- 1099 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Tahir'in Kahvesi
Yıl 1986. Stefan Zweig ile Charles Bukowski Tahir Cenk’in kıraathanesine gelmişlerdir. Oyun klasik tiyaro oyunlarına benzer olmakla beraber, farklı zamandan iki ünlü yazar daha sonradan bu oyuna dahil olacaklardır. Oyunun teması çeşitlilik göstermektedir. Ana tema üç kısma ayrılarak konuşma içerisinde olanların, hayatın anlamı üzerine yaşantıları üzerinden değerlendirmeleri, kadınlar üzerine düşünceleri ve edebiyattır.
Efekt: (Kıraathanede çay suyu kaynamaktadır. Buharın sesi içeri Tahir Cenk’in bulunduğu yerden gelmektedir.)
Efekt: (Charles, elmalı nargilesini içmektedir. Nargile fokurdatma sesini seyirciler rahatça duyabilmektedirler.)
1. Sahne
Perde açılır.
Dekor: Bir masa. Masa etrafında sedir, İki tane nargile, Askılık, Çay ocağı bölmesi.
Charles: (Nargilenin sipsisini ağzından çıkartır) Lanet olsun, biliyorum ki zengin bir aileden gelmek insana çok fırsat sunuyor ama görüyorsun ki Stefan, ikimizde aynıyız, ikimizin de birbirimizden pek fazla farkı yok!
Stefan: Seni iyi anlıyorum Charles. Çocukluğuna inince, seni daha iyi anlıyorum hatta. Ama zengin bir babanın oğlu olmanın da gördüğün gibi çok da avantajı yok!
Charles: Yok mu? Nasıl olmaz? Dünya’da nereleri gezdin sen Tanrı aşkına?
Stefan: Birçok yeri gezdim.(İçtiği kahve fincanını tahta masanın üzerine koyar.)
Charles: Saysana be adam!
Stefan: Tamam, dur bir düşüneyim. Avusturya..
Charles: Memleketini de sayıyor musun?
Stefan: Tamam, bir saniye ya! Düşünüyorum. (Parmaklarını tek tek sayarak söyler.) Hah,
Arjantin, Paraguay, Brezilya, Küba, Kanada, Panama, Porto Riko, Hindistan, Avrupa’nın çoğu ülkesi de vardı sanırım..
Charles: Görüyor musun Stif, bir de yararı yok diyorsun zenginliğin! Lanet olasıca ben, ben Los Angeles dışında adamakıllı bir yer görmedim. Ama görmediğim için üzgün müyüm? Elbette değilim. Daha iyi böyle, gitmeden; gitmişçesine dünyadaki insanlardan bahsetmek!
Stefan: Hiç aydın olamadım ama hiç! Kendimi arayıp durdum dünyanın her köşesinde. Yolculuklarımda insanlar tanıdım. Gittiğim ülkelerin şairlerini, yazarlarını Almancaya çevirip durdum.
Charles: (Belini dikleştirir.) Hey Tahir! Edwin’i açsana be hadi!
Tarık: Buko, bıkmadın mı? (Elindeki havluyla çay bardağının içini kurulamaktadır.)
Charles: (Parmaklarını şıklatarak) War, huh, yeah, What is it good for Absolutely nothing, Uh-huh...
Stefan: Bu nasıl bir şarkı Charles?
Charles: Dinle de feyz al Stif! Bak, şimdi söylüyoruz...
Stefan: Nasıl?
Charles: Ellerini şöyle aç. ( Ceketini çıkartır.) Say dediğim de başlıyoruz.
Stefan: Böyle mi? (Gözlüklerini sağ elinde tutmaktadır.)
Charles: Say..
Stefan: What is it good for Absolutely nothing..
Charles: (Ayağa kalkar.) Uhhhh....
Stefan: (Sesini incelterek bağırır.)Say it again...(Again dediği kısmı titreterek
söyemiştir.)
