- 1744 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MUTLU OLMAK VARKEN (1)
’ En önce babam işitmiş sesimi
1917 yılı Temmuzunun güneşli bir sonbaharında
Sonra odaya birer ikişer dolmuş mahallemizdeki komşular
Sonra bir yatsı zamanı adımı Kadir koymuşlar.’
Asıl adı Abdülkadir Meriçboyu olan şair A. Kadir ’ Yaşantım ’ adlı şiirinin ilk dizelerinde böyle anlatır dünyaya gelişini. Şairin anası ve babası 1908 İkinci Meşrutiyetinden Sonra Makedonya’ nın Manastır ilinden göçüp gelen ve İstanbul’ da Eyüp semtine yerleşen iki kişilik bir ailedir. Baba Harbiye Nezaretinde katip subay hem zorba hem alkolik. Ana ise halis köylü kadını Melek gibi iyi yürekli.
Kadir beş yaşına geldiğinde daha çok din dersleri okutulan mahalle mektebine başlar. Hocası koca sarıklı, kara sakallı, iri gözleri fıldır fıldır bir imamdır. Ve çok sert ve nemrut biridir. Dersini bilemediği günler İmamın yatırdığı falakadan nasibini alır Abdulkadir.
İşte o çocukluk günlerinde filiz verir minik yüreğinde zorbalığa karşı öfkenin tohumları. A. Kadir adı Sait olan bu imamdan bir şiirinde şöyle bahsedecektir:
’Sait Efendiydi adı
Mahalle mektebindeki hocamızın
Onu iyi hatırlarım
Ben galiba dört buçuk yaşındayken
Orada tanıdığım ilk arkadaşlarıma
Ağabeyimi orada sevdim
Ağlarken o
Yüreğime dokunan bir şey vardı sesinde
Hocadan dayak yediği gün bir akşam dersinde ...’
Sekiz yaşındayken ilkokulun ikinci sınıfına geçtiğinde babası ölür. Abisi ve ablası ile birlikte üç kardeş babalarından bağlanan maaşla kalırlar. Artık yoksulluk ve yokluk günleri başlamıştır. Önce ablası okulu bırakır ve çalışmak üzere bir dikim evine girer. İlk okulu bitiren ağabeyi Erzincan’ da ki askeri orta okula gider. Kadir’ de bin bir zorluk içinde ilk ve orta okulu bitirir, tabii ki yaz tatillerinde orada burada çalışarak. Bir sepetçi yanında sepet örerek, kahveci çıraklığı yaparak mahalle aralarında kurabiye satarak defter ve kitap paralarını kazanır. Fakat yine de gönlünde bir aslan yatmaktadır. O mahalle arkadaşlarının çoğu gibi fabrika köşelerinde sürünmeyecek, okuyacak büyük adam olacaktır. Ama geçim zorlukları buna imkan vermez. Evin geçim sıkıntısı yüzünden ve birazda ağabeyinin zoruyla istemeye istemeye onun tuttuğu yolu tutar, kuleli yatılı askeri lisesine girer.ve türküleri kaynaklık eder. İşte ’ Benim Anam Hep Ağlardı ’ adlı şiirinde olduğu gibi:
Askeri lisede çalışkan bir öğrencidir Kadir. Derslerinin dışında tek merakı edebiyattır ve bu merak ta ilk okul yıllarında başlamıştır. Jules Verne’ in kitaplarına merak sarmıştır. Orta okuldayken de Halk evi kitaplığına gider fırsat buldukça. Tabii akşam okuldan çıkınca ya da Cumartesi Pazar günleri orada roman, şiir kitapları okur. Lise yıllarına gelindiğinde kitapların çeşnisi değişecek ve okuduğu yazarlar arasına Balzac’ lar Tolstoy’ lar Gorki’ le Victor Hügo’ lar gelecektir.
