- 858 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Eksi Dört Derece
Kağıt mendil sevmezdi hiç. O mendiller ona üşüyen çocukları hatırlatırdı çünkü. Tıpkı şu az ilerisindeki çocuk gibi… Ama kullanmak zorundaydı yine de. Bez mendile göre çok daha kullanışlıydı bir kere. Bu yüzden içindeki tüm isyan eden sesleri duymazdan gelerek kararlı adımlarla yaklaştı o şirin oğlana. İşini çok iyi bilen birinin ustalığıyla onu bir saniye bile bekletmedi küçük adam ve hemen uzattı mendil paketlerini önüne. Parasını verip üç paketi diğerlerinin arasından sıyırdıktan sonra tam arkasını dönüp gidecekti ki kalakaldı yerinde… Nedense tam o an bir şeyi çok merak etmişti çünkü. Onun bakışlarını… Nasıl bir anlamı hapsediyorlardı içlerinde? Görülmeyeceğini bilmenin pervasızlığıyla, gölgeler arasına saklamadan… Kimse merak etmezdi çünkü mendil satan bir çocuk ne düşünür, ne hisseder? Hatta ne yemiştir kahvaltıda? Midesini doldurmaya yetmiş midir onu bu karda kışta sokaklara sürükleyen o evin, boş tarafı dolusundan çok daha fazla yer kaplayan tabaklarla dolu o sofrası?
Ama o merak ediyordu işte! Ne diyordu şimdi bu çocuk içinden? Belki de bir küfür savuruyordu kendisi aracılığıyla dünyaya… “Züppe karı…” falan türünden. Eğer sesli söyleseydi bu kelimeleri, zerre kızmazdı ona. Gerçek muhatabın kendisi olmadığını bilir, babasının sarhoşken ettiklerinden bir iki küfür de o gönderirdi oraya.
Tuhaftı ama tam da bir çocuk gibi bakıyordu. Bir elindeki paketlere baktı, bir gözlerine… Uymayan bir şey vardı bu görüntüde. Elleri çıplaktı ama eldivenlerini giymiş bir çocuğunki gibi ısınmıştı bakışları. Soğuktan saklayabilmişti demek ki içini. O sıcak bölgede bir çift daha vardı sanki ellerinden. Onlar orada ısınıp durdukça, burada dışarının şartlarına karşı mücadele veren diğer ikisi de ısınıyordu bir parça sanki. Öyle bakıyordu işte!
Karakola götürmeyi düşündü. Başka bir yer gelmiyordu aklına. Bu soğukta, yüzüne kar serpiştirirken, hiçbir düşünce soğuğu aşıp ondan bağımsız varlık bulamıyordu ki zihninde! Üşümek ve ısınmak kavramları, bir yerinden ilişiveriyordu en alakasız görünen şeylere. Mesela bu çocuğu buradan alıp bir yerlere götürmeyi düşünürken ilk aklına gelen, onu bu kardan kaçırmak, sıcağa götürmek olmuştu. Oysa bahar olsaydı ve az ötedeki ağaç yaprağa boğulup iğde kokularıyla sarhoş etseydi yine, çok daha başka görürdü her şeyi. Belki de bir köşeye çeker, elindeki tüm mendilleri satın alıp küçük adam olmaktan kurtarırdı onu. Bol bol boş vakit sunardı ona. O özgür zamanın bir parçasını da kendisine ayırmasını rica eder, ona nasıl yardım edebileceğinin izlerini sürerdi sözlerinde ve yüzünde.
Ama o soğukta ancak kısa vadeli çözümler gelebiliyordu aklına… Ve karakol seçeneği ona çok da aydınlık bir tablo sunmuyordu maalesef. Bu yüzden hikayesini dinleyemeden yanından ayrılmak zorunda kaldı. Ama kalan paketlerin hepsini de yanında götürerek… Ona birsürü boş saat hediye etmişti. Çocuk olacağı yüzlerce saniye… Oyunlar oynayıp koşamayacağı kadar soğuk bu yerde… Eksi dört derecede… Kaderin değiştirilemezliği kuralının en çok yoksulların dünyasında hüküm sürdüğünü bir kez daha gözler önüne sererek…