Charles: (Ayakkabıları ile ritm tutarak şarkıyı söylemeye devam etmektedir.) ..absolutely nothing. War, it ain’t nothing but a heartbreaker. War, it’s got one friend that’s the undertaker...(Charles, Stefan’ın şarkıya ortak olup söylemesi hoşuna gitmiştir.)
Stefan: (Alkış tutar.) Ooooh, war, has shattere...
Charles: Tamam tamam dostum, yeteri kadar eğlendik sanırım. ( Tekrar ceketini giyer.)
Stefan: Bu nasıl bir şarkıdır, hiç dinlememiştim!
Charles: Sayemde dinledin işte. Hem sen de savaş karşıtı değil misin?
Stefan: Hem de nasıl! Yahudi olduğum için az kalsın öldüreceklerdi. Adolf benim kâbusum; kelimelere nasıl dökülür bilemiyorum. Onun yüzünden kaç defa intihar dahi etmeyi düşündüm.
Charles: Saçmalama Stif, ne intiharı! Sakın diyeyim, sakın böyle bir delilik yapma. İç dostum, iç de kafayı bul; biraz eğlen! Kadın bul, birkaç tanımadığın kadınla seviş, gör bak unutacaksın Führer’i.
Stefan: Keşke bu kadar kolay olsa! (Cebinden sigara paketini çıkartıp, Charles’e uzatır.)
Charles: República de Cuba, ha?
Stefan: Amerikan sigarası yerine, bunlarınki daha esmer ve tadı daha buruk!
Charles: Latin işi, yanık diyorsun? Oh, bunu bana yapmayacaktın Stif!
Stefan: (Sigarasını yakar.) Ne oldu?
Charles: Los Angeles Şehir Üniversitesi’nde okurken, bir kadın vardı. Edebiyat dersimize
girerdi. Adı Yanamaria idi. Y A N A M A R İ A...Of, ne kalçaları vardı! Görecektin Stif!
Stefan: Kalsın aman, kendi arzularına beni karıştırma. O değil de, canım çekiyor yani.
Charles: Ne demişler Stif; ’İngiltere prensesinle evleneceğine, her gün bir Güneyli kadınla savaş!’
Stefan: Savaş mı?
Charles: Onlarla sevişmek, Rusya’yı baştan sona işgal etmek gibidir Stif. Yana yana...
Stefan: Abartma abartma, tamam anladık!
Charles: Kalçalarının salsasını unutmam!
Stefan: Sus istersen Charles, kadınlardan konuşmayalım istersen daha fazla.
Charles: Frederike’yi Lotte ile aldattığın için canın sıkılıyor değil mi? Ben her zaman
demişimdir, evlilik boş iş arkadaş! İç ve seviş!
Stefan: Charles, böyle yapma! İleride gençler seni kötü hatırlayacak.
Charles: (Güler ve nargile hortumunu yere fırlatır.) Lanet olsun Stif, lanet olsun! (İki elinin de işaret parmaklarını Stefan’a doğru uzatarak cümleyi tekrar eder.) Sadece, sadece sikici insanlar sikilir Stif. Unutma, sadece sikici insanlar!
Stefan: Sen kimseyi takmıyorsun yani?
Charles: Ne demek bu Tanrı aşkına? Kahretsin Stif, yeni Amerikan gençliği Bush’u örnek alacağına, beni örnek alsın.
Stefan: Bu konuda ciddi misin? (Elindeki peçete ile gözlüğünün camlarını siler.)
Charles: Tabi ki şaka yapıyorum. Her koyun kendi bacağından asılır, haksız mıyım? (Tahir çaydanlıkların olduğu köşesinde gazete okumaktadır. Tahir Charles’in dediklerini duyunca, kendi kendine söylenir.)
Tahir: Every sheeps... Asılmak neydi? Siv..siv... Hah, swing! Sonra da by theirself mi koysam? Şu İngilizceyi bir türlü çözemedim gitti! Pasif olması gerekiyordu galiba...
Ses: Tahir’in elindeki kalemi masaya vurmaktadır.
Charles: Peki susuyorum! Tıp dedim, tek kelime konuşmayacağım kadınlar hakkında.