Lisenin ikinci sınıfındayken anası ölür ve ilk şiirini anasının ölümü üzerine yazar. Çünkü o anasının masallarıyla ve söylediği Rumeli türküleri ve ağıtlarla büyümüştür. Yemen’ de kardeşi şehit olmuştur anasının. Ve anası hep o Yemen’ de şehit düşen kardeşine ağıtlar yakmıştır yıllarca. Ve savaş dendi mi tüyleri ürperir. A. Kadir’ de de sonradan somutlaşan savaş düşmanlığı anasından filizlenmiş olsa gerektir. Ve şiirlerinin çoğuna anasının ağıtları ve türküleri kaynaklık eder. İşte Benim Anam Hep Ağlardı adlı şiirinde olduğu gibi:
Benim anam hep ağlardı
Kardeşine ağlardı
Yemen çöllerinde kalmıştı
Gencecik İdris dayı
Anam ağlardı ona
Benim anam hep ağlardı
Babama ağlardı
Bir kaltak getirmişti anamın üstüne babam
Üç çocuklu eve
Ayyaşlığa vurmuştu sonra
O benim umacımdı
Öldü çıldırarak
Anam ona ağlardı
Benin anam hep ağlardı
Ağabeyime ağlardı
Gitmişti çok uzaklara ağabeyim on iki yaşında
Parasız bir yatılı okula
On iki yaşında kış ortasında geçmişti Ziganaları
Anam ona ağlardı
Kapımızı postacı çalsa ne zaman
Mektup gelse ne zaman ağabeyimden
Ne zaman mektup yazsak biz ağabeyime
Türkülü manili
Anam ağlardı
Benin anam hep ağlardı
Bana ağlardı
Ben giderdim okula çok sabah harçlıksız
O da ağlardı bana
Benin anam hep ağlardı
Ablama ağlardı
Girmişti ablam dikimevine
Ağırına gitmişti anamın
Anam ona ağlardı
Benin anam hep ağlardı
Evimize yılda iki lira getiren
Bir erik ağacımız vardı
Kurudu
Anam ona ağlardı
Benin anam hep ağlardı
Ekmek kırıntıları atardı
Karda seken serçelere
Ve ağlardı
Ezanı duyardı
Ve ağlardı
Çiçekleri sulardı
Ve ağlardı
Benin anam hep ağlardı
Ablam bir gün gelin oldu gitti
Benim de bir gün mahpushaneye düştü yolum
Anam ne zaman kurtulmuştu ağlamaktan
Unuttum
Yoksa benim anam hiç mi yaşamadı
Öyleyse bu akan ne Parmaklarımın ucundan
Bu akan
Gözyaşı mı
Yoksa kan mı?.. ’
Abdülkadir lisenin son sınıfındayken Nazım Hikmet’in şiir kitaplarıyla karşılaşır ve Nazım’ ın şiirleri daha önce okuduğu bireyci şairlerin etkilerini silip süpürür ve ona yepyeni bir dünyanın kapılarını açar. En çok etkilendiği şiir Nazım Hikmet’ in ’ Taranta Babuya Mektuplar’ adlı şiiridir ve artık Nazım etkisinde başlar yazmaya şiirlerini.
1936’ da Askeri Liseyi bitiren A.Kadir, Ankara Harp okuluna girer ve orada da daha çok hız verir edebiyat ve düşün kitaplarını okumaya.
Burada edindiği arkadaşlarıyla gizli gizli Nazım şiirleri okurlar ve birbirlerine okumaları için
kitaplar verirler. O dönem Alman faşizmi ve emperyalizmi ezgin bir hale gelmiş ve Ortadoğu’ da tam bir egemenlik kurmuştur. Türkiye içinde büyük bir tehlikedir. İşte o günlerde Nazım Hikmet’in faşizme karşı halktan yana şiirleri onun ve arkadaşlarının tek dayanağıdır. Ne var ki karşı görüşteki bir başka grupla zaman zaman yaptıkları sert tartışmalar meyvesini verecek sonunda bu ırkçı gruptakilerin hışmına uğrayacak ihbar edileceklerdir.
Nitekim 1938’ in Ocak ayında içlerinde A. Kadir’ inde bulunduğu 30 kişi tutuklanacak ve en ufak bir suçu olmadığı halde Nazım Hikmet’ te bu işin içine karıştırılacaktır.
