- 481 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR MAHKUMENİN ANILARI
1. Gün: Asla bitmeyecek gibi görünen mahkumiyetimin ilk saatleri…
Kapkaranlık bir kuyuya düşüyorum daracık duvarlara çarpa çarpa. Bedenim öylesine uyuşmuş ki acıyı hissetmiyor bile. Ruhum, bedenimi çoktan terk etmiş. O da kendi başına yangınlarda kavruluyor kül olmak umuduyla. Ben böyle bir cezayı nasıl hak etmiş olabilirim? Sevmenin ağır bedeli mi bana bu ödetilen yoksa? Hani her güzel şey sevmekle başlardı? Yalan! yalan! Bunun ezelden beri süregelen koskocaman bir yalan olduğuna ben de inandım artık bütün kalbimle. Bu yüzdenmiş demek ki onca hüzün ve keder taşıyan şarkılar, şiirler. Sevenlerin feryatları, yakarışları, çektikleri dayanılmaz aşk acısındanmış meğer. Deneyimim olmadığından çok gafil avlandım üstelik ben. Bu yüzden bendeki yıkımı çok büyük, yarası çok derin oldu sanırım. Oysa ne kadar mutlu, huzurlu ve ne kadar sağlıklıymışım bu derde düşmeden önce. "Çok mu ah! aldım. Çok mu kötü davrandım insanlara?" diyorum. Ama hayır! Tam tersine aldığım dualar, övgüler yaşamımın bir parçası oldu her zaman. O halde nasıl oluyordu da, neyle suçlandığımı bile bilmeden böyle bir cezayla cezalandırılıyordum? Büyük bir günahkar, ağır bir suçlu gibi hem de. Üstelik ben ilk kez böyle bir mutluluk yaşıyor, ilk kez böyle bir duyguyla tanışıyordum. Duygular her zaman aynı karşılığı ve hak ettiği değeri görmeyebilirdi.Bu mümkündü. Ama hayır! Benim için karşılıklı olması kaçınılmazdı. Bu nedenle bu suskunluğun gerekçesini öğrenmek istiyor olmam anlaşılmaz bir şey olmamalıydı. Ve ben duygularımın asla karşılıksız olmadığından çok emindim. Bunda yanılmadığımı karşılaştığımız o ilk gün derinden hissettim. Dünya durdu sanki o an. Yer gök birbirine kavuştu…İlk gençlik yıllarının delice heyecanı ayaklarımızı yerden kesmişti. Bu çok Aşikardı. Kirpiklerimizi bile kıpırdatamayacak kadar mahcubiyetimizin de farkındaydık. Peki ne oldu da sorgusuz sualsiz tüm kapılar yüzüme kapandı daha sonraki günlerde? Nasıl böylesine nefret edilen biri haline geldim? Bu korkunç bir kabus olmalı. Hala çırpınmaktayım kuyunun zifiri karanlığında...
2. GÜN: Berbat bir haldeyim. Ne telefonlara, ne çalan kapıya bakmak gelmiyor içimden. Yeni Yıl yaklaşıyor. Ama zerrece umursamıyorum. Oysa ne çok severim yeni yıl akşamlarını. Bir kaç kutlama telefonu geldi daha şimdiden. Bir zamanlar ev telefonlarından çok rahatsız edildiklerini söylerlerdi insanlar Bir kez olsun böyle bir şey bizim başımıza gelmedi. Ya yanlış düşen bir numara, ya daha önceki aboneye ait birkaç aramanın dışında. Hatta takılırdım bazen kendi kendime, “halimizi soran bir telefon sapığımız bile yok!” diye. Hem ev, hem cep telefonumun numarasını vermiştim kendisine. Daha önceleri açmayı bile unutuyordum. Geceleri kapalı oluyordu çok zaman. Oysa o günden sonra gece-gündüz hep açık. Elimin altında, gözüm hep üstünde. En kutsal eşya o benim için artık. “Arar mı?..Arar mı acaba?..Ne olur arasın!..Ne olur Allah’ım!..” Hayır!..Telefonlar da ölüm sessizliğindeler…
3. GÜN. En sevdiğim çay bile kuruyan boğazımdan geçmiyor. Yatak kıyafetimi bile değiştirmeye üşeniyorum. Kızım şaşkın. “Bu ne hal böyle. Canını bu kadar sıkan nedir? Ne oldu benim meleğime böyle? Sen ki halk psikologusun anne!” diyor sarılıp öpüyor öpüyor. Göz yaşlarımı zor tutuyorum. “Doktorlarda hasta olur. Ansızın ölebilirler de!” diyorum, zorla gülümsemeye çalışarak. Onun bu sevgisi, ilgisi bile beni rahatsız ediyor sanki. Kısa bir süre önce çok yakın bir arkadaşımı kaybetmiştim, bu halimi ona bağlıyor belliki. Üstelemiyor.
(Devam edecek.)
YORUMLAR
çok güzel bir paylaşım
O kadar içten ve duygu dolu yazmışsın ki...
Insan okuyunca kendini onu yaşamış gibi hisediyor...
Başkalarının duygularını yazmak ve paylaşmak çok farklı bir duygu olsa gerek...
Yüreğinize ve kaleminize sağlık...
Selamlar...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Sizinde duygu dolu güzel yüreğinize sağlık. Varolun.
Selamlar...