Stefan: Yok, öyle demek istemedim Charles! ( Charles’e doğru ellerini yalvarır şekilde uzatır.)
Charles: Neyse önemi yok artık söylediklerinin.
Stefan: Charles, küsme ne olur bana!
Charles: Bitti artık her şey, konuşacak bir şey kalmadı arkadaş!
Stefan: (Elini ceketinin cebine atar ve puroları çıkartır.) Al üç tane purom var. Afiyetle
iç!
Charles: República de Cuba mı ha?
Stefan: Elbette!
Charles: Ah Y A N A M A R İ A! Dipdiri göğüsleri de puro gibiydi. İç, bitir der gibi! Ah Y A N
A M A R İ A!
Stefan: Bu kadar çok sevdiysen, evlenseydin ya onunla! Hep beraber olurdunuz o zaman.
Charles: Hangi parayla lanet olası? Kadın Mustang ile geliyordu Fakülte’ye. Bizim ağzımız kokuyor. Cebimizde tek kuruş para yok!
Stefan: Zengin zengin kadınları götürüyordun ama tek tek..
Charles: (Puroyu yakar. İlk nefesini aldıktan sonra öksürür.) Öhö öhö.. O benim karizmam dostum! Cazibeme kapılıp gidiyorlardı.
Stefan: Ne cazibe, ne cazibe!
Charles: Sen Amerika’yı gezdin değil mi? Bir ara ben de yazmayı bıraktım deyince gezmiştim. (Purodan derin bir kere çekere.) Gezdin değil mi?
Stefan: Gezdim gezdim elbette! O değil de dostum, Amerika’yı kim keşfetmişti?
Müzik: Bana Bir Masal Anlat Baba Şarkısının müziği verilir... Zaman aşımı.
Perde Kapanır.
2. Sahne
Dekor: Duvarda Amerika Haritası. Masa ile sedirin az ötesinde ikili bir koltuk. Çay ocağı bölmesi.( Tahir Cenk yok)
Perde açılır.
Stefan: Biliyor musun Charles, Amerika keşfedilmeden önce, keşfedileceği biliniyormuş.
Charles: Saçma, çok saçma hem de!
Stefan: Seneca ne diyor:
’..Venient annis(Yüzyıllar sonra)
Saecula seris, quibus Oceanus(Bir zaman gelecek, Okyanus)
Vincula rerum laxet, et ingens(Dünyayı kuşatan bağları gevşetecek)
Pateat Tellus, Tiphysque novos’(Kocaman bir kara görünecek)
Bacon: ( Koşarak, elinde uzun bir kılıçla sahneye gelir ve son iki mısrayı o söyler.)
’..Detegat orbes, nec sit terris(Typhis yeni dünyalar çıkaracak ortaya)
Ultima Thules.’(Karaların son ucu Thule olmayacak artık)
Charles: (Oturduğu sandalyeden ayağa kalkarak) Bacon, Bacon bu sensin, değil mi?
Bacon: (Sandalyeye oturur.) Elbette Charles. Otur otur, içeride sizi görünce gireyim de az muhabbet edelim dedim.
Stefan: (Elleriyle gözlüğünü daha iyi görmek istercesine tutar.) Bacon, Bacon mu? Sen bizim bildiğimiz Bacon musun?
Bacon: Teessüf ederim Stefan, beni tanımaman ne kötü!
Stefan: Hayır, tanımamak değil efendim! Yalnız, ooo; çok şaşırdım gerçekten. Sizi burada görünce birden...
Bacon: Zat-ı aliyem galiba sizi pek mutlu etmedi Bay Zweig?
Stefan: (Kahkaha atar ve bir anda keser kahkasını. Gülerek konuşmaya başlar.) Baron Verulam, Viscount St. Albans Francis Bacon! Sizi nasıl saymam, nasıl sizi görüp de mutlu olmam? Siz afiyetsiniz bizim için! Şaşkınlığımı lütfen yanlış anlamayınız. Çok mutlu oldum gerçekten sizi görünce. VII. Henry gibisiniz maşallah! Kuşkuyu gerektiğinde duyduğunuz için; bu sizin aklınızın yeterli olduğunu defaatle gösterir. Siz madensiz, siz...