İki aydan fazla süren sorgulamalar sonucu askeri mahkemede yargılanan bu insanlar askeri isyandan, şair Nazım Hikmet’ te askeri isyana teşvikten cezalandırılacaklardır. Nazım Hikmet on beş yıla mahkum olurken A. Kadir ve arkadaşları da altı yılla yedi buçuk yıl arasında hapis cezasına çarptırılır. Bu arada Yargıtay Nazım’ ın cezasını onaylarken A. Kadir’ in cezasını da on ay hapse indirir. A. Kadir bu olayı yıllarca sonra 1966 yılında harp okulu olayı ve Nazım Hikmet adlı kitabında bütün ayrıntılarıyla anlatacaktır.
A. Kadir’ in Nazım Hikmet le dostluğu işte o mahkeme salonlarında başlar, daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdir, fakat daha sonra Ankara ceza evinde aylarca bir dostlukları da böylece pekişir.
Nazım Hikmet’ in yaşama bağlılığı, insan sevgisi, dostluğu, alçak gönüllülüğü, memleket severliği, halkına düşkünlüğü, A. Kadir üzerinde derin izler bırakırken A. Kadir’ de Nazım Hikmet’ in üzerinde olumlu izler bırakmış olmalı ki yıllar sonra bir arkadaşına yazdığı bir mektupta A. Kadir için şunları söyleyecektir:
’ A. Kadir’ i pek severim . Yüreğimin bağrında oturan insanlardan birisidir. Onun yüreği halis bir şair yüreğidir.’
İşte bu halis şair yüreğine sahip ozan, çocukluk yıllarının yol göstericisi olan anasına yazdığı şiirlerden sonra bu kez de gençlik günlerinin yol göstericisi Nazım’ a Ustaya Mektuplar adlı şiiri yazacaktır.
’ Seni daima demirler arkasından görüyorum
Saçların ateş içinde
Gözlerinde delikanlılığın
Duruşun hep o
Gene dağ gibi
Sen Bursa’ da hapishanedesin
Ben Kırşehirde ikamette
1945 Türkiye’ sinde
Bursa’ yla Konya arası ne demek
Biliyorsun elbette
Hapisanedesin sen
Belki bu gece gene bel ağrıların tutmuştur senin
Belki gene böbreklerinden hastasın
Belki uykusuzluk arız oldu gene
Belki de uzatıp ayaklarını sedirde
Anti Dühring’ i okumaktasın
Hapisanedesin sen
Hapisanede hala
Yüreği, dili, hürriyeti toprağımın. ’
(SÜRECEK )
A. Kadir hapisten çıktıktan sonra Harp Okulu ile ilişiği kesilir. Bir süre sonra askere alınır ve er olarak iki buçuk yıl alaydan alaya sürülür. Çok acı çekmesine rağmen yine de asker ocağının çok yararı olur ona. Memleketini ve memleketinin insanlarını asker ocağında daha iyi tanır. Onlarla arkadaşlık yapar, onların mektuplarını yazar, köylerinden gelen mektuplarını okur ve hapisanede yazdığı şiirlerine yenilerini katar.
