Şair Ve Ressamın Aşkı
Vak’a kahramanlarından birisini tanımayan yok gibidir günümüzde , şiirlerinin çoğunda aşık olduğu İstanbul’u konu alan ve bazı şiirleri bestelenen şair Yahya Kemal Beyatlı, diğeri ise şair Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım.
1880 tarihinde Selanik’te dünyaya gelen Celile hanımın babası, Polonya ihtilâlinde Osmanlı devletine sığınarak orduya katılan Mustafa Celâlettin ( Borcenski) Paşanın oğlu Enver Paşa, annesi Alman asıllı Mehmet Ali (Karl Detroit)) Paşa’nın kızı Leylâ hanımdır, güzelliğiyle dillere destan olduğu kadar Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort tablolar yaptığı halde ünlü bir portre ressamı ve sosyetenin göz bebeği olan Celile hanım 1900 yılında Şair Nazım Paşanın oğlu Hikmet Bey ile evlenir, bu evlilikten 1901 de Nazım, 1905 de İbrahim Ali, 1907 de de Samiye dünyaya gelir.Bunlardan Nazım Hikmet Heybeliada Bahriye mektebinde okumaktadır.
1884 yılında Üsküp’te dünyaya gelen asıl adı Ahmet Agâh olan Yahya Kemal Beyin babası İbrahim Naci bey, annesi Nakiye hanımdır. 1902 de geldiği İstanbul’da ordudan ihraç edilmiş, muhalif görüşlü Serezli Şekip Bey’in etkisiyle İkinci Abdülhamit’e düşman kesilerek 1903 yılında Parise kaçar. Selanik limanında gizli polislere – Efendi, ben Avrupaya kaçıyorum, orada Sultan Abdülhamit aleyhine yazı yazacağım. Bu gemiden inmem, indirmek elinizdeyse indirin diyerek yoluna devam eder. Babasından ve İttıhad-ı Terakki fırkasından mali yardım gördüğü halde bir diploma sahibi olamadan yurda döner. Avrupadaki hayatını ve dönüşünü :
"Her zevki bir haram olan efsunlu cennetin,
Koynunda vardı, lezzeti bin türlü nimetin.
Bir gün veda edip o diyarın hayatına
Döndüm bütün bütün vatanın kâinatına” kıt’asıyla özetler.
Yurda dönünce Diplomatlık ve milletvekilliği görevleri yapan şair Darüşşafaka ve Heybeliada Bahriye Mektebinde Türkçe ve tarih okutmuştur, Nazım ve Necip Fazıl da Bahriye mektebinde talebedir.
1916 yılında, kaderin bir cilvesi olsa gerek, Bektaşilikle hiç ilgileri olmayan iki kişi Çamlıca Bektaşi dergâhında karşılaşırlar, Bunlardan birisi Yakup Kadri Beyin davetiyle gelen Yahya Kemal bey, diğeriyse bir dostuyla gelen ve kıskançlık krizleri geçirerek eşi Hikmet Bey’den ayrılmaya karar veren Celile hanımdır. Gözlerde kıvılcımlanan aşk Yahya Kemal’e Telaki şiirini ilham eder:
“Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordun,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hülyamı tutan bir büyü var onda diyordum
Gördüm dişi bir parsın elâ gözleri vardı.
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.”
Bu kıvılcım, Yahya Kemalin, Bahriye mektebinden talebesi olan, Nazım’a, hafta sonlarında Nişantaşı’ndaki evde, özel olarak verdiği Türkçe ve şiir derslerinden arta kalan zamanlarda Celile hanımla yaptığı edebi müsahabelerle alevlenir, dumanları Nazımın okuluna ulaşır, bu arada Yahya Kemal’in intihar teşebüsü şûyu bulur, birkaç gün ara verdikten sonra girdiği ilk derste Yahya Kemal’e Necip Fazıl: - Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk, sınıfın bu konuda duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim,der. Necip Fazıl cezalansa da bu durum Yahya Kemali rencide eder. Bu arada evlenme hazırlıklarını sürdüren Celile Hanımın Yahya Kemal’e “ – Sana, arzu ettiğim gibi ne zaman yuva yapacağım,canımın içi, pek göreceğim geldi. Karıcığın Celile “tarzında mektuplar yazdığını bilmese de dedikodulardan kuşkulanan Nazım ,Yahya Kemal’in pardesüsünün cebine “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz” ibareli bir mektup bırakır.