Charles: Stif, kes lütfen; abartma istersen! Sir Bacon, hoş geldiniz. Siz de isterseniz sohbetimize dâhil olun, ne dersiniz?
Bacon: (Fularını okşar ve şapkasını düzeltir.) Ya, sohbet demek! Nasıl bir sohbet, konusu nedir peki?
Charles: Esasında dipdiri..
Stefan: Charles, lütfen sus! Rezil olduk iyicene. Efendim esasında İtalyan’ların da dediği gibi: ’Sospetto licentia fede’. Yani kuşku, inancı savar efendim. Bu yüzden biz de Charles ile beraber Edebiyat üzerine konuşuyorduk ki, tam siz geldiniz. Kuşkuların en çok olduğu yer de Edebiyat galiba, değil mi?
Bacon: Tabi ki, Edebiyat bir öğrenimdir esasında ve bu öğrenim içerisinde kuşkuların olması da şüphe götürmeyen bir gerçektir.
Charles: Getirmeyen de olabilir, değil mi?
Bacon: Tabi ki, tabi ki!
Stefan: Efendim sizin bu konuda değerli bilgilerinizden yararlanmak isteriz. Bir yazar, nasıl kendini geliştirebilir? Yani, insanın gelişmeye kabiliyetli bir canlı olduğunu biliyoruz. Buna binaen sizce nasıl olur bu süreç?
Charles: (Kısık bir sesle) Stif, adamı sıkboğaz etme!
Stefan: (Kısık bir sesle) Dur be! Bacon’u yakalamışken, soralım işte!
Charles: Aman, canın cehenneme dostum! Sor bakalım, duymadı galiba bir daha! Dur dur, o da ne? (Bacon ceketinin içinden şarap şişesi çıkartır ve masaya koyar.)
Stefan: Sir Bacon şarap mı getirmişler? Ne zahmet etmişler, aman efendim!
Bacon: Languedoc ‘den aldım. Müthiş kiraz ve ahududu kokusu var içinde.
Charles: Yoksa yoksa Terra de France Pinot Noir mi? (Şişeye doğru uzanır.)
Bacon: Evet Bay Bukowski! Hem de ceketim içerisinde kaldığı için sıcacık. Tam da ağzınıza göre.
Stefan: Charles, Tahir bir şey demesin sonra kıraathanede içiyoruz diye? (Mendiliyle gözlüğünü silmektedir.)
Charles: Çok da tın! Haydi, üç çay bardağı kap da gel ocağın oradan!
Stefan: Başımıza bela alıyoruz ama neyse! Şarap eninde sonunda! Uf, ne yaptın bize böyle
Bacon! Aklımızda da yokken… (Koşarak ocağa yönelir.)
Bacon: Getir bardakları Stefan! Evet, dolduralım bakalım. ( Masanın üstünde Stefan’ın getirdiği çay bardaklarına şarapları döker ve konuşmaya başlar.) Edebiyat demiştik değil mi? Nasıl insan kendini bu konu dâhilinde geliştirebilir diye sual eylemiştin sen Stefan?
Stefan: Evet efendim!
Charles: Pehhh! ( Bardağı direk kafasına diker, yenisini doldurmak için kendisi uzanır masadaki şaraba.)
Bacon: Ben inanıyorum ki; (Dudağın kırmızı şarabın bıraktığı asitli meyhoş tattan dolayı dudaklarını emerek) insan gelişmeye müsait bir varlıktır. Öncelikle insanın okuması gerekir. Okumak, insanı olgunlaştıran bir aşamadır. Konuşmak insanı ustalaştırır ve yazmak ise insanın daha somut bir bilgi elde etmesine yarar. Dolayısıyla ters mantık ile bu mebhası mütâlaa edersek göreceğiz ki, tetkikatımızın ahirde neticesi olarak; az yazanın iyi bir belleği olması, az konuşanın keskin zekâlı ve az okuyanın da bilmediğini bilir gibi kurnaz olabilmesi gerekir. Bunlar bu hadise içerisinde gerçeklerden ibarettir. Tarih bilimi insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizliği, doğal bilimler derinliği, mantık ile söz söyleme sanatı ise tartışma yetisini insana kazandırır. ( Charles Bacon’un çay bardağına şarap koyar. Bacon sağ avucunun içerisinde bardağı tutar ve devam eder konuşmasına.)
