- 1587 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇIŞ-13
Meltem, yanında yatan kabusuyla birlikte yeni güne gözlerini açmıştı. Erhan’la bir gün önce yaşadıklarını düşününce içi ürperdi. Usulca doğruldu ve sessizce ayaklarını yere bastı. Erhan’ın kolları hareket edince sabit durana kadar bekledi. Tam ayağa kalmıştı ki kolundan sertçe kavrayan Erhan“Hey bana sormadan nereye böyle?“ diye sordu.
“Tuvalete, nereye olacak!“ diye cevap verdi Meltem.
“Öyle yalnız başına gitmek olur mu hiç? Anca beraber kanca beraber. Seni kapıda bekleyeceğim. Neme lazım kaçar maçarsın! “
Meltem, dudaklarını ısırmaktan kanatmıştı. Yüzünü buruşturdu. “Sen delisin!“ dedi yüksek sesle. Gerçekten de tuvaleti bitene kadar kapının önünde beklemişti Erhan.
Meltem elini yüzünü sabunlarken Erhan kapıya dayanmış pis pis sırıtıyordu.
“Bugün büyük gün Meltem! Önce matbaaya gideceğiz! Daha sonra sen o güzel hamile elbiseni ben de en güzel takım elbisemi giyineceğim! Üstüme de bol bir palto! Her şey kusursuz olacak!“
Meltem, “Keşke kulak deliklerim doğuştan kapalı olsaydı da bu adamın saçmalıklarını işitmeseydim“ dedi içinden. İlk defa görebildiği ve duyabildiği için şükretmek gelmedi içinden. Böyle bir hayatı yaşamak için dünyaya gelmek onun ilk tercihi değildi ama yaşamak için böyle bir ortamda bulmuştu kendini pek çok insan gibi. Mutsuzdu ve bu mutsuzluğun çemberinde yürek kafesinin kapanına sıkılmış gibi hissediyordu kendini.
“Nasıl böyle bir hata yaptım? Nasıl tanıyamadım bu adamı?“ diyor kendine sövüp duruyordu. Geçmişten intikam almaya çalışırken gelecek ondan düpedüz intikam alıyordu. Hem de bastıra bastıra. Canı acıyordu.
Sığınacağı hayalleri bile renk değiştirmişti gözünde. Erhan olduğu sürece her yer zifiri karanlık olmaya da devam edecekti. Kurtulmalıyım ama nasıl? diyordu ve her seferinde düşünce ağlarına takılıyor, oltaya yakalanmış balık gibi çırpınıp duruyordu yüreği.
Giysilerini koydukları poşetlerle birlikte çıktılar evden. Erhan yoldan geçmekte olan bir taksiyi elini kaldırıp durdurdu. İstikamet önce matbaa sonra da müebbet ölümdü!.
Tavana bitişik küçücük demirli bir pencereden süzülen ışığın floresan lamba tarafından emildiği bir salonda yirmi yirmi beş yaşlarında dört genç adamla birlikte Erhan, masanın üzerindeki kitapları paketlemeye çalışıyordu.
Bağırıp çağırıyor diye Meltem’i kalın bir iple sandalyeye bağlamışlardı. Meltem; dudaklarının üzerine yapıştıran koca bir bantla, olanları korku dolu gözlerle izliyordu.
Diğerlerine göre yaşça daha büyük görünen esmer, uzun boylu, kalın gözlüklü, sert bakışlı bir adam da onlara emirler yağdırıyordu ki çalan telefonunun sesiyle konuşmasını yarım bıraktı. Karşısındaki kişiye “Efendim“ dedi çarçabuk. Görüşmesi bittiğinde ise yüzü kireçten farksızdı.
“Hay aksi şeytan! Ne halt edeceğiz şimdi! Ekip arabaları kapının önündeymiş! Çabuk olun! Her şeyi derhal depoya indirin! Çabuk olun!“
Hüseyin’den emir alan adamlar; hummalı bir biçimde kitapları, broşürleri kucaklayıp deponun içine fırlatıyorlardı. Ekrem “Mümkün değil ağabey bu kadar ıvır zıvırı nasıl taşıyacağız depoya! Daha afişler var! Polisler birazdan damlar kapıya! B… yedik oğlum! diyordu burnundan soluya soluya.
Hüseyin “Ağzınız değil eliniz işlesin ulan! Çabuk diyorum kıt beyinler!“ dedi kaşlarını çatarak.
Beklenenin olması çok da gecikmedi. Çelik kapının önce zili çaldı ardından yumruklar ses çıkardı kapının üzerinde.
“Polis! Derhal açın kapıyı! Elimizde arama emri var!“
Hüseyin, kapının arkasından gelen bu sese sessizce kulak kabarttı ve kalan son koliyi de kaldırması için Sinan’a kaş göz hareketleriyle talimat verdi. Sinan, orta saha oyuncusu gibi aralardan kıvrak hareketlerle geçerek koliyi depoya koydu.
Erhan, o koşuşturmanın içinde büyük bir ayrıntıyı atlıyordu az daha. “Seni de bir koli gibi depoya sıkıştırmaktan başka çarem yok. Uslu dur tamam mı?“ dedi Meltem’in kulağına fısıldayarak.
