Boktan bir tren yolunda
Yurt müdiresi, Türkçesi kıt, sinir bozucu yüzü, aniden çıktı odasından çaydanlığı kontrol etmeye.
(Olayı anlatmaya buradan başladı. Nerde oldu, ne zaman oldu diye sormadım)
Zaten, kimse sevmezdi, bir annesi var, çok yaşlı. Ama kızının maaşını her ay avuç avuç sayıyor. Avuçlar bitince “buna da şükür yarabbiiii” diyerek ağzını sıvazlıyor. Kadın biraz çekingen. Önceden olduğu gibi, biz yurt öğrencileri çaydanlığın altını kapadık mı, ocağa doğru koyduk mu diye bakıyor. Bize akıl hastanesindeymişiz gibi bir muamelesi vardı. Bizim de ona akıl hastası muamelemiz gelişti böylece.
Esin, kızlardan en gürültülüsü sordu
“Zehra abla senin sevgilin yok mu?”
Diğerleri gülüştüler.
Cevap vermezdi böyle sorulara. Kendisiyle dalga geçilmesinden hoşlanmaması bir yana, aslında nasıl cevap vereceğini bilemezdi. Belki aynı soruyu ikinci kez sorsak, önceden hazırladığı cevabı yapıştırabilirdi. Onun yerine kendisini yeniden odasına kapadı.
Aynı akşam, o dönem çok izlenen Asmalı Konak dizisinin kızları salona topladığı o gün, sordu.
“Gelir misin biraz?”
Bu farklıydı. Odasında aylardır sakladığı birini yanımıza yollamış gibiydi. Cevap vermeden ayağa kalktım, terliğimin tekini ararken.
Giriş kapısının yanındaki dolabın önünde karşılıklı durduk. Gözlerimin içine tam yetişemiyordu.
“Bana ne diyosun”
İnce ve sarı dudaklarının arasından çıkan mırıldanmayı anlamama rağmen, sordum
“Efendim anlamadım”
“Bana ne diyosun ne istiyosun benden”
“Ne diyomuşum”
“Seni ailene şikayet ederim terbiyesiz”
İçi doluydu demek. Benden kurtulmak istiyordu. İnce ve sarı dudakları daha da inceldi ve gözlerini gözlerime bitiştirdi. Zorlanıyordu. İçimdeki şeytanın kolları beni biraz daha belimden yukarıya kaldırdı. Hiçbir şey söylemeden öylece bakıyordum. Elimde olmadan bir gülümseme, sakız gibi gevşemiş ve şiddet içerikli bir hale gelmişti. Gamsız suskunluğum onu tedirgin etmişti. O an işte o an zamanı 2 plan geriden takip ederek izledim çünkü Zehra kendinden beklenmeyecek bir kararlılıkla yüzüme sol avcunu geçirdi. Avuç içi net soğuk ve hızlıydı.
Çektiğim acıdan çok şaşkınlıkla kendimi yere attım, kızlar çevreme toplandı. Neler olduğunu sordular, beni olduğum yerden kaldırıp, kanayan burnumla ilgilendiler. Ben neyle ilgileneceğim bilmiyordum. Yukarı çıktım, odama girdim, kapıyı kilitledim.
Yatağa uzandım. Kalbim çarpıyordu. Bundan sonra neler yapacağımı düşünmeye başladım ama başladığım yeri sürekli kaybediyordum. Aklım orada değildi.
Aşağıdan kızların sesleri geliyordu. Kimi ailesini arıyor, belli ki aileler işin içine polisi karıştırmak istiyordu. İlgilenmedim.
Gece boyunca sırayla odamın kapısını çalıp Zehra’yı attıracaklarını, böyle bir şeyin insan haklarına aykırı olduğunu, onun nasıl böyle bir orospuluk yapma hakkına sahip olduğunu, tanıdık avukatlar olduğunu, bir isteğim varsa hemen yapabileceklerini söyleyip gittiler. Asmalı Konak’tan daha iyi reyting yapmıştı Zehra.
Sonradan öğrendim ki Zehra o gece kendisini odasına kilitleyip sabahın ilk haberci ışıklarına dek ince dudaklarının mırıltısı yardımıyla Kuran okumuş. Bunu anlatanların hepsinin zihninde Zehra’yı akıl hastası gibi bir ileri bir geri sallanarak Arapça sesler eşliğinde canlandırdığını anlıyordum. Bir de salak kızlar olayı soslamayı çok severler, gece yanlarında bıçakla uyumuşlar.
(“Naptın peki” diye sordum sigaramı söndürürken)
Önce acı içinde bıraktım onu, günler sürdü. İşsiz kalma korkusu, ceza alma korkusu. En kötüsünü düşün, öğrencinin birine şiddet uygulayarak kovulduğu için utanç içinde kalma korkusu.
Annesini en dilenci haliyle gönderdi, affetmemi istedi. Kalbi varmış yaşlı annesinin, kızı işsiz kalırsa buna nasıl dayanırmış. Onu affedecek kadar güçlü biri değildim. Ama en güzel silahımı kullanıyordum. Kibar ve yumuşak halimle sessiz kalıyordum.
Sessizden şiddet uyguluyordum.
Ne de olsa tüm otoriteler benim yanımdaydı, sağlık raporumda çantamda. Sol avuç burnumda iki çatlak yapmıştı.
Evimize geldiler bir gün annesiyle, elinde hediyeler.
“Canım seni çok seviyorum, çok üzgünüm” dedi önceden yaptığı ezberiyle birazı da eksikti.
Gamsız halimle o gün vedalaşmaya çalışırken onu yine cevapsız bıraktım. Kendi mahkelerimde onun cezasını veriyordum. Dışarının adaleti onu özgür bırakacaktı eninde sonunda ama ben onu merhametimle hapsediyordum. Evet şikayet etmeyecektim. Arkadaşımla haber yolladım. Annesinin tombul çenesinden azarlanmaktan daha kötüsü başına gelmişti. Benim merhametimden yararlanmak. Bu olaydan kimseye bahsetmek istemeyecekti.
“Sen nasıl hissediyorsun”
(Eskiyi değil, yeniyi sormuştum. Öfkesi canlıydı hala. Battaniye gibi sarılmıştı ona)
“Ondan it gibi nefret ediyorum”
“Neden”
“Çünkü kendimi suçlu hissediyorum”
YORUMLAR
Xanthi
burada günlük bir araba dolusu vasat ve vasatın altında yazı veya şiir de ekleniyor ( bu demek değildir ki hiçbirini beğenmiyorum bu anlam çıkarılmasın... şunu iyi biliyorum ki yanlış anlaşılmaktan çekinen bir insanım)
yani o bir araba dolusu vasat ve altındaki eserlere nazaran
eseriniz gayet güzeldi samimiydi en azından / bir yazarda her şeyden önce ilk aradığım özellik; samimiyetidir.
saygı ile yeniden