır, çevredeki insanlar için yalnızca bir deli. Duyduğu mükemmel bir şarkıyı algılaya bilen ama bunu hissedemeyen bir varlık için ne kadar üzücü bir durum öyle değil mi? Tüm çocukluğu boyunca, açlıktan ölen bir insanın son nefesinde söyleye bileceği ‘’ Yemek’’ sözcüğünü dahi öğrenememiştir.
Vazgeçemediği tek şey yağmurun yağışıdır. Ona öylesine bağlıdır ki; asla yağmurlu günleri kaçırmaz, hafif olan uykusunda, penceresine vuran küçük damla sesiyle uyanır ve heyecanla izlemeye koşardı.
Biraz sonra bulutlar yerini güneşe bıraktıklarında, anlaşılamaz biçimde dolunaya selam duran kurtlar gibi hırlamıştır.
Zamanla gelişe bilen tek şey yalnızca tatma duygusu olmuştur. Annesinin hazırlamış olduğu taze kurabiyeleri hızla yiyor, acılı yemeklerden kaçıyordu. Şekerli ürünleri çok tükettiği için bir takım yasaklar konmuştu. Buna tepkisiz kalmıyor saatlerce çığlıklar atarak bağırıyordu.
Büyümüş ve on altı yaşına gelmişti.
Yağmurlu bir gün parkta sevinçle koşmuş dokuna bileceği tüm varlıkları hissetmiş, akşama hastalanıp yatağa düşmüştü. Eve getirilen doktor birkaç ilaç yazdı. Belli saatler arasında içmesi gerektiği için annesi sürekli saate bakıyordu. Bu onun ilgisini çekmiş ve yemek saatlerini öğrenmişti. Bu sayede ailesi onun artık düzele bileceğini düşündüler.
Bir süre sonra, Anne olma duygusu onu konuştura bilir düşüncesiyle, kasabalı bir işadamının oğluyla evlendirildi.
Baba parası yiyen, bütün gün meyhaneden çıkmayan genç adam, ona karşı oldukça ilgisizdi. Evlenmesinin tek sebebi, genç kadının muhteşem vücut yapısı ve güzelliğiydi. Bir elma ağacını ve en tepesindeki kırmızı elmayı düşün. Kim bu ağaçtaki elmayı tatmak istemez ki?
Evliliklerinin ilk günlerinde, adam hemen hemen haftada yalnızca üç gün evin yolunu bula biliyordu.
Bütün yağmurlu akşamlarda pencere kenarında sürekli kocasını bekliyor. Yemek saati geçiyor bunun farkında bile olmadan oracıkta uyuya kalıyordu. Gün geçtikçe iyice zayıflamış ve güçsüz düşmüştü.
Ailesinden öğrene bildiği tek şey; yalnızca yemek saatleri olan bu güzel kadın, o saat yaklaştığında kaygılanır, mutlaka kendisi ve kocası için annesine yemekler yaptırır, hızlı adımlarla evine getirirdi.
Kocası eve döndüğünde, gözlerinde tarifsiz bir sevinç belirmişti. Koşup sarılıp koklamıştı.
Mutluluğun anlamını kavramaktan habersiz olan genç adam, gayet ilgisiz ve suratsızdı.
Evde fazla kalmayıp, üzerini giyinmiş yeniden arkadaşlarıyla eğlenceye gitmişti.
Kocasına böylesi bir bağlılıkla gözleri saate çakılı bekleyen kadının, bütün umutları yavaş yavaş sönmüştü.
Bir hafta sonu ailesi kızlarını ziyarete gittiler. Eve geldiklerinde kızlarının gözyaşları içinde el işaretiyle saati gösterdiğini gördüler. Saatin çok geç olduğunu, kocasının halen gelmediğini ifade eden bakışla onlardan yardım istiyordu.
O gece tüm eşyasını topladılar ve babasının evine götürüldü.
Tüm gün sandalye üzerinde gökyüzünü izliyor, hafif bir kıpırtı duyduğunda kocasının gelebilme ihtimaliyle yerinden sıçrıyordu.
Yağmurun yağışını anlamsız ifadeyle boş sokağa bakarak izliyordu.
Yaklaşık iki ay böyle geçti ve sonunda genç kadın delirdi.
Bir akıl hastanesine yatırıldı.
Bulunduğu odada saat kullanımı yasaklandı. Pencereye yaklaşmasına izin verilmedi. Yağmur yağdığında iğneyle uyutulup yatağına yatırıldı. Yemek saatleri günlük olarak on beş dakika arayla değiştirildi.
Evlilik dilsiz bir varlık için mükemmel derecede başlamış, sonunda aklını oynatmıştı.
Kocası, yaklaşık bir yıl sonra ortaya çıktı. Karısının akıl hastanesine yatırıldığını duydu. Suçluluk hissine kapılıp aylarca kendine gelemedi. Aynı evde, aynı pencere kenarında oda günlerce bekledi.
Suçluydu! Evlilik gibi önemli bir bağı henüz ilk günlerde kopartmıştı.
Bir psikiyatrist tarafından hastaneye yatırıldı. Almış olduğu aşırı uyuşturucu ve alkol onu dengesizleştirmişti. Hiç kimseyle konuşmuyor, yalnızca dalgın gözlerle etrafında gezen insanları izliyordu.
Hatasının bedelini, kendini ruhsal çöküntüye sürükleyerek ödemekteydi.
Aynı hastanede tedavi gören karı ve koca bir bahçe gezisi sırasında karşılaştılar.
İki yabancı gibi bir birlerinin gözlerine baktılar ve yağmura yakalandılar.
Yağmur suyu, ayaklarının oluşturduğu izleri takip etti ve küçük çam ağaçlarına yol aldı… ‘’
Evet, sevgili karıcım, ayrılma sebebimiz tam olarak nedir bilmiyorum.
Bildiğim şey şu ki;
sende yağmurlu günlerde, hep döne bilme ihtimalimi düşüneceksin, aştan ekmekten kesilip, sıska bedenini anlamsızca yatağına haps edeceksin.
Aynı saatte eve dönüşümü; Pencere kenarında beklemeyeceksin.
Yinede mutfaktaki saatine bakıp, yemek masasını hazırlaya bilme kaygısını içinde taşıyacaksın.
Bense kederimi ve yalnızlığımı, her hangi bir meyhanenin masasına sunacağım.
Kuşkusuz akıl hastası olup hastanelik olmayacağız.
Ama bedenlerimiz yıllanıp ve üstelik gözlerimiz titremeye başladığında, her hangi bir huzur evinin bahçesinde, karşılaşa bilmemiz hiçte ihtimalsizlik gibi değil.
Sevgilerle kocan