- 3322 Okunma
- 15 Yorum
- 0 Beğeni
YILDIZ KAYMASI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gösterişli evinin salonundaki sallanan koltuğunda denizi seyretmeye başladı. Denizin üstündeki birkaç martı çığlık çığlığa suya süzülüyor ve tekrar havaya doğru kanat çırpıyorlardı. “ Bir martının bile amacı var bu dünyada yaşamak için. Ya benim… İşte halime bak, sadece aldığım birkaç altın plaktan başka… Bir de eski, sararmış, solmaya yüz tutmuş fotoğraflar ve anılarımdan başka neyim var? “ Diye kendi kendine söylenerek kalktı yerinden. Koskoca evin içinde, kendisi ve hizmetçisi Nazlı’ dan başka kimse yoktu.
Oysa… Bu ev, ne partilere ne güzel ziyafetlere ev sahipliği yapmıştı. Ziyaretçinin eksik olmadığı günler çok gerilerde kalmıştı ne yazık ki !
Soğuk, sevimsiz, pahalı eşyalarla dolu koskoca bir ev, daha doğrusu bir malikane… İçinde yaşayan sahibinin de ondan farkı yoktu artık. Can sıkıntısıyla kendini balkona attı. Boğaz manzaralı evine sahip olmak isteyen insanları düşündü bir an.Çok eskiden kendisinin hayal ettiği gibi hayal ediyor olmalıydılar.
Her günün, diğer günlerden farkı yoktu artık.Bir amacı, kalbini heyecana sürükleyecek yenilik, sevinç, başarıya ulaşma çabası… Hepsi, yavaş yavaş terk etmişlerdi kendini.
Yüzünü buruşturarak içeriye girdi. Canının istediği gibi hareket ederdi bir zamanlar. Yer, zaman mevhumuna aldırmazdı. Başarı, şöhret ve güzelliğinin ona sağladığı avantajlar… Sayısını bile hatırlayamadığı erkeğin yüreğini hoplatmıştı. Onu görebilmek, onunla yüz yüze görüşebilmek için olmadık çareler arayan varlıklı, yakışıklı erkekler…
Salonda asılı sahne kıyafetleri içindeki fotoğrafına gözü ilişti. Sanki capcanlı karşısındaydı. Elindeki mikrofon, üzerindeki sırtı açık, siyah renkli sahne kıyafetini saran düzgün bedeni, yosun yeşili gözleriyle Canan Sevim… Kulaklarında hayranlarının onu pohpohlayan, övgü dolu bağırışları çınladı bir an.O sahnede mutlu ve gururlu… Büyük bir gazino, alkışlar kopuyor bir anda, seyirciler ayakta alkışlıyorlar onu. Dışarıda yükselen bir seyyar satıcının sesiyle kendine geldi.Birden öfkeye kapıldı.
- Nazlııı ! Nerdesin Allahın cezası.
Diye bağırdı.
Ona uzun süredir katlanabilen bir insan olarak, madalyayı hak ediyordu Nazlı. Bazen bağırıp çağırıyor, hatta hakaret ediyor fakat o yine de isyan etmiyordu. Bu durum mecburiyet miydi? Yoksa bağlılık mıydı Nazlı’nın yaptığı, adlandıramıyordu.
- Buyurun Canan Hanım
Diyerek tam karşısında durdu ve beklemeye başladı Nazlı.
- Beni arayan oldu mu bugün?
- Olmadı efendim.
- Menajerim aramadı mı? Allah belasını versin onun da, herkesin de… Git. Yalnız bırak beni. Benim kimseye ihtiyacım yok!
Yalnız kaldığında, biraz önceki hareketinden pişmanlık duydu. Bir an, onun yaşında ve yerinde olmayı arzuladı. Son zamanlarda aynalara ve insanlara küsmüştü. İkisi de ona göre nankördü. Aynalar, her şeyi tüm gerçekliğiyle gösteriyorlardı. Oysa, birazcık iltimas yapsalar ne olurdu sanki.
Yerinden kalktı tekrar. Telefonun yanına gitti. Numaraları tuşladı ve beklemeye başladı. Uzun uzun çaldırdı. Açan olmadı. Başka bir numarayı tuşladı akabinde. Uzun aramaların sonunda, nihayet karşısındaydı çok eski dost diye nitelendirdiği Ayla Suna, şımarık ses tonuyla karşısındaydı…Yapmacık ifadelerle, karşılıklı bir süre konuştuktan sonra telefonu kapattı.