Stefan: Yani, bir bakıma ‘Abeunt studia in mores’ (Öğrenim benliğe işler) demek istiyorsunuz efendim, değil mi?
Bacon: Şerefe Bacon, fevkalade! Nerede kalmıştık?
Charles: Şarap ve kadınlar!
Stefan: Sus be adam!
Charles: (Şişeden bardağına tekrar şarap dökerken sızlanarak) Aman be! Edebiyat,
Matematik, Mantık…
Bacon: Evet Bay Bukowski! İnsanın kafasına uygun bir öğrenim yoluyla, gideremeyeceği eksikliği yoktur.
Stefan: Mesela bunu insanın sıhhatli olması adına da düşünebiliriz. (Elindeki boş çay bardağını masaya koyar.) Bir insanın başı ağrıyorsa eğer, ata binmeli! Akciğer rahatsızlığı varsa, ok atmalı, kollarını göğe doğru dua eder gibi kaldırıp, Müslümanlar gibi secdeye varmalı.
Bacon: Muntazam, harikasınız Bay Zweig! Kısacası örnek vermek gerekirse yeniden, kafası dağınık biri matematik öğrense, daha iyi çözümleyecek bir akla erişecektir. Kavramlarda sorunu varsa, ayrım yapmada zorlanıyorsa bir insan, o zaman da skolâstikçileri incelesin, onların yazdıklarını okusun! Çünkü..
Stefan: (Masaya doğru parmaklarını uzatır.) Cymini Sektores…
Charles: Siktir et mi? (Bardağı masanın üzerine koyar.)
Stefan: Yahu dur bir ya! İki dakika adam gibi konuşalım.
Bacon: Evet, kimyon tanesini kırk kere yarmak gibi yani! Muhteşemsiniz Bay Zweig! Bir insan bir olayda var olan çözümsüz noktaları, aydınlatılacak usullerin ne olduğunu bilmiyorsa, hukuk öğrenmeli! Böyle böyle insanın yetersiz olduğu konularda, iyileştirici etmenler çeşitli bilim ve öğretici dallar ile sağlanabilir!
Stefan: Peki bunlar temel faktörler, etmenler efendim. Ya Edebiyat adına okuma düşünürsek, bunları ayırabilir miyiz belli bir liste halinde?
Bacon: Şu vardır hayatta; insanlar yabani bitkiler gibilerdir. Budanmaları ve tertemiz gözükmeleri gerekir. Edebiyat alanı da öyle geniş bir merci ki, mesela bazıları vardır doğuştan yeteneklidirler ve edebiyat adına öğrenimin saçma olduğuna inanırlar. Hor görürler kuralları. Sıradan, tabir-i caizse yeni yetmeler ise o öğrenim aşamalarına hayran kalırlar. Bilge, bir diğer deyişle usta kalemler ise bu öğrenim aşamalarından yararlanırlar. İnsan okuyorsa bir şeyleri, karşısındaki insanları susturmak, daha bilgili gözükmek, bilgiçlik satmak için okumaz! Okuyorsa insan körü körüne inanmalıdır yazılanlara. Kendisine konu bulmak için, incelemek için ve de düşünmek için okumalıdır. Bu konuda elbette edebiyat adına kitap okuma çok önemlidir.
Stefan: Kitap okumayı peki çeşitlendirebilir miyiz efendim? (Boş çay bardaklarına şarap koyar.)