Çorumdan Diyarbakır’ a bir başka alaya sürüldüğü sıralarda İkinci Dünya Savaşı patlar. Alman ve İtalyan faşizmi dünyayı kana, ateşe ve göz yaşına boğacaktır o yıllarda. İşte o zor yıllarda çocukluğunda anasının yaktığı ağıtlar çınlamaya başlar kulaklarında ve savaş üzerine şiirler yazmaya koyulur. Nihayet askerlik biter. A. Kadir İstanbul’ a döner
Yıl 1941 dir ve yine zor yıllardır. Gelin o yılları şairin kendi ağzından dinleyelim:
’ 1941 yılında terhis oldum ve memleketime İstanbul’ a döndüm. O yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. Gündüzleri fakülteye devam ediyor, geceleri de bir gazete de düzeltmenlik yapıyor ekmek paramı çıkarıyordum. Bir yandan da edebiyat ve sanat çevreleriyle ilişkiler kurmaya çalışıyordum. Avrupa’ daysa kan gövdeyi götürüyordu. İstanbul’ da savaş yoktu ama açlık ve yoksulluk sarmıştı bütün şehri. Avrupa’ da esen kanlı savaş fırtınasının etkisi altındaydı halk. İnsanlar açlıktan kırılıyordu. Ekmek vesikayla ve çamur gibiydi. Şeker yoktu kahvelerde beş on tane kuru üzüm korlardı çay bardaklarının yanına şeker niyetine. Gazetelerin çoğu ya açıktan açığa faşizm tarafını tutuyor, ya da sinsice onu destekliyordu. İstanbul sıkıyönetim altındaydı. Çıkan dergiler ya faşistlerin elindeydi ya da bireyci küçük burjuvaların elinde, meyhane köşelerinde yozlaşmış ellerde. Nazım Hikmet Bursa hapisanesinde yatıyordu. Onun orada yazdığı şiirler ara sıra elime geçiyor, güç katıyordu gücüme. Kabıma sığamıyordum. Çıkarlarını zorda, gericilikte, haksızlıkta toplumun felaketinde gören güçlere karşı çıkmalıydı bir sanatçı var gücüyle. Kendi halkının ve tüm dünya halklarının yanında olmalıydı, onların duygularını dile getirmeliydi. Faşizme ve emperyalizme karşı savaşmalıydı. Çünkü faşizm ve emperyalizm bütün dünya halklarının, dünya emekçilerinin gözü dönmüş, kanlı bıçaklı düşmanıydı.
Sonunda bir ışık göründü ve aylık bir derginin yönetimini üstlenmem önerildi. Toplumcu yazar, şair ve ressam arkadaşlardan bir kadro oluşturduk ve berbat bir biçimde çıkmakta olan ’ Yürüyüş ’ adlı bir dergiyi bu kadroyla adam etmeye çalıştık. Sait Faik, Orhan Kemal, Kemal Bilbaşar gibi öykücüler, Niyazi Akıncıoğlu, Cahit Irgat, RıfaT Ilgaz, Sabri Saran, Ömer Faruk Toprak , A. Kadir gibi şairlerden oluşmuştu bu kadro. Biz bu dergiyi adam etmeye çalıştıkça faşist yazarlardan gelen saldırılar birbirini izledi ve gitgide yoğunlaştı bu saldırılar. Onlara kulak asmadık, ürünlerimizi sergilemeye devam ettik. Bol bol şiirler öyküler yayınladık. Nazım’ dan sonra gelen Türk toplumcu şiirinin çekirdeğini böylece oluşturuyorduk. Dergide Nazım Hikmet’ in pek çok şiirini de takma adla yayınladık. Bu takma adı ben üzerime aldım. Derginin bir sayısında Nazım’ ın ve benim antifaşist ve antiemperyalist birer şiirimiz yayınlanınca faşizmin çanak yalayıcıları dergiyi dört bir yandan bombardımana başladı. Benim şiirim ’ Bir İnsan ’ adlı şiirdi.
’ Seni bir gün
Çekip aldılar topraktan
Benzedin köksüz bir ağaca
Önce öğrettiler sana uygun adımı
Sonra büyük şehirlerini gösterdiler Avrupa’nın
En muazzam saraylar karşısında bile sen
Evini unutamadın
Varşova’ da kaputun kaldı
Dunkerk’ te arka çantan
Düştü bütün fotoğrafların Sivastopol’ da
Bir şafak vakti Paris’ te bıraktın zavallı yüreğini
Kurşuna dizilenler karşısında
Lanet okusunlar sana bırak
İyi bir asker olamadın diye
Ölmesini bildin ya sen arkadaş kurşunuyla
İki çürük patatesi
Ekmek torbanda unutarak...’