Koltuğa boylu boyunca uzandı. Gözleri tavanda uyuşuk bir şekilde kaldı uzun bir süre. Tekrar Nazlı’ ya seslendi.Banyoyu hazırlamasını söyleyerek biraz daha kaldıktan sonra kalktı.Banyoya girdi ayaklarını sürüyerek.Aynanın önünde soyunmaya başladı. Soyundukça yüz ifadeleri değişti. Karşısında göbeği,midesi kat kat olmuş, yabancı, yaşlı bir kadın vardı. Yüzünün anlamlı ifadeleri yok olmuştu. Gözlerinin etrafı kırışıklıklarla dolmuş, bitkin, güvensiz bir kadın acı acı gülümsemeyle sanki onunla alay edercesine bakıyordu. Bir anda hiddetlendi ve kenarda duran bibloyu boy aynasına fırlattı. Ayna, büyük bir gürültüyle parçalanarak etrafa dağıldı. Öylece bir süre kırıklara baktı. Rahatlamıştı. Bir çeşit, her şeyden, herkesten intikam alıştı onun için.
Jakuzinin içine girdi cam parçalarına aldırmadan. Hıçkırıklarını tutmadan, sınır koymadan ağladı… ağladı…
NERMİN KAÇAR - BOLU - 26.01.2012
YORUMLAR
Yıldız kayması N(1)edir, yıldızlar " N(2)e zaman, N(3)erede, N(4)asıl, N(5)eden ve K(1)ime kayarlar,
Hangi yıldızlar kayar hangileri zincir takar. Yıldızlar kaymamak için nelere dikkat etmeli (bilhassa kâse çatlama ve kırılmalarına karşı), Yıldızların gizli düşmanları burası çok önemli; muz kabuğu, sabun köpüğü ve don hakkında bilmediklerimiz ?
Yıldızların cinsiyeti var mı? Yıldızlarda hava, su var mı?(ilaveten elektrik, telefon, kablolu tv var mı?) Büyükayı’ya yıldız demek ayılara iltifat mı yoksa yıldızlara hakaret mi sayılır (veya tam tersi). Yıldızların isimleri hep önde ve üstte, koltukları şoför arkası aynı zamanda cam kenarı mı olmalı (mesela kapı dibi veya tekerlek üstü kepek mi yapar). Yıldızlar niçin ölünce badem gözlü olur, yoksa yıldızların gözü kör mü? Körlükleri Doğuştan mı yoksa Kenan Doğulu’dan mı?
Şaka bir yana, yazının başlığındaki “yıldız” kelimesi hikayenin içeriği ile alakalı artiz bozuntusu, kapris, şımarık, antipatik vb kelimelerin bileşkesinden mütevellit bir yaratık çağrıştırıyor zihnimde. Yaratık diyorum, en azından dünyalı değiller. Sporda, sanatta (zaten bir spor da bir de sanat camiasında yıldız olunur) hem yıldız hem mütevazı bir dünyalı görmedim henüz.
İlk bakışta yazı ile alakasız gözükse de yazının başlığı ile yüzde yüz alakalı bir anımı anlatayım müsaadenizle;
Seksenli yılların başları askeriz. Askerlerin arasında her gün devamlı matine iki tane dedikodu dolaşıyor, öyle ki sabah dedikoduyu çıkaran öğleye doğru kendisi inanıyor kendi yalanına.
Dedikodulardan birincisi; Yunanistan’la aramızda savaş çıktı, ikincisi; askerlik onbeş aya düşmüş. (o zaman on sekiz aydı)
Bir sabah, sabah dediğim direk sabahın köründe, içtima alanında mıntıka temizliği yapıyoruz. Normalde mıntıka temizliğini taşeron firma elamanları yapar o sabah içimizden geldi işte :-) . Uzatmayayım bir yandan da aramızda şakalaşıyoruz. Tam da o ara hemşerim Temel heyacanlı heyacanlı hepimize gökyüzünü gösterdi.
“Uşaklar bakun, bakun havaya bakun !”
Gökyüzüne bir baktık onlarca yıldız üzerimize doğru kayak yapıyor (Gerçekten görülmesi gereken muhteşem bir manzara)
Temel hemen devam etti
“Ula habular yunan uçaklarina benziyi, garandi bu ibnelarlan savaşa girduk”
Güldük, güldük, güldük. Dedik; “Temel bu yıldız kayması hadi hep beraber içimizden dilek tutalım”. Temel cevap verdi “uşaklar dileği siz tutun ben Emine mi tutacağum”
Tebrikler, selamlar, saygılar
Ağyar tarafından 1/27/2012 10:35:22 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bu hikayeden çıkan sonuç; insan yaşına başına bakmadan önce kendini sevmeyi öğrenmeli, her yaşın ayrı güzelliği olduğunu anlayıp ona göre yaşayıp ona göre davranmalı.