Meltem, var gücüyle mücadele ediyordu ama nafileydi…
Hüseyin, Erhan’ın arkasından koştu ve “Kızın ağzını iyi bantladın değil mi? Aman sesi mesi çıkmasın!“ dedi telaşlı bir halde.
İçerisi leş gibi ter kokuyordu. Hüseyin’in siyah gömleğinin arkası ve koltuk altları tebeşirle çizilmiş gibi bembeyaz olmuştu. Gün boyu içine bastırdığı tuz olduğu gibi dışına çıkmıştı.
Saçını iyice geriye tarayıp, sağa sola sarkan gömleğini pantolonunun içine alelacele sıkıştıran Hüseyin, soğukkanlı görünmeye çalışarak kapıyı yarı aralık açtı.
“Buyurun efendim!“ dedi zoraki bir tebessümle.
“Hakkınızda ihbar var. “
Hüseyin’in gözü polis memurunun elindeki arama emrine takıldı. “Bir yanlışınız olmalı memur bey! Biz tanınmış bir yayınevinin kitaplarını basıyoruz!“
İçeriye dağılan polisler matbaayı didik didik aramaya başladılar. Delil niteliği taşıyacak pek çok dokümanın bulunduğu depoya ulaşmakta da gecikmediler.
Kitapların sayfalarını çevirip çevirip bırakan memurlardan en yaşlı olanı “Bunların çoğu yasaklı yayın! Eylem planları da cabası! Burayı tam bir örgüt evine çevirmişler!“ dedikten sonra hemen önünde durduğu madeni masanın aşağıya çökmüş alt çekmecesini sağa sola kaydırarak kendine doğru çekti. Cebinden çıkardığı gözlüğü yavaşça burnunun üzerine yerleştirdi.
“26 Ocak’ta güneş gibi doğacağız. Önce İstanbul sonra diğer illerde ışıyacağız. Halkın sesi, küçük çocukların nefesi olacağız! Patlama, büyük yankı uyandıracak!“ yazısını okuduktan sonra “Bu kimin el yazısı diye sordu. Cevap alamayınca “Nasıl olsa bülbül gibi öteceksiniz! Emniyete gidiyoruz! Yürüyün!“ dedi.
Komiser Sinan bir anda durdu ve etrafındakilere de çıt çıkarmamalarını söyledi. Ağır adımlarla depoya doğru yürümeye başladı. Erhan’ın ve arkadaşlarının solukları kesilmişti o an. Kapıyı açıp içeri giren Sinan, köşede debelenip duran Meltem’e doğru adım adım yaklaştı. Meltem, depoda bir tenekeye ayaklarını vura vura nihayet sesini duyurmayı başarmıştı.
Sinan “Daha neler çıkacak bakalım! Sen de kimsin?“ dedi ve cevap verebilmesi için ağzındaki bantı usulca çıkardı.
Meltem, bir yandan hüngür hüngür ağlıyor bir yandan da şükürler olsun “Allah’ım nefes alabiliyorum“ diyordu avuçlarını açıp dua ederken.
Polislerin refakatinde Hüseyin ve adamları söylene söylene ekip arabasına bindiler.
Ekip arabasında komiser Selami merkezle görüşüyordu.
“Sorma! Merkeze birbirinden orijinal adamlar getiriyorum. Aslında şöyle demeliyim ‘Altı Süpermen ve bir süperwomen’. Akılları sıra dünyaya mesaj vermek üzere bir araya gelmişler. Nükleer Santral karşıtı bir örgüt kurmuşlar. Yaptıkları bütün gösteriler izinsiz. Kendilerince çevreyi koruduklarını düşünüyorlar. Kafalarındakini uygulamaya kalksalardı eğer çevreye daha büyük kirlilik yaratacaklardı; haberleri yok! Allah’tan olay bize intikal etti de büyük bir faciaya dur dedik. Kız hala şokta. Suçsuzum deyip duruyor!“
DEVAM EDECEK
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
aziz dostum uzun zamandır yazılarını okuyamadım şimdi okudum bana hayatın içindeki gerçekleri hatırlattı kutlarım sizi ellerinize saglık
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Bu ne iş? Kaderi kötü yazılmasın insanın bir kere,
Arka arkaya bela gelir habire :((
Aysel AKSÜMER
Yine heyecanlıydı. Bakalım bir sonrakinde neler olacak. Meraktayım ayselciğim. Sevgilerimle...
Aysel AKSÜMER
Polisiye romanda da çok başarılısın arkadaşım ben de soluksuz okudum...Meltem kurtuldu ve bundan böyle yaşamnda daha seçici davranır...Kutluyorum, sevgiyle kal...
Aysel AKSÜMER
Okurken heyecanla tuttuğum nefesimi, son satırda birden bıraktım.
Tebrikler arkadaşım, yazım dilin son derece akıcı, güzel Türkçe'mizi doğru kullanman, takdire şayan.
Polisiyede de çok başarılı olabilirsin.
Şu Meltem kurtarıldı ya, çok şükür!
Selam ve sevgiler canım.
Aysel AKSÜMER
handan akbaş
Şayet yazarsan, ilk okuyucunu kazandın bile, kolay gelsin.
Pembeye bakınca mahcubiyetten ben de kızardım.