İPEK TÜCCARI
SEN İPEK TÜCCARISIN, BENSE YOLCULUĞU BETİMLEYEN YABANCI
Kucağında duran o devasa soru işaretini, annenin dizlerinin dibine bırakıp çıkmak istiyorsun aidiyetinin kapısından. Sonra ruhunu özgür kılabileceğin o mavi düş bahçesine yerleşmek yavaşça… gelişler, gidişler, özlemler, bekleyişler.. ve her bir duygunun asıl suretinde yaşandığı bir düş bahçesi betimleyerek yürüyeceksin. İçindekiler dışarı… Dışındakiler içeri… Bu değiş tokuşta “ sana dair “ olanları titizlikle bulup işlenmemiş bir geleceğin ilk basamakları yapacaksın… Biliyorum.
Ve eskiler demişler ki;
Mavi; ışığındır
Mavi; gözlerin
Mavi; içinde acıyan o çocuk yanının elleri
Mavi; özgürlüğündür
Mavi; betimsizliğin….
Kim demiş… Eskiler değil, ben dedim şimdi….
…….Büyük parantez içi……
( Issızım… Issızlığım sana da bulaşır diye korkar mıyım hiç? Seninle çıldırır gülüşler… Herhangi bir duyguyu armağan edişler… Gel geç hüzünlerin oyunbaz gülümseyişi takılmış parmak uçlarına. Oysa ruhunda delişmen bir delikanlının sabırsız hareketleri var gibi. Kişiselleştirmeyeyim seni. İçimde çözülen “ sen “ şifresi olmasın. Zira çözülmeyi sevmezsin sen. Ben de kaotik diyalogları severim zaten…)
Ses ektiğin yerlere şimdi sus ekmeye başlamak, “ değişmek “ gibi geliyor sana. Tipografik hatadır, durma üzerinde. Alışkın olmayan ruhlarda huzursuzluk çıkarır harf hataları. Oysa hayat, koskoca sözlükleri “ yanlış “ diyerek kaldırıyor tozlu raflarına. İmha etmeye bile tenezzül etmiyor. Ve biz bugünün huzursuz çocukları, benliğimizi sağalttığımız alfabelerimizin tedavülden kalktığını bilmeden yaşıyoruz. Hayal kırıklıklarımız kütüphaneler dolusu. Umutlu tekerlemeler ile idame ettiriyoruz yaşantımızı…..
Mesela farz et ki kaderin şu dolambaçlı ve hiç de estetik görünmeyen bedeni ile oturmuşsunuz karşılıklı. Sen bacak bacak üstüne atmışsın. Şarap kadehin… sigaran… dolduruyor ellerini… bir de ıslık çalıyorsun en umursamaz havalardan… Yüzüne yerleşmiş alaycı bir gülümseme…Tersine kurulmuş sahne oysa. Dekorda inanılmaz hatalar var. Metinler tersine yutulmuş, ezberler hep sıradan… Oysa sen oyunun tek gerçek kahramanı.. Kendini oynuyorsun. Kaderinle oynuyorsun…. Soruyor, sen de anlatıyorsun. Hayalet ruhlar giyinmişsiniz üzerinize. Hayat ağlamaklı, kader ağlamaklı, sense sadece gülümsüyorsun… ( İçime çilek kokuları yayıldı şimdi. Gökyüzünden pudra şekeri yağacak gibi)
Şimdi sadece mutluluğun tınısıyla resmedilmiş bir düş bahçesinin kapısındasın. Belki biraz ürker yüreğin, içeri girdikten sonra hüzünlerin dağılır mı diye. Oysa içinde hüzünlü şarkıların volta attığı arka sokakların tenhalığı daim olacak. Sen istemedikçe hiçbir yabancı giremeyecek. Güzel düşler olsalar bile…
Bitiremiyorum bu anlatışı.. bir ipek tüccarının macerası nasıl son bulur? “ vaha arayışım serap mıydı, beni bekleyen ölüm müydü bilemiyorum “ demiştin ya, sonunu ben de betimleyemiyorum. Sen değil miydin kucağında duran devasa soru işaretini annenin dizlerinin dibine bırakıp da gitmek isteyen? Sen kapıdan çıkıp gittin parmak uçlarında dans eden bir ruhla. Ama soru işaretin benim dizlerimin dibinde kaldı. Seni bulursam soru işaretini iade edip ruhumu geri almak istiyorum.
İçimdesin….
Dağılan çilek kokusu sensin şu an.
İçindeyim…
Çoktan başlamış yolculuk….
Ayşegül. 04.11.2006