(sürecek )
Yürüyüş dergisinin yayımı sürerken bir yandan da şiirlerini bir kitapta toplama hazırlığına girer A. Kadir. Ve on sekiz şiirden oluşan ’ Tebliğ ’ adlı şiir kitabını çıkarır. Bu kitaptaki şiirlerde özgürlük, ekmek kavgası, savaşa karşı insan direnci gerçekçi bir anlatımla dile getirilmiştir.
Bu kitap geniş yankılar uyandırır. Övgüler yergiler birbirini kovalar ve kitap çok az kalır kitapçı vitrinlerinde. Sıkı yönetimce toplatılır. Arkasından yürüyüş dergisi kapatılır. Az bir süre sonra tutuklanır ve Emniyet Müdürlüğünde on yedi gün hücrede kalır ki bu an içinde hep ayakta, uykusuz , aç susuz ve cigarasız geçecektir.
Artık sürgün yılları başlamıştır. Şaire sürgün kararı bildirilir ve sıkı yönetim bölgesi dışına sürülür. Dört buçuk yılını sürgünde geçiren A. Kadir, üç ay Muğla da işsiz kalır. İş arar bulamaz. Oradan Balıkesir’ e geçer altı ay kalır yine iş bulamaz. Oradan da Konya’ya geçer. Bir acenta da muhasebecilik gibi bir iş bulursa da bir yıl çalıştıktan sonra yine işsiz kalır. Çaresiz bu defa Adana’ ya gider. Adana’ da öyküleriyle yeni yeni parlamaya başlayan Orhan Kemal’ le tanışır.
Bursa ceza evinden yeni çıkmıştır. Orhan Kemal Nazım’ la birlikte yatmıştır üç yıl. Orhan Kemal’ le arkadaşlığı bir ay sürer ne yazık ki. Çünkü Adana emniyeti şairin Orhan Kemal’ le her gün birlikte oluşunu sakıncalı bulmuş olacak ki, İç İşleri Bakanlığına baş vurarak Adana’ dan başka bir yere gönderilmesini önerir. Böylece A. Kadirin yanına bir polis memuru katarak Kırşehir’ e gönderirler. Kırşehir’ de iki yılı geçer. Bu süre zarfında eşten dosttan ve ağabeyinden gelen bir kaç kuruşun yanında bir ara dokuz aylık bir işi de olur. Ankara’ lı bir müteahhidin üstlendiği bir yolda yol bitene kadar çalışır. Görevi yol çavuşluğudur. Bu meşakkatli yıllar boyunca en güzel şiirlerini de yazar A. Kadir. O yıllarda herkes yol yapımında bir müddet ücretsiz olarak çalışmak ya da altı lira yol parası vermek zorundadır. İşte şairin ’ Bir Kayısı Ağacı ’ adlı şiiri bu yol parası üzerinedir.
’ Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’ in dinek bağından
Küçücük bir ev önünde yaşarım yapayalnız
Yılda bir çiçek açar
yılda bir kayısı veririm
avuç içi kadar.
Yaz olur
bir kadın silkeler dallarımı
bir çocuk yerde bağırır güler
bense hoşnut olurum
Hem zaten benim
ne söğütler gibi nezaketim vardır
ne kavaklar gibi gururum.
Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’ in dinek bağından
Dinek bağında üç insan severim
bir çocuk
Bbr genç kadın
bir genç adam
benim kadar sessiz sedasız
benim kadar halim selim.
En güzel ay Nisan ayı
toprak yumuşak yumuşak
en güzel ay Nisan ayı
Yağmur yağdı, çiçek açtı
bir hoş oldu içerim
en güzel ay Nisan ayı
Kavaklar uzakta upuzun
bir sağa, bir sola
başı döner kavakların
Ben bir kayısı ağacı
başımda çiçeklerim.
Ben bir kayısı ağacıyım
üç insan severim
bir çocuk
bir genç kadın
bir genç adam
Çocuğun adı Ahmet
kadının adı Fatma
adamın adı İbrahim
Ahmet küçük ve sarı
Fatma tombul ve beyaz
İbrahim uzun ve narin
Bir tek odaları var üçünün
toprak odanın bir tek penceresi.