Bacon: Tabi ki! Neden olmasın, pek ala biz bunu çeşitlendirebiliriz! Mesela kitap vardır, ancak tadına bakmak için okursun. Daha fazlasını alamazsın. Kitap vardır, yutmak için; antibiyotik gibi fayda vermesi için okursun. Bir de öyle bir kitap okuma vardır ki; o da okuduğunu çiğneyip, özümseme gibidir. Bazı kitaplar vardır tamamen okumaya değmez. Ara ara kısımlarını okumak yeterli olacaktır. Bazı kitaplar baştan sona okunmalıdır. Hiç okunmayacak kitaplarda olabilir. Bunu zaten edebiyat ile ilgilenen bir insanın bilmesi gerekir.
Charles: (Ayaklarını masanın üzerine koyar. Şiirini okumaya başlar.)
Markov’un iddiasına göre
ruhunu bıçaklamaya çalışıyormuşum
ama ben onun karısını tercih ederdim.
Ayaklarımı kahve masasının üzerine koyarım
ve o da der ki,
ayaklarını kahve masasının üzerine koymana
pek aldırmıyorum
ama bacakları sallanıyor
her an zavallı şey
parçalara ayrılabilir.
Ayaklarımı masadan çekmem
ama hala onun karısını tercih ederim.
Stefan: (Elleriyle, masanın üstündeki Charles’in ayaklarını iterek.) Bu da neydi böyle?
Charles: Bacon kadar yaşlıyım, kendimi yine de çok iyi hissediyorum. Bir kadının kokusunu alır gibi, yaşamak çok güzel! Öpmek istiyorum, öpmek! Bir kadının göbeğinde biriken terini içip, sonra da tuzlu tuzlu öpüşmek! Sevişmek istiyorum elleri bağlı bir Afrodit ile sabahlara kadar!
Stefan: (Yalvarır pozisyonunda Bacon’a döner.) Efendim, lütfen affediniz! Charles’in bu yaptıklarından dolayı çok üzgünüm!
Bacon: Hayır, lütfen kendinizi kötü hissetmeyiniz Bay Zweig! Aslında Charles bir yönden haklı! Evlenmemiş bir kadını düşlüyor ve onunla sevişmek istiyor. Dünya o kadar garip ki; kötü kocalara çoğunlukla iyi kadınlar düşüyor. Ve kadınların çok sabırlı olduğunu söylerler. Bu da bir yanılgı! Kadınlar kendi seçimlerinden dolayı kimse tarafından dışlanmamak için, seçtiği erkek kötü de olsa katlanırlar ve bu yüzden kadınlar sabırlı bilinirler.
Charles: Sir Francis, sizi alkışlamak istiyorum izninizle. (Elleriyle alkış tutar.)
Stefan: Efendim, hiç böyle düşünmemiştim. Haklısınız, çok hem de!
Bacon: Olabilir, sorun değil!
Stefan: Charles, şişeyi kaldır, Tahir geliyor.
Charles: Tahir mi? Tahir de gelsin, içelim; kadın getirdi mi Tahir? Yoksa Tahir kadın getirmeye mi gitti? Türk kadınları da güneyliler gibi oluyor Stefan biliyor musun?
Stefan: Hiç yattın mı Türk kadınıyla?
Charles: Kızılderili çok kadınla yattım. Bir rivayet var ki; Kızılderililer de Türk’müş!
Stefan: Nasıllardı peki?
Charles: Bakıyorum da Efendi Bacon kadınlar hakkında konuşunca, senin de canın mı çekti ha? (Şarap şişesini kafasına dikler.)
Stefan: Şey, öyle demedim. Sadece..
Charles: Neyse ney, bir şey olmaz! Ne diyordum ben? (Şişenin içine işaret parmağını sokar)
Stefan: Şiir okuyordun.
Charles: Hah, şiirdi değil mi? Boş bir şarap şişesi, kadınlar ve bu hayatta bir rolüm var yaşamak istediğim, bu oyundaki rolüm yaşayabildiğim kadar iyi yaşamam gerektiği…
Bacon: Beyler, benim istirahata çekilmem gerekiyor.
Stefan: Efendim, çok teşekkür ederim ziyaretiniz için Gerçekten ama çok memnun oldum!
Bacon: Rica ederim, kendinize çok iyi bakınız! Bay Bukowksi, iyi dinlenceler size de!