Aşkı yıpratan bu kabil olayların yanı sıra Yahya Kemalin iç dünyasındaki fırtınalar da hatırı sayılır boyutlara ulaşmaktadır.
Hassas ve bir o kadar da kıskanç bir ruha sahip olan Yahya Kemal, Celile Hanımın akrabası olan Berlin Büyük Elçisi, çapkın mizaçlı Hakkı Paşanın İstanbula gelerek bir suare tertiplediğini ve sosyetenin tüm güzellerini davet ettiğini duyar, zaten endişesini
“Kirpikleri süzgün o ihanet dolu gözler
Rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler”
beytiyle ifade eden şair, bu davete katılmaması için Celile hanıma baskı yapar, gitmeyeceğine dair söz alsa da şüpheden kurtulamaz. Kaldığı Ada Otelinde iki kişinin bu eğlenceden bahsettiğini işitince kıskançlık duyguları galeyana gelir ve katılıp katılmadığını anlamak ister, ama son vapur gitmiştir, hava şartları dolayısıyla sandal da bulamaz, büyük bir bedel karşılığında ikna edebildiği sandalcıyla yola çıkarlar, hava iyice bozmuştur,ölümle burun buruna gelirler, sandalcı küfretmeğe başlar, büyük zorluklarla Maltepe’ye çıkarlar, vakit geç olduğu için araba bulamaz, kan ter içinde koşarak Bostancı’ya ulaşır, burada da araba bulamayınca hastam var, araba bulun diyerek karakola başvurur, yine büyük paralar ödeyerek Nişantaş’ına vasıl olur. Tanıştığı apartman kapıcısının delaletiyle Celile hanımın evde olduğunu öğrenerek rahatlar ama bitkindir, civardaki arabacı meyhanesinde sabaha kadar içer, sabahleyin karşılaştıklarında şairin acıklı hali Celile hanımı duygulandırır. Yaşadığı bohem hayatı sebebiyle sosyete dilberine ayak uyduramayacağı endişesi mi yoksa kıskançlık duyguları mı etkiler, Celile hanımın muhakkak gözü ile baktığı evlilik gerçekleşmek üzere iken Yahya Kemal’in bir mektubu ile noktalanır.
Durumdan haklı olarak rahatsız olan Celile Hanım 19 Ağustos 1930 da Fransa’ya giderek resim çalışmalarını sürdürür.
Kendisinden kaynaklandığı halde durumdan en çok müteessir olan yine Yahya Kemal olmuştur. “Zira, o zamanki halet-i ruhiyesini bir dostuna :
Büyük şair, büyük edip olmaktan daha önemli üç şey var.
Birincisi, evlenip yuva kurmak,
İkincisi bir ev sahibi olmak,
Üçüncüsü, bir tarafta kimseye muhtaç olmayacak kadar parası bulunmak.
Ben, bunların birisini de yapamadım”
sözleriyle ifade etmiştir.
Vefatında evrakı arasında çıkan bir zarf ve yazı da kaybettiği aşkın etkilerini açıklamaktadır:
“ Bu zarfın içindeki hatıra 19 Ağustos 1930da Sirkeci garında gece saat 10.00 da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir.Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim artık“
Celile hanımdan sonra evlenmeyi düşünmez ve ikinci aşkına daha sıkı sarılır.
Kendisini çok seven bir kız öğrencisiyle Küçüksu’da bir davete katılan şair, sıra kendisine geldiğinde kadehini kaldırır ve herkesin sevgili öğrencisi şerefine kadeh kaldıracağını düşündükleri sırada :
“- Kadehimi aziz İstanbul’umun Sarayburnu’ndan batan akşam güneşinin şerefine kaldırıyorum” diyerek İstanbul aşkını dile getirir:
“ Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
Dizelerini de içine alan Aziz İstanbul şiiri, edebiyatımıza o günün hediyesidir.
2.Kasım 1958 tarihinde Cerrahpaşa hastanesinde hayata gözlerini yuman şairin sağlığında hiçbir eseri basılmamıştır. Ölümünden sonra :
Kendi Gök Kubbemiz,Eski şiirin Rüzgârıyla,Rubailer,Aziz İstanbul,E ğil Dağlar,Bitmemiş şiirler vs. eserleri basılmıştır.
Sevgilisinden ayrıldıktan sonra evlenmediği için , bazılarının kurda, bazılarının da arıya benzettiği şairin , kabrinin cennet olmasını temenni ederim.
Cevdet Doğan Işık
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.