Ben bir kayısı ağacı
bazen eğilir bakarım odaya
yerde bir eski yatakla yorgan görürüm
duvarda bir eski kırık ayna
yerde bir eski kilim
bir eski hasır.
Bir kayısı ağacı
bazen eğilir bakar odaya
çiçeklerinden utanır.
Dün gece gaz yakmadılar
ayışığında gördüm üçünü
Üçünün suratı asık
Önce oturup
zeytin ekmek taze soğan yediler
sonra baktılar birbirlerinin gözüne
sonra esnediler.
Gökyüzü bembeyazdı
Gökyüzü çiçeklerimin renginde
Gökyüzünde kavaklar.
Fatma uzandı İbrahim’ in yanına
sağa döndü
Tombul, beyaz yüzü pencerede
gözleri açık durdu sabaha kadar.
Çiçeği önce kayısı döker
Ben bir kayısı ağacıyım
döküyorum çiçeklerimi
Yer beyaz beyaz
başım yeşil yeşil
kayısılarım memede.
Haziran gelecek
güneş yakacaktır tepemi
kayısılarım balla, şekerle dolacaktır
Ben bir kayısı ağacıyım
haziran gelecek
avuç içi kadar kayısılarım
Ahmet’ in ekmeğine katık olacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım
Kötü bir düşüncedir almış beni
Geçti bağları budama zamanı dedim
dedim İbrahim gene boşta
kesildi dedim İbrahim’ in yevmiye iki lirası
dedim çarşıda dört döner İbrahim
dedim ekmek parası
zeytin parası
gaz parası.
Dedim insanlar
neden yaşatılmıyor
ağaçlar kadar olsun.
Ben bir kayısı ağacı
Fatma’ nın İbrahim’ in Ahmet’ in
yumurtası şekeri eti
Gittikçe artmakta kederim
Günlerden pazartesi
Gene geldi elinde çanta o şişman adam
Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder
ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim
Durmuş İbrahim kapıda
yüzü dalgın ve sinirli
bakıyor eli çantalı şişman adama.
Şişman adam uzattı gövdeme elini
pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet
büktü boynunu kuzular gibi.
Ben bir kayısı ağacı
Gövdemde sarı kağıt.
Yol parasını verememiş İbrahim
verilmiş haciz kararı
Yapmayın dedim
yılda bir çiçek açarım dedim
Etmeyin dedim
ekmeğe katık oluyor kayısılarım dedim.
Bir öğle vakti baktım
kavaklar uzakta upuzun
bir sağa bir sola.
Ben kışlık odun
altı lira. ’
Nihayet 1947 yılında sıkı yönetim kalkınca İstanbul’ a döner ve bir süre bir bisküvi fabrikasında çalışır. Sonra gene gazetelerde ve yayın evlerinde düzeltmenlik yapar. Sıkı yönetim kalkmıştır kalkmasına ama polis baskısı olanca hızıyla sürmektedir. Polisçe izlenir A.Kadir. Çalıştığı yerlerde patronlara baskı yapılır, işten atılması için. Ama bunlar yıldırmaz onu. Bir yandan ekmek parasını zar zor çıkarırken bir yandan da şiir çalışmalarını sürdürür, ama yayımlayamaz. Bir edebiyat dergisinde arka arkaya yayımlanan iki üç şiirinin arkasından dergi sahibi korkar, şiirlerini basmaktan vaz geçer. Bu güzel insanın yeniden gün ışığına çıkmasına kesinlikle izin verilmez. Aşk şiirleriyle bile...
Ama ne olursa olsun kavgayı yürütmek gereklidir. Uzun vadeli çalışmalara koyulur bu kez. Nasıl olsa bir gün sesini duyuracaktır yeniden. Doğu edebiyatı uzmanı Abdulbaki Gölpınarlı ile doğunun büyük hümanist şairi Mevlana Celalettin Rumi ’ nin şiirlerini günümüz şiir diliyle yenileştirmeye başlar ve bu çalışması bir kaç yıl sürer. Bu birkaç yıl içinde bir kitaplık şiir olur. Ama yine kitabı basmaya kimse yanaşmaz. Borca girer kitabı kendi bastırır. ’ Bu Günün Diliyle Mevlana ’ adı altında. Kitap coşkun övgülerle karşılanır. O yıllarda yurduna hasret yaşayan Nazım Hikmet kitabı okuyunca hayranlığını şöyle belirtir.
