"BULUT ÇADIRI ÜSTÜNDE YAZ ŞARABI"
"BULUT ÇADIRI ÜSTÜNDE YAZ ŞARABI"
Biraz önceden, biraz daha az önceydi... Bulutlar yarım ayın önünden geçerken bir uçağa ilişti gözlerim. Uçak daha da hızlandı, bulutlar yavaşladı, hepsi aynı yerde duraksadılar bir süre...
Bir başka cisim çekince gözlerimi, asıl baktığım noktayı boşladığımda geri çevirmiştim gözlerimi. Ay tek başına kala kalmıştı, parıl parıldı. Daha bir özel görünüyordu. Kuyruğunda minik birkaç parça bulut kalmıştı. Ve onlara az sonra yaklaşıp eşlik etmeye hazırlanan bulutlar daha beri de hızla yanaşmaya çalışıyorlardı. Yeryüzüne bulut direği ile inmeye başlayan bir tanrıyı fark ettim. Göğsünde yıldız tozlarından oluşmuş bir broş taşıyordu. Ya dünyadan büyük, ya dünyadan daha küçük. Etrafı seyrede seyrede iniyordu...
Zaman geçip gitmiş ve tanrı bir bulut çadırında dinlenmeye durmuştu.
Gerçek olmadığını bildiğim bir melodi vardı, kulaklarımın içinden dağınık beynime karışıp, ruhuma hükmeden. Bitmeyeceğim diyor; bitmeyeceğini biliyordum. Yazın son günleri, sonbaharın ilk solmuş çiçekleri, tek kişilik masamın üstünde uzanan iki şarap kadehi, en sevilen kotum ve açlığını unutmuş midemi doldurmak için hazırladığım birkaç sebze. Vişne çürüğü rujumun ömrünü tüketip dudaklarımdan uçup gittiğini fark ediyorum. Ellerimi yanaklarıma götürüp bir anıyı tazeliyorum...
Bir değirmen karşısında uzun uzun bakmıştım aynaya; kalıcı bir makyaj gibi kalmanı, yüzümü ne kadar yıkarsam yıkayayım hiç akıp gitmeyeceğini bilerek, suları daha da sert ve rahatça yüzüme vururken, acısa da kalacak olduğunu bilerek avuçlarımı daha çok dolduracağımı hissettim, güneş ışıklarında doğan papatyalarla birlikte.
Özgürdüm...
Çok sevmiştim kalıcılığını. Bir gün sıkılırsam diye bir an dahi tereddüt etmediğim için özgürdüm. On saniye bile düşünmeden doğurmuştum seni. "Hücrelerimde beslenen ve inancını hep yenileyen yarım olduğunda özgürdük". Çilek kokuları sarmalıydı git gide bizi. Bildik parfüm kokularından çok uzak bir koku olmalıydı çevreleyen habire.
Sonra bulut çadırlarına dökmeliydik bizim her şeyimizi. Tanrı dinlenişlerinde okuyup görebilirdi onları. Yüzyıllar sonra şimdi anlatılan kıssalardan olabilmek için, şimdi bütün çabalayışlar...
Nihayet yağmurlar...
"Teslim ettim kendimi deli yağan yağmura. Hala iki kadeh, biri bana diğeri ise yokluğuna".
Sıcak bir salon da ıslak ve hala gökyüzündeyim. Ay şimdi etrafını yeniden kaplayacak olan bulutları beklerken, yaz şarabımı nihayet açıp dolduruyorum. Yudumluyorum. Biri bana diğeri sana. Hala o melodi ve dinlenmeden zevk alan tanrı. Git gide yaklaşıyorlar. Kocaman olup gözlerimde bir hayal olmaktan çıkıp gerçekliğe soyunuyorlar. Sabahın ilk ışıklarında o bulut direğine ulaşmak için yola çıktığımda etrafımda ne varsa alıp götüreceğim. Yarım kalan şarabımın birazını bulut çadırında içip, kalanını ayın kuyruğunda oturup bitireceğim.
Yudumlarımın biri bana, diğeri sana...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.