Charles: Yaşlı olmak o kadar da pek kötü değil; lay lay lay… ( Ayağa kalkmak isterken, ceketinin cebinden konyak şişesini çıkartır ve bir yudum alır)
Stefan: Ah dostum, az saygılı ol adama karşı!
Charles: Yemişim saygısını. Lay lay lay…
Stefan: İçme yeter! Ben tuvalete gidiyorum. Bekle beni, uyuma tamam mı?
Charles: Tamam! Rimbaud ile fare zehri arasındaki farkı ben biliyorum. Hey Arthur... Arthur…
Stefan: Tanrı’nın gazabı bu olsa gerek!
Perde kapanır.
3. Sahne
Dekor: Bir masa, sedir, boş sandalye, çay ocağı bölmesi. (Tahir de gelmiştir.)
Perde açılır.
Müzik: Antonio Vivaldi ‘den Le Printemps – Largo
Tahir: Stefan abi, yakıştı mı size?
Stefan: Hayırdır Tahir, ne oldu?
Tahir: İçmişsiniz be ağabeycim, daha ne olsun?
Stefan: Bacon getirince, biz de kaç asırlık şaraptır dedik, içmeyelim de ziyan mı olsun dedik!
Tahir: Neyse, dur ben size iki işkembe alıp geleyim. Açılırsınız hemencecik!
Stefan: Olur, ben de bunu kaldırayım.
Rüya: Charles rüyasında güzel bir kadın görmektedir. Sahneye bir kadın gelir. Yaşlı ama çok güzel bir kadındır. Üzerinde açık kavun renginde bir elbise, saçları omzuna kadar kıvırcıktır. Gerdanında inci bir kolye bulunmaktadır.
Kadın: Geldim, geldim Charles.
Charles: Sen şimdi Cennetten kovulmamı istiyorsun ama biliyorum ki seni öpmesem bile kovulacağım. Bu yüzden kucağıma gel!
Kadın: Elbette, elbette Charles! ( Kadın Charles’in kucağında otururken, Stefan Charles’i kaldırmak için uğraşmaktadır.)
Stefan: Kalksana, kalksana be adam! Haydi, Tahir de çorbaları getirmeye gitti. İşkembe bak, çok seviyorsun sen de! Sonra bir de kahve içeriz, puroyu yakarsın. Kalk haydi!
Rüya: Kadın koşarak uzaklaşır sahneden.
Charles: Ne, ne oldu ya Stif? Öpemedim gitti o dikleşen meme uçlarını.
Stefan: Hadi kalk diyorum, Tahir çorba getirecek.
Charles: Ne çorbası dostum ya? Rüya görüyordum, tam kadın kucağımdaydı, ellerim kalçasındaydı.
Stefan: İyi halt yiyordun! Gerçek hayatta yaptığın bitti de, rüyada yapmaya mı başladın bir de?
Charles: Üzerime gelme ne olur! Of, kafam çatlıyor! (Bir sigara yakar.)
Tahir: Çorbalarınız geldi, haydi ayıl Charles! Sonra da kahve yaparım bir güzel size!
Ses: Çorba içme sesi sahneye verilir.
Charles: Müthiş bu çorba! Ayıldım hemencecik yahu!
Stefan: Sen ne çabuk böyle sarhoş oldun be?
Charles: Şarabın yanında konyak da bitti! (Gülerek)
Stefan: Aferin, iyi halt etmişsin!
Charles:
Tanrı aşkı için diye figan ettim,
’kes sesini! ’
gidip bastonunu aldı ve
dışarı çıktı.
’onun hislerini incittin’ dedi karısı
’senin büyük bir şair olduğunu sanıyor.’
’bana göre o fazla kurnaz’ dedim
’biraz fazla bilge.’
Stefan: Charles, gelene bak!
Charles: Lev, Lev bu sen misin?
Lev: (Tekerlikli sandalye ile sahneye, masanın yanına doğru gelir.) Benim, o çok övülen Tolstoy!
Stefan: İnanmıyorum, bu; bu nasıl oldu şimdi?
