Kimim Ben?
Kimim ben? Bu soruyu kendime daha önce hiç sormadığımı farkederek şaşırıyorum boşa geçen onca yıla. Öyle değil mi? Biz bireyler, bilinçli olmalıyız kim olduğumuza dair. Günlük hayatın getirdiği olumlu ön takıları bir kenara bırakıp ruhsal dünyadaki kimliklerimi sorguluyorum:
Kimim ben?
Sen iki kişisin. Korkma. Psikiyatrik kavramlar arasında yer alan "çoğul kişilik", "kişilik bölünmesi", ya da şizofreniyle çok ilgili olmayan bir durum bu. Ürkütücü bir gerçek yok ortada. Senin durumun biraz daha tramvatik, biraz daha trajedik.
Ben senin terapistinim. Şaşırdın değil mi? Ruh bilim eğitimi almamış, sahte bir terapist olduğuma dair bir inancın var. Bu seni kararından döndürmesin. Seni en yakından tanıyan benim. Kendini tanımanı sağlayacak tek kişi de, bu durumda ben oluyorum.
Evet, tahminin doğru. Ben senin akıl yoluyla dış gerçekliği analiz eden ve sentezler çıkaran yanınım. Ne zaman başın dara düşse bana sığınırsın. Omuzumda ağlarsın. Ben de çekmecemde her zaman senin için bir paket kağıt mendil bulundurum. Ne zaman yere düşüp burnunu kanatacağın hiç belli olmuyor. Özellikle şu son yıllarda.
Son yıllarda, 30 yaşını aştıktan sonra, bir şairin bir şiirinde "Dante gibi ortasındayız ömrün" dediği 35 yaşına ramak kala arttığını söyleyeceksen içsel çatışmalarının, orada dur bakalım :).
Geriye doğru inelim:
27 yaşında yaşadığın büyük içsel depremini hatırladın değil mi? Tamam, şimdi bir sürü "ama hocam, " diye başlayan cümlelerle bana kendini haklı göstermeye çalışacaksın. Tabii. Herkes suçlu. Sütte leke var, sende yok! Bir tek sen masumsun. Az daha herşeyi berbat ediyordun. Bir daha böylesi yanlışlıklar yapma lütfen. Doğru iletişim önemli. Biraz da güven. Gücen değil, güven. Öze güven, ve karşındakilere . Unutma. Herkesi ilgilendiren ortak acıların hesabını alman usulü bölüşmüyorsunuz. Herşeyin hesabını sen kendi içinde ödüyorsun. Doğan gereği, böylesin.
Gelelim 22. yaşına. Hatırladın değil mi:)
Ne kadar da inatçıydın. Yoksa sana "sabit fikirli mi" demeliydim? Ama biraz da kıskanç olduğunu itiraf et. Herşeyin sorumlusu kıskançlık. Senin elde edemediğin hürriyeti o çok yakından tanıdığın kişinin elde etmesi yaptırdı sana bu eylemi. Aslında çok da kötü olmadı sonuç. İkisi de çok sağlıklı, çok akıllı, pırlanta gibi. Bak sana ne kadar aydınlık bir ışık veriyorlar. Hem böylece güvendesin de. Sadece keşkeler kaldı aklında. Hey hat! Hangi insan oğlu demez ki bu kelimeyi... Senin keşkelerin o kadar önemsiz ki.
Demek ki, daha az keşke diyebilmek için ani kararlar almamalısın. İnce eleyip sık dokumalısın. Bunu çok yapıyorsun. Neden düşünmekten korkuyorsun? Hal bu ki, isteyince pekala onu çok güzel planlıyor ve tıkır tıkır yaşıyorsun hayatı. Bu seninkisi cahil cesareti. Bunu yapma...
-Neden suratını astın?
-Yoruldum terapinden.
-Pekii, dinlen. Sen sigaranı iç, ben de birer kahve yapayım bize.
Kahveler hazır sayın bayan. Sana içmekten keyif aldığın bol köpüklü, az şekerli bir türk kahvesi. Bana da zihnimi her daim uyanık tutan nescafe. O da az şekerli. Hmmmm. Bu koku tahrik edici...
Sayın bayan!
Sayın bayan???
Sayın bayan....
Sayın bayan gitmiş. Anlamalıydım. Kapı sesini duydum ama, ihtimal vermemiştim. Hal bu ki, daha çocukluğuna kadar yolumuz vardı. Daha yersiz karmaşalarını ve hayata dair sıkıca tutup da biriktirdiği takıntılı duygusal iniş çıkışlarını konuşacaktık. Daha yarım saatimiz vardı terapi için.
Aslında hep böyle yapıyor. Sıkılınca bir anda kaçıveriyor.
Öyle olsun.
Ben buradayım.
Nasıl olsa gelecek. Unutmadan, çekmeceme bir yedek mendil daha yerleştireyim.