Şöhretli ve genç olduğu zamanlarda da bir gün yaşlanıp yalnız kalacağını içine sindirerek yaşamalı. Mümkünse çoluk çocuğa karışmalı ki, yaşlandığında arayabileceği çocukları ve torunları olsun.
Bunları düşünmeden anı yaşarsa, gençliğine ve şöhretine saplantılı bir şekilde bağlanırsa sonuç hüsran.
Sevgili Nermin, bu tür hikayeler kalemine yakışıyor, olayları anlatımın çok güzel. Tebrikler,
insanların hayata bakış açıları ve ondan ne bekledikleri çok önemli
Herşeyin bir zamanı var elbet... Gençlik de çocukluk gibi baki değil, gelip geçici. O yüzden her yaşın değeri bilinmeli ve zamanı geldiğinde yüzdeki çizgiler bile sevilmeli. Çünkü hepsinde yaşanmışlık ve ne hatıralar gizli.
Bir başka yorumda yazdığım gibi yaşlanmak bile bir lutuftur insana. Çünkü o günlere eremeyen çok insan var. Allah yeterki sağlık sorunları vermesin ve kimseyi duvarlarla konuşmak zorunda bırakmasın.
Hüzünlü bir hikayeydi, anlatım ise 10 numara.
Sevgiler,
Billur T. Phelps tarafından 1/27/2012 12:31:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
Nermin Kaçar
inkarından kaçtığı aynayı kırıp, hatıralarındaki ayna kırıklığı gibi olan parçalara basarak küvete girip ağlayışı belki o şöhret yıllarını göz yaşıyla ıslatıp büyütmeye çalışsada, geçmişide birazdan bu küvetteki kirlenen suyla birlikte sifondan akıp gidecekti. Geride kırışıklıkları ,kırılmışlıklar ve ayağına batan ayna kırıkları kadar yakmayacaktı canını...unuttuğu şey aslında her sabah yaşadığı şeydi her başlayan gün akşamla biterdi. Ve o akşamlardan ne kadar kaçsada onun yıldızlar hep akşamdan kaymıştı...şimdi tek umuduydu hayallere dalmak...şöhret basamaklarından düşerken tozlanmış altın plakalara bakmak, oturduğu sandalyede kendi yanlızlığına tek kişilik bir konser verirken yorgun gözlerle uyumaktı geriye kalan hayatındaki yaşamak..... yazınızı okuyunca bende bunları söylemek istedim...şöhretlik gibidir bizim hayatımız yarınlarıda görerek yaşarsak kırışık yüzlerimizi aklaşmış saçları sabah görürken yinede güleriz....hayatı olduğu gibi seversek....
KUTLARIM YAZINIZI.......ELİNİZE SAĞLIK....
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
Canım tebrik ediyorum usta kalemini. Güne gelmeye çok yakışıyor öykülerin.. Sevgilerimle.
Nermin Kaçar
zirvedeyken birden yere çakılmanın öyküsüydü. duyguların için de sahte maskeyle dolaşmış beslenmemiş olgunlaşmamış bir ruhun boşluğunu yansıtman süperdi canım ..
bir solukta perdenin açılıp kapandığı yada gözümüzü açıp kapattığımız an sayılacak kadar ömrümüzün sahnesiydi bir anlamda...
sevgilerimle
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
Bu güzel yorum ve ziyaretini beni mutlu etti. Teşekkür ederim. Sevgilerimle
Gençlik, yaşarken hiç geçmez zanneder insanoğlu, hele bir de şöhret çılgını olmuşsa, gününü gün
etmek çok doğal gelir.Yaş ilerleyip, yalnızlaştıkça, gerçek şamar gibi çarpar insanın yüzüne.
Tebrikler canım, ibret alınası bir paylaşım, akıcı üslubun hep severek okuduklarım arasında.
Selam ve sevgilerimle...
Nermin Kaçar
Oysa geçmişte kendisine bahşedilen güzelliklerle yaşadığı anların özel ve güzelliğine şükretmesi gerekti. Olmaz ki bunca nankörlük.. Yaşlanmış ama imkanları hala güzel yaşamak için, birtek hain vardı hayatında herkeste olduğu gibi, Güzelliği, belliydi taaa baştan onun birgün kendisine ihanet edeceği değil mi ama.??.......:)) ellerine sağlık canım.