Charles: Bu benim şiir sonrası olan bir şey!
Lev: Şu anda tekerli sandalyede ve son anlarım!
Stefan: Hayır, şaka yapıyorsunuz değil mi Sayın Lev Nikolayeviç Tolstoy?
Lev: Şaka değil! Ölüyorum. Ölmeden yanınıza uğramak istedim. Bu dünyada dert veren Tanrı, karşılık olarak gücü de beraberinde veriyor. Ben çoğu zaman bu yüzden neden yaşadığım için çok şaşırmışımdır. Ama artık şaşmak ve ya düşünmek yok!
Charles: Biraz fazla bilge olan taraf sizsiniz!
Lev: Astapovo tren istasyonunda ölen bir insanım ben şimdi. Düşünmesin kimse! Bir insan bir şeye iyi bakabildiği gibi, aynen kötü de bakabilir. İnsan yaşama arzusuyla dopdolu bir varlık!
Stefan: Sizi çok seviyorum efendim. Hatta sizin..
Lev: Biliyorum, erdemli bir insansın sen de Stefan! İnsanları anlamak için çok düşünüp, kafa yoruyorsun. Bu senin erdemli yanın. Bu yüzden unutulmayacaksın asırlar sonra bile!
Charles: Stefan size âşık bilgem!
Lev: (Gülerek ve öksürerek…) Dünyada değişmeyen tek mutluluk, başkası için yaşamaktır.
Stefan: Hasta mısınız siz efendim?
Charles: Baksana, nasıl hasta olmasın! Mendiline hep öksürüyor.
Lev: Zatürreeyim. Kaçtım tüm yakınlarından. Buraya geldim.
Stefan: Çok kötü görünüyorsunuz efendim.
Lev: Size son bir tavsiye vermemi ister misiniz?
Charles: Elbette bilgem!
Lev: Bu dünyada sadece Tanrı’ya inandığım anlarda yaşamış olduğumu anladım ve kendi içimdeki benliğime dahi şüpheyle baktığım zamanlarda Tanrı’yı da inkar etmek istedim ama her seferinde de öldüğümü anladım. Bu yüzden ne olursa olsun inançsızlıktan kurtulun!
Charles: Bilgem, Rusya gibi bir devlet içerisinde böyle düşünmeniz…
Lev: Tanrı’nın bir armağanı, hediyesi!
Charles: Anna’nın son gününde ölümsüzlüğe inanmak gibi, siz öyle bir dev yazarsınız!
Stefan: Kelimeler doğmak için can atıyor. Ama bir yerde dediğiniz gibi, düşünmek o kadar yoruyor ki; yazacağım eserlerde geçen karakterlerin doğumundan ölümüne kadar her şeyi düşünüp, sonrada bunları aksiyon sahnesi içerisinde düşünmek gerçekten zor!
Lev: İkinizde çok haklısınız.
(Tahir Kahveleri getirir.)
Lev: Çok güzeldi! Artık demir alma vakti geldi bizimde bu dünya limanından!
Charles: Hayır, hayır olamaz!
Stefan: Efendim Sayın Tolstoy…
Lev: (Öksürürken kan akıyor mendiline.) Sen Stefan, senin gibi kimse yazamayacak. Balzac’a dokunuşun, kelimelerden bir gemi yapıp Tanrı’ya ulaşma isteğin asırları birbirine kenetleyecek Ve sen Charles, sen bir idol olacaksın! İyi bir şey değil belki, ama hatırlanmak daima iyi hissettirir insanın kendisine Elveda insanlar, elveda köylüler, elveda emekçiler! Ölüyorum, vaktim geldi. Ertelenen bir idam yerine getiriliyor. Affedin benim üzdüklerim, affedin beni!
Charles: (Ayağa kalkıp, tekerli sandalyenin önünde ellerinden tutarlar Tolstoy’un.) Yo, yo hayır olamaz!
Stefan: Lev, lev hayır…
Tahir: İnna Lillâhi Ve İnnâ İleyhi Raciûn!
Perde kapanır.
-Son-