’ Harukulade güzel. Büyük Mevlana Celalettin Rumi ilk defa Türkçe konuştu ’
Mevlananın ardından Homeros’ un İlyada destanını şiir diliyle Türkçeyeçevirir bu kez Homeros uzmanı Azra Erhat’ la birlikte. İlyada haksız savaşla haklı savaşın destanıdır. Bir yanda Anadolu’ nun bereketli toprağına göz dikmiş gözü aç krallıklar, bir yanda yurtlarını canla başla savunan Troyalılar. İlyada her yıl bir cilt çıkmak üzere dört cilt yayımlanır ve övgüler alır. Tevfik Fikret’ in şiirlerini yine günümüz şiirine kazandıran şair, Berthold Brecht’ in seksen şiirini de çevirdikten sonra genç şair Afşar Timuçin’ le Çağdaş Filistin şairlerinden bir antoloji çıkarır. Emperyalizme karşı varoluş savaşına giren Filistinlilerin önde gelen yiğit kacga şairlerinin , Mahmut Derviş’ in, Samih El Kasım’ ın, Fatva Tukan’ın en seçkin şiirlerini Türkçe’ mize katar.Kitap yayınlandıktan sonra dört Arap öğrenciden aldığı mejtup şimdiye kadar ona verilen en güzel ödül olur A. Kadir’ e.
’ Sayın A. Kadir
Sayın Afşar Timuçin
Arap öğrencileri olarak, Üçüncü Dünya halkı ile karşı devrimci ve emperyalist güçlere karşı çıkmanızı ve Filistin halkının mücadelesine emek vermenizi dostça karşılarız. Filistin şiiri çeviri yapıtınızı okuduk. Ve kanıtlamış oldunuz ki, ne sürgün, ne zindan, ne de pranga, kelimeleri öldüremez. Mahmud Derviş’ ler, Samih El Kasım’lar, Tevfik El Zeyyat’lar zindanlarda gençliklerini çürütüyorlar, ama şiirler engelleri aşıyor ve bütün dünyada emekçi sınıfının direniş simgesi oluyor.
Filistin halkının bitmez tükenmez gücüyle mücadelesini anlattınız Türk halkına. Bizim yapmayı tasarladığımız işi siz yaptınız, hem de en güzel dille gerçekleştirdiniz bunu.
Kitaplarınız, şiirleriniz bütün Arap öğrencilerin koynunda ve dilinde yaşıyor.
Bütün Arap öğrencileri adına sizleri selamlıyoruz. ’
Nusret Merdan, Talip Halıf
Fevzi El Dilyni, Mustafa Hasan
Şiirimizin yüz akı toplumcu şair Abdulkadir Meriç boyu’ nu tanıtmaya çalıştım sizlere. Bunu ne kadar başardım bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey, 1985 yılında yitirdiğimiz bu güzel insanın adı çilenin olduğu kadar direncin de adıdır, umudun ve çalışkanlığın da adıdır. Kısacası örste dövüle dövüle çelikleşmiş namusun adıdır.
Bu yürekli sabır ve namus işçisinin çileli yaşam öyküsünü karısına ithaf ettiği ’ Elimde Kalan ’ adlı şiiriyle noktalayalım.
’ Yirmi yaşında hapse düştüm.
Yirmi beşimde sürgün oldum.
Yıllarca gençliğimi saçtım Anadolu topraklarına.
Bir yokuşu yıllarca indim çıktım
döke döke kanımı
bir ekmek parasına.
İşte bugün altmış üç yaşındayım.
Bakıyorum gökyüzüne bugün gene
demir parmaklıklar arasından.
Bir senin yüreğin
ak bir güvercin
elimde kalan.’